E.Y: Zihinsel engelliler okuluna gitmenizle çocuğunuzun da zihinsel engelli olması arasında bir paralellik var mı?
A.G: Evet.
E.Y: Okuduğunuz okul çocuğunuzu yetiştirmenizi destekledi mi?
A.G: Aslında tam tersi… Benim çocuğumdan öğrendiklerim okulda çok yararlı oldu. İş yerinde de çok yararlı oldu. Sürekli araştırıp sorduğum için, “Çocuğuma ne yaparsam yardımcı olurum, nasıl daha ileriye götürebilirim?” diye hem kitapları okudum hem doktorlarla sürekli iletişim hâlindeydim. Onlar da benim bu ilgimi bildikleri için bana bütün kapıları açıyorlardı. Benim yapacağımı bildikleri için sürekli önerilerde bulunuyorlardı. Onu terapilere götürüyordum; uzun bir süre, ama çok uzun bir süre terapilere götürdüm. Çocuğumu iki terapiye birden götürdüm.
E.Y: Ne tür terapilerdi bunlar?
A.G: Biri ego terapi…
E.Y: Ego terapiyi açabilir misiniz yani ne öğreniyorlardı çocuklar?
A.G: Ego terapide çocuğun oturup, uzun süre bir şeye konsantre olması, el becerisi, grup motorik, sign motorik… Bunları öğretiyorlardı. Yani çocuğunuz hiç ilgisiz ya da çok aktif olabilir. Bu ikisinin arasını buluyorlar, “normal” bir düzeye getiriyorlar; tırnak içinde normal diyorum. Ya ilgisini aktifleştiriyorlar, ya da Enerjisini konsantre olmasıyla balans yapıp yani dengeleyip düşünce yoluyla oyun yoluyla uzun bir süre daha oturmasına masa oyunları ile ilgisini oraya aktarmasına yardımcı oluyorlar. Yani her türlü sıfırın altı ve üstünü sıfıra eşitliyorlar diyebilirim. Çok yukarıdaki hareket halindeki bir çocuğu ya da çok aşağıda pasif haldeki bir çocuğu ortaya çekiyorlar; normal bir düzeye getiriyorlar.
E.Y: Anladım. Uyumlu hale getiriyorlar.
A.G: Krampin cimnastikte de çocuğun bütün kas kemik denge hareketlerini sağlıyorlar. Mesela, tırmanamıyorsa, tırmanmayı öğretiyorlar. Denge üzerinde yürüyemiyorsa, yürümeyi öğretiyorlar; takla atamıyorsa, onu öğretiyorlar yani beynin, bütün organlara kas kemik hepsine emir verdiğinde, organların da çalışmasını ve bunu kendine zarar vermeden, düşmeden yapmasını sağlıyorlar.
E.Y: Bunu uzun yıllar çocuğunuzla yaptınız. Bunun yanında bir de diğer çocuğunuz vardı, o engelli değildi ve onunla da ilgilenmeniz gerekiyordu. Bu iki şeyin dengesini nasıl sağladığınızı düşünüyorsunuz?
A.G: Herhalde o sıralar o kadar detaylı düşünmüyordum. Yapılacak mı? Evet, yapıyordum. Eğer, o durumda ara verip düşünseydim, o kadar başarılı olamazdım. Sabah kalkıyordum ve hemen “şu, şu, şu, şu yapılacak,” diye işleri sıraya sokuyordum. Tabi ki her iki çocuğuma da eşit davranmak zorundaydım. Bir tanesi rahatsız, diğeri sağlıklı diye sağlıklıyı da bir kenara atmamam gerekirdi çünkü onun sağlığının bozulmasına neden olurdu bu. Psikolojisinin bozulmasına da neden olurdu. Onunla da ilgileniyordum, öbürüyle de ilgileniyordum. Kendi derslerimle de ilgileniyordum. Kendimi dinlendirmem de gerekiyordu. Arkadaşlarla bir yere gidiyordum. Bir şekilde yolunu bulup ayarlıyordum. Arkadaşlarımın hepsinin çocuğu vardı. Onu belirtmem gerekiyor. Yani ben arkadaşlarımla eğlenmeye gidiyordum derken onlar çocuklarını, ben de çocuklarımı getirüyordum. Eğlenmemiz çocuklar bazında oluyordu.
E.Y:Yani hem iki şeye de bakmış oluyordunuz; hem çocuklarınızla ilgileniyordunuz hem de eğleniyordunuz.
A.G: Çocuklar havuzda yüzerken, biz de lâflıyorduk. Hem yüzüyor, hem de arkadaşlarla konuşuyorduk hem de çocuklarımızla ilgileniyorduk. bir de, hep beraber oturup yemek yiyorduk ki sofra kültürü çocuklar için çok önemlidir yani. Kalabalık bir sofrada oturup yemek yemek başka, bir çocuğu tek başına yemeye mecbur etmek başka. bu şekilde. Sinemaya gittik. Sürekli parklara gidiyorduk. Buradaki parklar biraz fazla yeşillikli ve sulu. Suyla oynama olanakları var. Yeşillik çok fazla. Parktaki aletler çok değişik, onlara gidiyorduk. Büyük parklara gidiyorduk,piknik yapıyorduk… Bir sürü etkinlikler oluyordu, onlara gidiyorduk. ( Sokak etkinlikleri) bu şekilde…
E.Y: Çocuklarınız arasındaki etkileşim nasıldı?
A.G: İyiydi. İyiydi çünkü ben eşit davrandığıma inanıyordum, öyle düşünüyordum. Bunun geri dönüşümünü de aldım. Büyüdüler, şimdi artık küçük değiiller. Kocaman insan oldular. Onların bana geri dönüşümleri hala saygılı ve sevgi dolu. Demek ki doğru yapmışım. Hep eşit davranıyordum. Mesela ben kirazı ya da eriği sayarak veriyordum. Çikolata mı vereceğim, sayarak veriyordum ama o onu yemiyorsa, bu bunu yemiyorsa, birbirlerine veriyorlarsa, o onların sorunu. Yani her şeyi tabaklarına eşit sayıda koyup veriyordum. Bunu da her seferinde belirtiyordum: Ben saydım, ikinizinki de eşit kavga etmeyin!
E.Y: Çok güzel.
A.G: Bırakıyordum önlerine… Sevgimden de aynı şekilde yani birini öpüyorsam ötekini de bırakmıyordum. Birine masal okuyorsam, öbürüne de…Giyisi alınıyorsa, öbürüne de; oyuncak alınıyorsa, ötekine de… Bu şekilde yapılıyordu. eksik gedik yoktu. Sürekli oyuncak da almıyordum.
E.Y: Siz zaten eğitimini aldığınız için çocukla nasıl ilgilenilir, bunuda biliyordunuz.
A.G: Eğitimi ben daha sonra, çocuklarımı büyüttükten sonra aldım. Çocuklar belli bir yaşa gelince okula başladım.
E.Y: Peki çocuklar biri 10 yaşında, birisi dokuz yaşındaydı. Şimdi eğitimini aldınız, stajınızı zihinsel engelliler okulunda yaptınız, bir yıl mıydı bu arada staj?
A.G: Staj yarım seneydi,son sömestirde tez üzerine staj yaptım.
E.Y: Yarım sene evet. Ondan sonra nasıl iş buldunuz ya da şu an çalışıyorsunuz, ana okulu öğretmenisiniz galiba değilmi? Nasıl oldu süreç aynı yerde misiniz? ondan biraz bahseder misiniz?
A.G: Orada değilim, sınıf arkadaşımla ben oradan çıktık. Çalıştığımız iş yerinin prensipleri, başka problemleri vardı.
E.Y: Önce okuldan sonraki yerinize nasıl geçtiniz? Ben bunu soruyorum. çünkü Almanya'da okul okuduktan sonra iş bulma konusunu öğrenmek istedim.
A.G: Anladım, biz staj yaparken beğendiler her ikimizi de ve Kabul ettiler. Bize dediler ki, “gelin çalışın” biz de kabul ettik şartları. Onlar da bizi görüp beğendiler. .biz öylelikle başladık. Ama bir çok arkadaşımızın başına da aynı şey geldi. Stajda görüp beğeniyorlar ve işe alıyorlar. Kadrolu eleman oluyorsunuz.
E.Y: O kadarda zor değildi sizin için?Yani işe alım süreci.
A.G: Ama biz çalıştık. Ben çalışmayıp da “ben stajerim” deyip kenarda durursan, başına böyle olumlu şeyler gelmeyebilir. İşveren bir şekilde işçilerine soruyor, “bu Stajyerler nasıldır?” diye. Sürekli kontrol halindesiniz. Biz orada bir eğitimci gibi çalışıyorduk resmen. Bize verilen ödevleri yapıyorduk. onun dışında çalışıyorduk. Çünkü her zaman insanın görmesi lazım. Bütün bu alıcılarını, antenlerini açması lazım. Hayatın neresinde olursan ol, cinsiyetin, yaşın ne olursa olsun, bunu bilmek zorundasın. Alıcılarını açmak zorundasın. Eğer girdiğin iş yerinde,girdiğin toplumda ve girdiğin ülkede farketmiyor,nereye gidersen git bütün algılarını, alıcılarını açarsan, o zaman karşıdaki insan nasıl bir zor durumda, nasıl kolay yaşantısı var, nasıl yapıyor, neyi, nereye koyuyor? Kiminle, ne konuşuyor? Bu tip şeyleri gözlemlersen. detayları kaçırmıyorsun. Buda sana artı olarak geri dönüyor.
Bu arkadaşımla bizim benzer noktalarımız çok fazlaydı. Biz bir yere girdiğimiz zaman, bakıyorduk, görüyorduk, dinliyorduk duyuyorduk, her bir şekilde her şeyi algılayamazsak bile, çok şeyi algılıyorduk. Detayları kaçırmamaya özen gösteriyorduk. Oradaki iş arkadaşımız, eğitimci, bir bakıyoruz iki çocuk, üç çocuk, geri kalan diğer gruptaki çocuklar orada kalıyorlar. Bu sefer gidip onlarla ilgileniyorduk.
E.Y: Yani tamamlayıcı oluyordunuz değil mi?
A.G: Can simidi gibi yardımcı oluyorduk her konuda. Yatak odasına götürüyorduk çocukları mesela yatırmaya, gidip orada durmuyorduk öyle. Biz nasıl yatıyorlar, önce onlara baktık. O eğitimciler nasıl bir pozisyonda duruyorlar, önce onu gördük. Mesela ya yatıyorsun, ya oturuyorsun, bacağının sol tarafında bir çocuk, sağ tarafında bir çocuk, iki bacağının arasında bir çocuk, ondan sonra eller kalıyor boşta. Yanında duran, bacağının solunda ve sağında duranın öbür tarafına ellerini uzatıyorsun. Bu sefer bir sonraki çocuğa yetişıyorsun. Böylelikle beş çocuğa dokunuyorsun.
E.Y: Çocuk temas istiyor değil mi?
A.G: İsteyen var, istemeyen var. Çoğu istiyor ama.
E.Y: İstemeyene nasıl yardımcı oluyordunuz?
A.G: Onun küçücük, yumuşak bir bez hayvanı vardır, bebeği vardır, ya da kokulu örtüsü vardır; artık nasıl bir alışkanlığı varsa, geliyorsun,odanın sakin bir köşesine koyuyorsun. Diğer çocuklar rahatsız etmesin diye, ya da ses az gelsin diye, ondan sonra örtüyorsun üstünü. Veriyorsun kokulu örtüsünü, hayvanını, bebeğini neyse ne, onu bırakıyorsun kendi kendine. Odadaki sesler, mırıl mırıl ninni gibi geliyor ona, uyuyordu. O çocuklar öyle istiyorlardı, biz de öyle yapıyorduk. Dokunmuyorduk. Bazıları dokunmak istiyor, ya da dokunulmak istiyordu.
Bu şekilde bir eğitimcinin beş çocuğa dokunduğunu ve uyuttuğunu görüyorsun. Kalkıyor yavaşça oradan, gidiyor uyumayanların yanına oturuyor. Oturuyor, yatıyor. O şekilde bütün hepsi uyuyuncaya kadar, sonra da çıkıyor.
E.Y: Peki, bu okulda ne kadar kaldınız?
A.G: Yuvada üç sene kaldım.
E.Y: Ondan sonra ne yaptınız?
A.G: Çıktım. Bir yer var Türkiye’nin Kızılay'ı gibi. Kızılhaç, orada iş buldum.
E.Y: Vay!Kızılhaç’da çalıştınız.
A.G: Orada da çalıştım ama oradaki çalışmam şöyle oldu: Saat 1:00'de başlıyordu, dörde kadar. Okul çocukları. Okulun bahçesinde iki katlı bir bina vardı. Çocuklar geliyorlar okuldan çıkıp karşıya geçiyorlar, okul bahçesinden binaya geliyorlardı. Önce yemek yiyorlardı, sonra ödev yapıyorlardı, ondan sonra hyine okulun binasında oynuyorlardı.
E.Y: Sizin orada rolünüz neydi?
A.G: Yemeği verip ödevlerine yardım etmek. Bahçede oynadığı zaman, bahçede gözlem yapmak, yani çocukların başlarına bir şey gelmesin diye.
E.Y: Zorlayıcı bir şey miydi? Kızılhaç’da çalışmanız, o süreç?
A.G: Çocuklarla çalışmak değil mi? Markasının firmasının adı önemli değil, okul çocuklarıyla çalışmak biraz zor tabi. Küçük çocuklarla çalışmaktan daha zor.
E.Y: Orada ne kadar çalıştınız?
A.G: Orada bir yıl çalıştım, bu da benim şansım oldu. Hamburk’ta okul çocuklarına verilen eğitimin yönetmeliği değişti. Sadece özel bir firmaya devredildi bukonu. Kina Akademi adı altında firmanın bir kuruluşu gelip bu görevleri diğerlerinden;kiliseden deya Kızılhaç’tan, gibi yerlerden kendi üzerine devretmesi, öylelikle işim son buldu. Tekrar başvurmadım. Keşke de başvursaydım diye düşünüyorum şimdi.
E.Y: Neden?
A.G: Daha avantajlı şartlara sahip olabilirdim.
E.Y: Peki ondan sonra ne yaptınız? Yani ben sizin bu son zamanlarda çalıştığınız işi de merak ediyordum. İşiniz hakkında biraz bilgim var, o çok ilgimi çekmişti, o çocukların eğitilme süreci.
A.G: Bu işi buldum. Zaten sürekli iş arıyoruz. İş ve İşçi Bulma Kurumu çünkü ben kendiliğinden çıkmadığım için her iki işte de. İş ve İşçi Bulma Kurumuna gidiyorsun. Eğer kendi kendine işten çıkarsan, üç ay boyunca İş ve İşçi Bulma Kurumu’ndan yararlanamıyorsun, Almanya’da böyle . işveren tarafından çıkartıldığın anda, derhal baş vuruyorsun ve paran oradan devam ediyor. Hakların, emekliliğin ve sağlık sigortan devlet üzerinden devam ediyor. İş bulmak üzere bir de sana işte buluyorlar. Yani firmalar var o firmaların adreslerini veriyorlar. O firmalara gittiğimiz zaman bize iş buluyorlar. Adresler veriyorlar, gidiyoruz. Eğer beğenirlerse, devlet o firmalara bizi işe soktuğu için para veriyor.
E.Y: Çok güzel.
A.G: Ama ben bunu internetten buldum, firma aracılığıyla değil. Başvurdum. Görüşme yapıldı, iş alımı için yapılan görüşmeler. Ondan sonra kabul oldu. On sene doldu, bitti,11senedir orada çalışıyorum şu anda.
E.Y: Ooo bayağı oldu. Oradaki yöntemi anlatabilir misiniz?O yöntem çok ilgimi çekmişti. Okulda eğitimin yöntemi,tekniği mi denir bilmiyorum. O çocukların eğitilme tekniği. O çocukları nasıl eğitiyorsunuz? Galiba okulunuzun ayrı bir kendisine has bir tekniği varmış.
A.G: Evet bizim çalıştığımız konseptimiz yani şöyle bir şey var: Bizde grup yok. 0-3 yaş grubu 3-06 yaş grubu iki grupdayız biz. Ben 3-6 yaş grubunda çalışıyorum. Gruplar yok, fonksiyonları olan odalar var. bizim bir konseptimiz var. Yuvamızda küçük bebeklerin grubu var. İki tane var. Bizim yaş grubu olan çocuklar açık konsepti, onun türkçesini bilmiyorum. Ama şöyle açıklayabilirim: Fonksiyonel odalarımız var.
Bu odalara çocuklar gitmek istediği zaman gidebilir. Ama bu nasıl oluyor kaos da olmaması lazım. Bizim bilmemiz lazım bu çocuk nerede, ne zaman, hangi odaya girdi? Şu anda hangi odada? Çocukların erişebileceği magnetic, mıknatıslı tahtamız var. evet,her çocuğun mıknatıslı Fotoğrafları var. Bu mıknatıslı tahtanın üzerinde de grupların fotoğrafları var. Yani boş tahta değil. Grupların fotoğraflarının yapıştırıldığı mıknatıslı bir tahta var.
Çocukların kendi fotoğraflarının arkasında da mıknatıs var. Eğitmenlerin fotoğraflarının arkasında da mıknatıs var. Hatta stajyerlerin bile mıknatıslı fotoğrafları var. Ben sabah geliyorum işe, diyelim ki atolyedeyim. Atölyede oyun hamuru var. Çivi çakılıp testereyle kesilecek bir alan var.
E.Y: Marangoz gibi mi?
A.G: Evet ama çok küçük. Boya yapılabilecek ya da kesip biçilip, yapıştırılabilecek alanlar var. Atolyemiz böyle. Bir de küçük lavabamız var. Atölyeye kendi fotoğrafımı koyduğum zaman çocuklar biliyor ki o gün kim atolyede. Veya bir başka küçük odamız daha var. O odada da bebeklerimiz küçük bir mutfağımız, Kitaplığımız, masa, sandalye ama onların hepsi çocuk boylarında. Yastıklarımız, battaniyelerimiz, el kuklalarımız, bu tip şeyler var. Orası rol bölümü oluyor. Bir çocuk bir role girmek isteyebilir.
Eylem: Ooo! çok güzel.
A.G: O şekilde değişik kıyafetlerimiz var, süslü püslü şapkalar, ayakkabılar, çantalar. Hep biz büyüklerin kullandığı eşyalar, giyiniyorlar. Aynamız var. Bu şekilde oyun oynuyorlar. İstediği rolün oyununu yapabiliyorlar, girebiliyorlar. Veya spor salonumuz var. O spor salonuna gitmek istiyorsa, o da olabilir veya bir küçük bahçemiz var. O eğitmen nasıl bir plan yapıyorsa. Veya dışardaki oyun parkı o da olabilir. Kendi fotoğrafını yapıştırıyor. Ondan sonra çocuklarla bütün gün içerisinde ne yapmak istiyorsa, fotoğrafların yerlerini değiştiriyor. Yemeğe gidiyorsa, yemek mutfağımızın resmi var. Ona yapıştırıyor kendi fotoğrafını. Yemeğe gidiyor, geliyor. Ondan sonra da bizim yeşil ve kırmızı boncuklarımız var. Eğer yemeği beyeniyorsa, yeşil boncuk atıyor kavanoza. Yok beyenmiyorsa, kırmızı boncuk atıyor. İki kavanozumuz var, iki boncuk rengimiz var. Böylelikle o günkü yemeğin beğenilip beğenilmediğini öğreniyoruz ki bir dahaki sefere ısmarlayalım ya da ısmarlamayalım. Çocukların istediği, beğendiği şeyleri, çoğunluğun beğendiği şeyleri seçmeye çalışıyoruz yemek seçiminde.
E.Y: Sadece yemek seçiminde mi bu kırmızı yeşil boncukları kullanıyorsunuz?
A.G: Sadece yemek için yapılan bir seçim. Çocuklar kendi kendilerine karar veriyorlar. Ben bu yemeği sevdim, ben bu yemeği sevmedim.Yyemek işleri bittikten sonra bakıyoruz, Bir de bizim bir listemiz var. Bu tarihte, bu yemek çoğunluk tarafından beğenildi, tekrar ısmarlayabiliriz. Bu tarihteki bu yemek 2-3 çocuk tarafından beynildi, geri kalan tüm çocuklar beğenmedi, bir daha ısmarlamıyalım. Yani çocuklar karar veriyor. Gideceği odaya da çocuklar karar veriyor. mesela haftada bir müzik öğretmeni geliyor. Çocukların kullanabileceği müzik enstrümanları çocukların boylarına uygun darbıkalar var. Çocuklarla beraber bu müzik öğretmeni gitar çalıp şarkı söylüyor. Çocuklar şarkı söylüyorlar, dans ediyorlar. Ve bu müzik enstrümanların ıçalışıyorlar. Ritim tutturmaya çalışıyorlar. Müzik öğretmeni buna yardım ediyor. ondan sonra haftada bir, (Bir dakika, bunun Türkçesini bilmiyorum.) Güney Amerika davulu ama bizim davul değil. Bu davulla ritim tutma, ritim öğrenme çalışması yapıyoruz. Ama bunlar Güney Amerika davulundan, Brazilya’dan gelen değil. İnce, uzun Afrika’lıların davulları gibi. Çocuk boylarında. Ama bildiğiniz Türk davulları gibi değil,Latin Amerika, Afrika’nın davulları. onlara haftada bir öğretmen geliyor, zamba adı, çocuklara ritim öğretiyor.
E.Y: Çocuklara okuma saati falan var mı?
A.G: Biz oku değiliz.
E.Y: Okuma saati derken, çocuklara kitap okuyor musunuz?
A.G: Her zaman. Özellikle Stajyerin görevi, çocuklara okumak. Evet,var. Özellikle kış günlerinde role büründüğü oda biraz daha karanlığa kalıyor. orada ışık azaldığı için orayı biz iyice kapatıyoruz, iyice kalınlaştırıyoruz.Orada yemekten sonra da dinlenme saati de yapıyoruz. Ya kitap okuyoruz, Ya dabir masal dinliyor çocuklar. Ama onun dışında kitap okuyoruz. Çocuk istediği zaman getirip elimize vergiyi zaman kitap okuyoruz.
E.Y: Normalde sizin Almanya'ya gittikten sonra Türkiye'deki yaşamınızı çok sormasam bile, Almanya'daki yaşamınızı sormamın nedeni; bir kadının nasıl kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışması ile ilgili bir deneyim dinlemekti. Bbunun dışında bu yöntemi-tekniği de öğrenmek istedim. çok ilgimi çekti. Dergi okurlariyla da bunu paylaşmak istedim. Onun dışında yani kendiniz hakkında söylemek istediğiniz, nasıl bağımsızbir insan oluşunuz hakkında benim sormayı unuttuğum, ya da tavsiyeleriniz, ya da herhangi bir şekilde söylemek istediğiniz bir şey var mı?
A.G: Aslında bir sürü şey vardır mutlaka tabii ki ama çok kısa şunu söyleyebilirim: Eğer bir kadın ya da bir anne doğru bildiğine inandığı bir şey yapıyorsa, sonuna kadar götürsün bence. Etrafından çekilmesin.O etraf benim de etrafımda vardı.
Herkes bana bı bı darken, ben doğru bildiğim yoldan yürüdüm. Herkez şimdi parmağıyla gösteriyor, “aferin” diyor.
Eylem: Bir örnekle açıklayabilir misiniz? Mesela okul okurken, okumaya başlarken, ya da bir şey yaptığınızda, etraftan destek görmediğiniz zamanlar nasıl oldu o süreç?
A.G: Ben umursamıyordum yalnız. Benim avantajım, karakterimin en iyi noktası bu, en iyi halkası diyeyim bu.Doğru bildiğim yolda gittim ve etrafındakilerileri eledim, umursamadım. Benim için söylenilen sözlerin hiç biri önemli değil. Çünkü hepsi arkamdan söyleniyor. Arkamdan söylenilen sözler arkamda olduğu için duymuyorum. görmüyorum.
E.Y: Evet mantıklı, böyle mutlaka bunu yaşayan başka insanlarda vardır. Onların da kendini sizin yerinize koyması için bir örnek verebilir misiniz?
A.G: Almanya'da iki mahallede kaldım. Birincisinde çok geçmişim olmadı, çok insan tanıyamadım. Ama ikincisinde epey bir insan tanıdım. Çünkü iki çocukla beraber parka da gidiyordum sürekli ve oradaki türkleri tanıma şansım, zamanım oldu.
E.Y: Sadece Türkler mi vardı o mahallede çoğunlukla?
A.G: Birsürü insan vardı ama ben genelde Türklerle ilişkiye girdim. Çünkü okulda bir sürü yabancı insan görüyorsun. yuvada zaten birsürü yabancı insanla görüşüyorsun. Alman olsun yabancı olsun sürekli Almanca konuşuyorsun. Aile yok, akraba yok, gönlün kayıyor.
E. Y. Tabi kendi dilini konuşuyorsun.
A. G.: Aklın kayıyor. Ben de o yüzden fırsat bu fırsat diyordum. Gördüğüm şu: orada çok tembeller. Bizim mahalleye Almanca kursu geldi. Ben otobüse, trene binip gidiyordum. Önce çocuğumu bırakıyordum yuvaya, ondan sonra otobüs, trenlerle gidiyordum. Almanca kursuna. Bunlar mahalleden, apartmandan aşağı inecekler, oraya gidecekler. Toplasan 5 dakika, en fazla, 10 dakika bile değil. 5 dakika tutan bir sürede orada olacaklar. Hemen merdivenden inip karşıya geçiyorsun, kurs, gitmiyorlar. Ve haftada bir, buna burun kıvırıyorlardı. Ya da çocuklarını yuvaya vermeleri. Ve bununla mücadele ettiğim bir kadın vardı. Gencecik bir kadın. Onun beş tane çocuğu oldu. Sırayla çocuk yaptı. Onun en büyük oğlu, benim en küçük çocuğumla yaşıt. Ben çocuklarımın ikisini de erken yaşta yuvaya verdim. Onların sosyalleşmesi, kalem, makas gibi okul araç gereçlerini bir an önce kullanması,oyuncak, ya da her hangi bir şeyi paylaşması, Almanca öğrenmeleri, her şeyin açısından iyi olur diye ve okula gitmem açısından iyi olur, benim açımdan da iyi olur diye.
E. Y.: Tabi.
A. G.: Çocukları yuvaya erken vermiştim. Bu bayan çocuğunu, çocuk arabasında, alışveriş merkezlerinde büyüttü diyebilirim. Alışveriş merkezlerine gidiyordu. Geç kalkıyordu, erken kalkmıyordu. O yüzden çocuğu yuvaya vermek istemiyordu. Çocuğunu arabaya bindiriyordu, alışveriş merkezine gidiyordu. Gününü o şekilde geçiriyordu. O çocuğun kemik yapısı, o çocuğun zihinsel yapısı, bilemiyorum yani çocuk zaten başarılı olmadı şu anda. Benimçocuğum zihinsel özürlüydü. Belli bir noktaya kadar geldi, ondan sonrası yok. Ama bu, öyle değildi.
E. Y.:Evet ama.
A. G.: Zeki, akıllı bir çocuktu, sağlıklı bir çocuktu ama eğitim verilmediği, ilgilenilmediği için çocuk başarılı olamadı.
E. Y.: Şimdi ne yapıyor mesela çocuk?
A. G.: Şu anda doğru dürüst bir mesleği yok. İş bulup çalışmanın derdinde öyle yani.
E. Y.: Peki sizin büyük oğlunuz ne yapıyor şu an?
E. Y.: Büyük oğlanla bu konuda mücadele etmiştim. Onun derdi, hemen kısa yoldan okulu bitirip işe başlamaktı. Ona birazcık vicdan yaptım diyebilirim. Dedim ki, “ bak ben yaşlıyım, hastayım, sırf benim için bu sınava girsen. Sadece gir ,bir bak bakalım kazanıp kazanamayacağına, sadece gir sınava.” Çünkü buranın okul sistemi çok farklı. En kötüsü, en ortası, en güzeli, en yükseği, üç değişik kademe var. Ondan sonra başlıyor yüksek okul, ya da meslek okulları. Bu üç kademede en kötüsünü seçti. Bu da benim hazmedemeyeceğim bir durum
E. Y.: Tabi.
A. G.: Sınava girdi, ortaya geldi. Yapabildiğine inandı. Ondan sonra bıraktım, dedim ki, “üstüne çıkmayacağım.” Ben yine aynı şekilde telkin usulüyle onu bir yerlere getirme çabasındaydım. Onu da başardı, onun sınavına da girdi. Bir üstüne de geldi. Sıra geldi üniversiteyi okumaya. Üniversiteyi okumayı istemiyordu. Ben de bir onun yarım sene mücadelesini verdim. “Sadece, sadece benim için 1 kere oraya gir, bak bakalım beğenmiyorsanbenim ağzımdan bir daha bir şey çıkmayacak. Sana söz veriyorum.” gibi telkinlerle, veya vicdan yaparak çocuk sınavı kazandı. Almanya’da iyi bir üniversiteyi kazandı. Başka bir şehirde kazandı, gitti oraya ve çok memnun kaldı. Okulu bitirdi, okulda çok fazla yabancı yokmuş. Hatta bir tane siyah Afrika’lı bir çocuk varmış, koskoca üniversitede bir tane Afrika’lı var.
E. Y.: Bir de o var.
A. G.: Yani Almanların gittiği bir üniversite, orayı kazandı. Orayı bitirdikten sonra bir de eline bir olanak çıktı, başka bir ülkede çalışma olanağı. Oraya gitti, onu da yaptı geldi, o görevi de bitirdi. Tek başına başka bir ülkede yaşamak, bunu da kendine kanıtladı. Şimdi Almanya'da iyi bir firmada, yani epey bilinen, saygın bir firmada çalışıyor. Memnun işinden.
E. Y.: Çok güzel, eğitimli bir kadının, eğitimli oğlu nasıl olur?
AG.: Çocuğu.
E. Y.: Çocuğu evet. Yani o kadar çok mutlu oldum ki anlattığınız bu şeyiçin. Çünkü bu anlattıklarınızı diğer insanlar da dinleyecekler ve diğer insanlar için de bir şey olacak bence. Yani en azından bir örnek görseler,benim için iyi bir şey olur. onlar için iyi bir şey olur diye düşünüyorum. Son olarak paylaşmak istediğiniz, benim sormayı unuttuğum, ya da sizin “ya Bu da söylense iyi olur.” Dediğiniz,
A. G.: Aslında benim çok samimi olduğum,okul aracılığıyla tanıdığım, görüştüğüm arkadaşımın çocuklarını da anlatmak isterim çok çok kısa. Onun da iki çocuğu vardı. Birisi annesiyle aynı mesleği yaptı, evlendi. kocası ile beraber bir ev satın aldılar. Önce uzun zaman kocasını tanımak istedi, hayatı gezip tozup öğrenmek istedi. Biraz para biriktirmek istedi. Ondan sonra çocuk sahibi olmak istedi ve şu anda bir çocuğu var. Arkadaşımın diğer çocuğu, o da meslek eğitimini yaptı. Çok sevdiği bir mesleyi var evlendi ve bir çocuğu var. Yani kararlı bir anne-babanın, ya da sadece annenin çocuğu istikrarlı, kararlı, kendi yolunu çizen bir ebeveynin çocuğu herhalde “herhalde” diyorum, her zaman istisnalar olur,
E. Y.: Tabii.
A. G.: Doğru yolu bir şekilde buluyor hayatım bir döneminde.
E. Y.: Kesinlikle yani sizin yaptığınız vicdan yapmayı bile güzel kullandığınız için çocuğunuz okudu. Yani her şeyin doğru kullanıldığında güzel olabileceğini gördük şu an.
A. G.: Bir şey daha söyleyebilirim.
E. Y.: Tabi.
A. G.: O kadar kadın ve genç kızla karşılaştım, o kadar çok sorunlarını dinledim ki yani karakterimden dolayı dinlemeyi sevdiğim için karşıdaki konuşuyordu, ben sadece dinliyordum. Staj yaptıktan sonra çalıştığım iş yerimde bir bayanı tanıdım. Genç bir bayandı. O zamanlar 25 yaşındaydı. Almanya'da doğmuş, büyümüş, belli bir yere kadar okula gitmiş, ondan sonra karşı'deki komşusu çalışıp para kazanıyor diye, kendisi de okulu bırakmış, iş hayatına başlamış ve iş hayatı darken, temizlik firmasına girip temizlik yapmaya başlamış. Okulundan olmuş. Daha sonra, epey epey zaman sonra bunun hata olduğunu anlamış. Benim çalıştığım yuvada staj yapmaya başladı. Ama onun bir meslek okuluna başlaması lazım, kaydını yaptırması lazımdı. Ne yazık ki o kadar geç kalmış ki yaşından dolayı kaydını yaptıramadı.
E. Y.: Kaç yaşındaydı?
A. G. evet, yuvada eğitmenlik okuluna girme hakkını kaybetti. Başka bir meslek düşünmesi gerekiyordu. Düşünebiliyor musunuz? o kızın, bu genç kızın anne babası “baskı” demeyeyim de,zamanında yeteri kadar tepki vermiş olsaydı, kızıyla farklı konuşmuş olsaydı, o kız okulunu bitirseydi, her hangi bir mesleğe girmiş olsaydı, çok daha farklı olurdu, mutlu olurdu.
E. Y.: Kesinlikle yani yanlış bir şey. Peki şu an ne yapıyor?
A. G.: Uzun zamandır görmüyorum. Benim yolum çok farklı olduğu için on yıldır sürekli ben çalıştığım için başka şeylere de olanak tanıdığım için yani benim zamanım kalmıyor. Bir tarafa gezmeye bile gidemiyorum. Karşıya bile gidemiyorum öbür tarafa. Benim eski iş yerimle şimdiki iş yerim ters istikamette, oraya ulaşamıyorum.
E. Y.: evet.
A. Y.: Görmüyorum, o yüzden de bilmiyorum. Ama bir şekilde bir yolunu bulmuştur, bir yerlere girmiştir mutlaka diye düşünüyorum, umuyorum.
E: Y.: Evet yani bir annenin çocuğunu iyi yönlendirmesi ve kötü yönlendirmesi ile ilgili iki-üç örnek dinledik. İyi oldu tabi yani bunun dışında söylemek istediğiniz bir şey yoksa, size çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok güzel bir söyleşi olduğunu düşünüyorum. Umarım ki siz de öyle düşünüyorsunuzdur.
- G.: Ben de öyle düşünüyorum. Teşekkür ederim.
E. Y.: Ben de teşekkür ederim.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.