Uzun siyah saçlarını toplamış, gözlüklü, açık mavi hırka içinde, mavi çizgili beyaz gömleği var. İki eli, önünde açık olan laptopun üzerinde.
Açık havada bir çimenlik alanda yürüyen iki kişi. Bir kadın ve bir kız çocuğu yan yana duruyor. Kadın, beyaz ve mavi çizgili bir elbise giymiş ve başında hasır bir şapka var. Elinde bir sepet tutuyor ve sepetin içinde birkaç sarı elma bulunuyor. Yanındaki kız çocuğu, açık mavi bir elbise giymiş ve onun da başında hasır bir şapka var. Kız çocuğu elinde büyük bir çiçek buketi tutuyor. Arka planda ağaçlar ve yeşil bir alan görülüyor. Her ikisi de gülümsüyor ve mutlu görünüy

Sevgili Umudun Kadınları izleyicileri. Mayıs ayı içinde anneler gününü kutladık. Anneler günü yazısını yazarken anneliğe ve çocuklara bakım verme işine değinmesem olmazdı. 



İnsan yavrusu, kendine yetebilecek duruma gelmek için gereken bakım süresinin en uzun olduğu canlı. Hem kendi gözlemlerim hem de belgesellerde diğer canlıların yavrularını büyütme sürecini izlerken bunu açıklıkla görüyorum. Bu uzun bakım ihtiyacı izlediğim bir videoda şöyle açıklanıyor: İnsanın evrimleşme sürecinde iki ayak üstünde dik durabilmek için kalça yapısının daraldığı düşünülüyor. Dört ayak üstündeyaşarken daha uzun olan ve bebeğin gelişimini anne karnında tamamlamasını sağlayan gebelik süresi, evrimleşme nedeniyle oluşan dar kalça doğumu zorlaştıracağı için 9 aya düşüyor. 9 ayda erken doğum oluyor ve bebeğin gelişimi doğum sonrasında dışarıda tamamlanıyor.



Evrim ağacı sitesinde de insan iki ayağa kalktığında, anatomisinde ve fizyolojisinde büyük değişimler yaşandığı yazıyor. Doğumun bu değişimlerden en çok etkilenen şeylerden biri olduğu, iki ayaklı kadınların doğum kanallarının daha dar olmaya başladığı, doğum yapmanın iki ayaklılarda daha zor olduğu anlatılıyor. Ayrıca, doğum kanalının daralması ve başta kadın kemiklerinin yeni doğum anatomisine uygun evrimleşmesinin de uzun bir zaman içerisinde olduğundan, evrim tarihinde insan türünün hamilelik süresinde değişikler olduğuna değiniliyor.



Başka bir gözlemim de şöyle: Doğada gerçekleşen her yavru büyütme tarzına, insan türünde rastlanıyor. Güvercinler yavrularını anne-baba birlikte ailece büyütüyorlar. Bazı kuşlarda yavruları anne yalnız başına büyütüyor. Bazıları yumurtayı başka yuvadaki yumurtaların yanına bırakıyor ve başka anneye büyüttürüyor. Filler ve aslanlar yavruları anne ve teyzelerden oluşan bir toplulukta, erkeklerin yavruya zarar verme riski nedeniyle erkekleri yaklaştırmadan büyütüyor. Bu topluluklarda yavrusu olmayan dişiler de yavruların büyümesine katkı veriyor. 



İnsanlarda da çeşitli yaklaşımlarla çocuk büyütülse de çoğunlukla bakım sorumluluğunu annelerin üstlendiğini görüyoruz. Bakım sorumluluğu çocuklarla sınırlı kalmaz. Kocalar ve ailedeki diğer bireyler ve evin bakım sorumluluğu da kadına yüklenir. Çocuğu kendisi biyolojik olarak doğurmamış kadınlardan, evlat edinerek, koruyucu aile olarak, eşinin çocuklarına bakarak, yakınlarının çocuklarına bakarak anneliği deneyimleyenler var. Çocuğu doğurmuş ancak kendisi bakamayan kadınlar var. Ya da bilinçli olarak anneliği tercih etmemiş kadınlar var. 



Toplumsal olarak tırnak içinde “en makbul” kadın, evlenmiş, çocuk doğurmuş, hatta erkek çocuk doğurmuş, sorunları olduğu halde aile içinde kalmış kadın. Öyle ki, ailenin bütünlüğü, kadının birey olarak değerinden daha yüksek. Evlenmemiş, biyolojik sorunlar nedeniyle anne olamamış kadınlar, eksik görülür, acınır. Hele evlenmeyi ya da çocuk sahibi olmayı tercih etmeyen kadınlar, yargılanır tercihlerinin bedeli ödetilir. İlla bütün kadınlar toplumsal kalıplar içinde yaşamak zorundaymış gibi. Kadın, ailesi ve çocukları için ne kadar cefakâr davranıyor, ne kadar çok kendini yok sayıyor ve aileye adıyorsa, toplum için o kadar makbuldür. Ailesi için ise bu zaten “olması gereken durumdur” ve farkına bile varılmaz. Eğer kadın, aile içi köleliği reddedip, yaşamı için kendi karar vermek ister, birey olmaya doğru bir adım atmaya kalkarsa, bunun bedelini de toplum ve ailedeki erkekler ödetir. O durumda bir çocuğun annesi, bir annenin evladı olmasının hiçbir değeri yoktur. 



İşte böyle koşullar altında ve bu duygularla bu Mayıs Ayında da anneler günü geldi. Cefakâr annelerimizin anneler gününü, yaşıyorsa ve yakınımızdaysa yanına giderek, yaşamıyorsa anarak, uzaktaysa telefon ederek kutladık. 



Marketing Türkiye için bir araştırma yapılmış. Annelere anneler günü deyince ilk ne düşündükleri sorulmuş. Büyük çoğunluk “mutluluk” yanıtı vermiş. Kendi annesini, evladını düşündüğünü söyleyenler var. “Özel hissetmek, hatırlanmak” yanıtı verenler var. Anneler en çok çiçek almaktan mutlu olduklarını söylemişler. Bunca zorluğu yaşayan anneler elbette hatırlanmayı hak ediyorlar.



Ben bu yazıyı anneler gününün tarihçesi ile ilgili yeni öğrendiğim bilgileri paylaşmak niyetiyle yazmaya başlamıştım. Yazı nasıl böyle oldu bilmiyorum. Neyse, o bilgileri umarım bir sonraki sayıda anlatırım.



Annelerimizin, anne olanlarımızın, doğurmamış ama annelik yapanlarımızın, evladını ya da annesini kaybetmiş içi yananlarımızın, anne olmak isteyenlerimizin, anne olduğu içinkendini yok etmeye direnmiş, var etmişlerimizin, anneler günü kutlu olsun. 



Umutla kalın. 



15 Mayıs 2024

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.