sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Şükriye Hanım Bir koltukta oturuyor. Başörtüsü pembe ve mavi ağırlıklı, üzerinde büyük çiçek desenleri var. Hafifçe gülümsüyor ve doğrudan kameraya bakıyor. Arka planda bir pencere ve silik şekilde parlak ışıklar görünüyor.
YAZAN: Şule SEPİN İÇLİ

Her gidiş farklı derin izler bırakır yüreklerde. Bu izlerin peşinden, ancak onunla anılar biriktirmiş insanlar gidebilir. Anılar hayat bulur sözcüklerde. Amcamın eşi, Şükriye yengem de yüreğimde derin izler bırakarak gitti. Bende kalanları, kendi bakış açımla yorumlayıp anlatmaya çalışacağım ki sizin izlerinizi çağrıştırabilsin ve davranışları ışığınız olsun.
Nüfustaki adı Şükran ama kendimi bildim bileli Şükriye yenge derdik ona. Hatta çocukluğumda hep ‘Şükriye abla’ derdik nedense. Başta annemin, pek çok insanın dert ortağıydı o. Sakince dinler, arada bir içimizi serinleten sevgi sözcüklerini cömertçe kullanırdı. Annemizden göremediğimiz sevginin bizi zaman zaman olsa da rahatlatmasıyla hep onun evine gitmek isterdik. Son derece konuk sever bir kadındı Şükriye yengem. Öyle zengin bir aile değildiler. Gönül zenginliği bambaşka bir şey. Evinde ne var ne yok çıkarıp yedirirdi bizlere. En çok da ‘Kızlar kahve içmez’ anlayışını kırmasıyla tutkundum ona. Mis gibi kokan kahveden nasiplenmek onun ikramlarıyla gerçekleşiyordu. Evi yaklaşık yarım saat yürüme mesafesindeydi bize. Biz koşa koşa giderdik oraya. Bizi sevgiyle kucaklar, mis gibi kokan, taze meyvelerden ikram ederdi. Sonra annemle lafa dalarlardı. Annem hiç susmadan dertlerini anlatır, uzun uzun ağlardı. Yengem de peçeteleri yetiştirirdi ustalıkla. Aslında onun derdi, anneminkinden daha çoktu. Ama o insanların sorunlarını dinlemekten, kendi sorunlarını dile getirmeye fırsat bulamazdı. Sanki derdini dökmemek kendi seçimiydi. O anlatmasa da yaşadıklarını hissederdik. Amcam çok sert bir mizaca sahipti. Ondan çok korkardım. O içkiliyken, “Ne ararsan kendinde ara kızım” tavsiyesini anımsıyorum sıcak sıcak sadece. Yengemlere giderken, onun evde olmadığı zamanlar olsun isterdim. Amcamın sertliği, yengem anlatmasa da şiddete başvurduğunu gizleyemiyordu.
Birgün arayla doğduğumuz oğlunu küçükken kafasını sağa sola vurmasın düşüncesiyle, geniş alanda hareket edebileceği şekilde bir iple dikiş makinasının ayağına bağladığını anlatırdı biz ufak tefek yaramazlıklar yaptığımızda. Yani “Yaramazlık yaparsan, sana şunları yaparım” tehditlerinden çok uzaktı. Yine de öylesine sevgi dolu bir kadının bunu yaptığına inanmak istemezdi yüreğim. Bizleri uyarmadan davranışlarıyla ders vermede çok ustaydı. Çocuklar keşif yapmayı çok severler ve genelde çok meraklıdırlar. İşte ben de o çocuklardan biriymişim ki büyükler konuşurken, başlamışım burnumu karıştırmaya. Sanki oyun oynar gibi pek de dalmışım kendi alemime. Yengem her zamanki sakinliğiyle, elinde bir kolonya ve bir mendille yaklaştı yanıma. Elime güzelce kolonyayı döktü ve mendili elime tutuşturuverdi. Doğal olarak mendili burnuma götürdüm. Sonra elimden sessizce tutup beni banyoya götürdü ve elimi yüzümü yıkadım. Tek bir aşağılayıcı söz yok. Annem görse, yerdim tokadı ve işitirdim bir ton azarı. Annem bile hiç farkında olmamıştı bu olayların. Çok utandığımı hatırlıyorum. Ben de tek bir laf etmedim. O günkü ikramlarını başım öne eğik bitirmiştim. Şimdi hangi anne-baba yapar bu öğretici davranışı? Hiç okula gitmemişti ama okuma yazmayı öğrenmişti. Oğlu 5 yaşındayken okumaya başlamıştı annesinin sayesinde. O asillik nereden geliyordu inanın bilemiyorum.
13 yaşında evlendirilmişti. Küçükken annesi ölmüş, babası ilgilenirmiş onlarla. 5 çocuğu vardı. Hepsini de okuttu. O sert kocayla bunları nasıl yaptı aklım almıyor. Bana kalırsa, sakin duruşu, sevgi dolu olması ve aklını kullanmasının ürünüydü bu.
Çok rahatlatıcı bir sesi vardı. Duyduklarıyla, bizlerle konuşmalarıyla çıkarımlar yapar, yaptığımız olumlu işleri taktir ederdi. Ablamın hastalığında, onunla yakından ilgilendiğim için bana nasıl dualar etti, o cani gönülden sözler nasıl ağzından çıktı size anlatamam. Sanki ablam onun kızıymış, ben onun yapamadığını yapıyormuşum gibi.
Tanısın tanımasın, herkese dua ederdi. Duaları da genelde kabul olurdu. Perşembe akşamları mutlaka biri için istihareye yatardı. Rüyasında gördüklerini yorumlar, insanları rahatlatırdı. Önceleri kullandığımız bir eşyamızı verirdik ona ve yastığının altına koyarak yatardı bu işlem için. Sonraları yüz yüze görüşmeler azalınca, işin içine gurbette olmak girince, “Tamam, seni kalbime alıp yatarım” derdi. Onun kalbine girme fikri ne kadar rahatlatıcı bir histi, size anlatamam.
Antep ağzıyla ‘Asınlama’ yani efsunlama işini de çok iyi yapardı. Sakın yanlış anlamayın, tek kuruş aldığı yoktu bu işlerden. Bir teşekkür yeterdi ona. Gece korkularından dolayı uyuyamayan küçük çocukları efsunlardı. Uzaktaysa da çözümü hazırdı. Telefonla çocuğun resmini gönderdiklerinde, yine onu güzel kalbine alır, dua okurdu. O dua ettiği zaman, yüreğinize su serpilirdi sanki. Tanımadığı kişilere dua ettiğinde, dönüp sormayı hiç ihmal etmezdi.” Arkadaşının eşi nasıl oldu yavrum?” derdi. Onun kendine özgü sevgi sözcükleri vardı. Öylesine içten söylerdi ki içinize işlerdi adeta. Şöyle bir karşılıklı konuşma geçerdi aramızda: “Nasılsın yengeciğim?” “Yengen gözünü sevsin senin.”
Genelde bizden büyük olanlar sitem eder ya aramadığımızda. Ondan hiç duymadım bu sitem sözlerini. Kimseye sitem etmezdi, uzun zaman sesimizi duymazsa, kendisi arayıp halimizi hatırımızı sorardı. Hiç haksız olmadığı halde, kendisine haksızlık eden bir yakınımı arayıp özür dilediğini bile biliyorum.
Yengem, pek çok sıkıntı yaşamış bir kadındı. Oğlu, eşinin karnına gebeyken tekme atmasıyla zihinsel engelli doğmuştu. Tüm çocuklarına kol kanat gerdiği gibi, onu da sarıp sarmalamıştı. Tıpkı zihinsel engelli çocuğu olan anneler gibi, ondan sonra çocuğuna ne olacağı kaygısını taşıdığını anlıyoruz. Sözlerinden mi? Hayır. Epilepsi krizlerinden sonra aklının gelip gittiği zamanlarda, “Oğluma mukayyet olun” sözlerinden.
Yaşadığı onca sorun için hiç yakınıp durduğuna tanık olmadım. Yaşadıklarını içine atan, ailesini idare eden bu sevgi ağacının, hastalandığında, gidip gelen bilincinin etkisiyle çocuklarına ağza alınmaz sözler sarfettiğini duyunca, “Şimdiye kadar boyun eğdi. Belki bilinç altında gizlediği bu başkaldırmalar ortaya dökülmüştür” yorumunu yapmadan duramadım. Çünkü bugüne kadar onun ağzından ne incitici bir söz duymuştuk ne de kötü bir söz.
O kocaman bir sevgi ağacıydı. Bizler de o ağacın gölgesinden güç alanlardık. O güzel ve tertemiz kalbinde herkese yer vardı. Hastalandığında ve Gaziantep’e her gittiğimde ziyaret ettim onu. Sadece son yolculuğuna uğurlayamadım. İyikilerim çok var onunla. Gidişini kabullenmek çok zor. Anılarını yaşatmak için size anlatmaya çalıştım yengemi. Pek çok kadın gibi, o da hak ettiğini yaşayamayanlardan. Yine de ne mutlu ki yüreğimizde derin izler bırakmış sevgi ağacımız. Onun bedeni de ömrü biten ağaçlar gibi yok oldu. Geriye yüzlerce tohum ve çiçek bıraktı. O kadar çok söz birikmiş ki içimde, yazmakla bitiremeyeceğim.
Sevgin yüreğimden, anıların aklımdan hiç silinmeyecek güzel sesli kadın. Sesini bir daha duyamasam da o duruşun, o sımsıcak yüreklere dokunuşların hep benimle olacak. Ettiğin dualar yağmura dönüşüp bereketlendirdi bizi. Şimdi bizler de senin için hep dua edeceğiz. Nur içinde yat Şükriye yengem.
19 Kasım 2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.