Farkındayım, bu gecikmiş bir yazı çünkü 8 Mart’ı geride bıraktık fakat geride kalan yalnızca 2022’nin 8 Mart’ı… Ömrü olana daha çok 8 Mart var. O yüzden 8 Mart biz kadınlar için hangi ayda olursak olalım, hatırlanmaya ve tartışmaya değer bir konu.
“İki 8 Mart” başlığı dikkatinizi çekmiştir. Bu ne demek oluyor? Birazdan daha da açacağım ancak demek istediğim kısaca şu: Dünyayı bilemem ama Türkiye’de iki 8 Mart yaşanıyor. Birincisi tüketim furyasının ve eğlencenin hakim olduğu 8 Mart, ikincisi ise, hak ve onur mücadelesinin günü olan 8 Mart. Biz kadınlar bu iki 8 Mart’tan birini seçmek zorundayız. Hangi 8 Mart’ın gerçek olduğuna karar vermek için önce günün tarihçesine çok kısa da olsa bir göz atalım.
8 Mart’ın tarihçesi 19. Yüzyılın ortalarına kadar uzanır. ABD’nin New York kentinde başlayan tekstil işçisi kadınların grevi, polis saldırısı yüzünden 8 Mart günü çıkan yangında büyük bir faciayla sonuçlanır. Çok sayıda kadın ölür. 1910 yılında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda her yıl bir “Kadınlar Günü” düzenlenmesi kararına varılır. On yıl kadar sonra Moskova’da düzenlenen bir başka konferansta “Emekçi Kadınlar Günü” adı benimsenir. 1910 konferansında bu gün için belli bir tarih verilmese de, süreç içinde 8 Mart tarihi üzerinde karar kılınır. 1930’lu yıllara gelindiğinde, “Dünya Kadınlar Günü” adı benimsenir.
Yazımızın konusu bu değil ama şu bir türlü üstesinden gelemediğimiz “Dünya Kadınlar Günü” mü, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” mü tartışmasına değinmeden geçemeyeceğim. Erkek egemen toplum bütün kadınların sorunudur. O yüzden 8 Mart’ın daha kapsayıcı ve anlamlı olması için “Dünya Kadınlar Günü” olarak adlandırılmasının doğru olacağı düşüncesindeyim. Şu kayıtla ki, 8 Mart etkinliklerinde bu günün bizlere aslında Emekçi kadınlar tarafından armağan edildiği ve erkek egemen toplumun yükünün emekçi kadınlarca çok daha fazla hissedildiği gerçeği asla unutulmamalı, unutturulmamalıdır.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş. O hesap, buraya kadar yazdıklarımdan nereye varmak istediğim de belli olmuştur sanırım. Tarihçenin özeti bu; günümüzü uzun uzadıya anlatmanın gereği var mı? Hangi birini sayalım: Akıllara ziyan sebeplerle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını mı, erkek şiddetini önlemeye yönelik yasaların doğru düzgün uygulanmamasını mı, insanı çileden çıkaran “takım elbise ve kravat” indirimlerini mi… Bunlar medyadan izleyebildiklerimiz. Oysa şiddetin ve baskının çok daha fazlası sessiz sedasız yaşanıyor. Kamuoyunun gündemine bile gelmiyor. İstanbul sözleşmesi yetmedi, Medenî Kanun’un kadına tanıdığı haklar da ufak ufak tartışılıyor. Sözüm ona koruyuculuk kisvesi altında çocuk evliliklerinin önü açılmaya çalışılıyor. Liste uzatılabilir ama tereciye tere satmanın alemi yok, hepsini hepimiz biliyoruz. Hal böyleyken, 8 Martların, hatta artık o da yetmedi 8 Mart’ı içeren haftanın bir reklam bombardımanına tutulmasını, tüketim çılgınlığına dönüştürülmesini nasıl açıklayacağız? Firmalar birer birer arz-ı endam ediyor. “Efendim, kadın çalışanlarımız başarıyor!” Bu yıl görmedim ama geçen yıl vardı, çok iyi anımsıyorum. Ünlü bir balık konservesi reklamında müşteri keyifle ağzını şapırdatıyor ve “Adamlar yapmış,” diyordu. Ardından firmanın itiraz açıklaması geliyordu: “Hayır, kadınlar yaptı.” O kadınların nasıl yaptığını da hatırlıyorum. Virüs kaynayan fabrikaya düpedüz valilik kararıyla kapatılıp, tutsak alınmışlardı. Başka reklamlar da izliyoruz. Çoğu lüks tüketim, hepsi kadınlar gününe özel. Hele şu tek taşlar yok mu…
Ama firmalar hep böyle. Sermaye kutsal günleri, dinsel ve ulusal bayramları pazara çevirmekte bayağı ustalaşmış durumda. 8 Mart niye muaf olsun ki?
Onlar kendi işlerini yapıyorlar ve doğrusu kendileri için iyi bizler için kötü yapıyorlar. Benim asıl sözüm bu tüketim çılgınlığına alet olan, zemin hazırlayan kadınlara. Hak ve onur mücadelesi veren kadınlar meydanlarda seslerini yükseltir, devletin keyfî engellemeleri ve polis şiddetiyle başa çıkmaya çalışırken, bu kadınlar eğlence yerlerine doluşup 8 Mart’ı kutluyor, sevgililerinin, eşlerinin sunduğu armağanları ve kutlamaları kabul ediyor. Kadınlar eğer bu tüketim çılgınlığına prim vermese, bu reklam bombardımanı karşısında tüketimden gelen güçlerini hiç değilse 8 Martlarda kullansa, protesto eylemlerine katılamasalar bile, en azından eğlence yerlerine de gitmese, 8 Martların daha anlamlı ve göze görünür geçeceği açıktır.
Bu yazıyı, önerilerimi sıralayarak bitirmek istiyorum: 8 Martlarda Dünya Kadınlar Günü gerekçesiyle yapılmış indirimlere itibar etmemeli, edenleri de uyarmalıyız. Erkek arkadaşlarımızdan ve eşlerimizden kutlama ve armağan kabul etmemeliyiz, onlara ortada kutlanacak bir durumun olmadığını, ihtiyacımızın armağan almak değil insanca ilişkiler yaşamak ve hak arama mücadelesinde destek almak olduğunu anlatmalıyız. 8 Martlarda Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle eğlence yerlerine gitmekten uzak durmalı, bu tür alışkanlıkları olan arkadaşlarımızla da düşüncelerimizi paylaşmalıyız. 8 Mart kadınların birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Her 8 Mart’ta daha ileri!
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.