Aldığımız bütün eşyaların içinde kullanma kılavuzu vardır. Biz okuyup inceleyerek ürünümüzü bozmadan, en iyi verimle kullanmanın yollarını öğreniriz. Çoğu kez, “kullanım kılavuzu var mı” diye satıcıya sorarız. Haklıyız, yapacağımız yanlış, ürünümüzün bozulmasına neden olabilir. Paramıza yazık olur.
Peki, biz çevremizi, doğamızı, yaşadığımız kenti kullanmak için kılavuz kullanıyor muyuz? İnsan beyni bu en doğal yaşama ortamını kullanmak için ne gibi doğrulardan yardım alıyor? Yaşadığımız çevre bize kendisini doğru kullanmanın yollarını her gün her saat anlatır da biz illa yazılı belge isteyen garip insanlar hep yanlış yaparız, anlamayız, umursamayız, tüketiriz, kırarız, dökeriz. Bir doğal afet olunca da günah işleyen başı açık, bacağı çıplak, oruç tutmayan insanların yüzünden olduğunu söyler, bütün sorumluluklarımızı o akan sellere, çöken toprağa bırakır kurtuluruz.
Sıcak günler yaşanan yaz mevsiminde, insanlar deniz kenarına, ağaç altına koşar. Bir gölge bir serinliktir aradıkları. Buraya kadar doğal bir davranış. Yaz aylarını Foça’da geçiren bir serinlik arayıcıyım ben de. Denizinde yüzmenin, sahil kahvelerinde oturmanın, maviye karşı çayını yudumlamanın keyfini çıkarmaya çalışan binlerce insandan biriyim.
Yaşadığım en küçük mutlulukta payı olan herkesi severim, onlara minnet, saygı duyarım. İnsanların yanı sıra ağaçların, denizin, tümüyle doğanın yeri vardır bu minnetimde. Ben bunları kendi adıma söylüyor, benim gibi düşünen insanların azımsanmayacak kadar çok olduğuna da inanıyorum.
Son günlerde yaşadığım olumsuzluklar öylesine arttı, öylesine içimi acıtıyor ki böyle bir yazıyı dile getirmekten alamadım kendimi.
Sezon başında Foça’ya geldiğimde bütün alanların, sokakların; petunya, sardunya vb çiçeklerle bezendiğini görmüştüm. Pembeli, beyazlı, allı, morlu petunyalar kocaman saksılarında sevgiyle salınıyordu. Çok güzeldi. Çiçekler gürdü, sevdalıydı. Yaptığım yürüyüşlerde saksıların; kâğıt, pet şişe, sigara izmariti, dondurma külahı ile dolduğunu gördüm. Zaman zaman birikenleri alıp çöpe atmaya çalıştık ama her gezi anımızda mutlu olmak yerine sinirlenen, söylenen, sevimsiz insanlar olmaya da başladık. Çiçekler de alı al moru mor şaşırıp kaldılar bu halimize.
Bir büfenin önünde dibine çiçek dikilen ağaç, kedi, köpeklerin girip dışkılamaması, çiçekleri ezmemesi için çitlerle çevrilmiş. Tamam, hayvanlar giremiyor, ama izmarit ve sigara paketleri atan aymaz insanların elleri giriyor. Çiçeklerin üstü çöplerle örtülü, hatta çiçek kalmamış. Oysa hemen beş on adım ötede çöp kutusu var. Büfe sahibiyle konuştum, bir dedim bin işittim, haklı olarak öfkeli, bıkkın…
Foça’nın çok güzel bir özelliğidir. Lokma dökerler, tarçın şerbetli; iyi niyet, dua bekleyen hayır lokmaları. Yenilen ballı lokmaların sokak köşelerine atılan boş kapları ise insanın ağzındaki tadı siler süpürür, acıtır.
Bizim halkımızın vazgeçemediği, çok büyük mutluluk duyduğu bir eylem vardır. Çekirdek çitlemek, içlemek mi desem yoksa. Deniz kenarında, maviye bakarken çitlemenin keyfi de bir başka oluyor herhalde. İçlesinler, çitlesinler, zevklensinler… Kimsenin keyfinin, dilindeki lezzet iplikçiklerinin düşmanı değilim ama öyle püf diye püflemeden, kabuklarla dağlar oluşturmadan, yüzüme baka baka yere atmadan yesinler. Onlar çekirdek içlerken ben onlara içleniyorum çevreyi kirlettikleri için.
Yeşil çimenlerde midye kabukları sıcağın altında yağlı yağlı parlıyor. Deniz kenarında yağlanıp uzanmış insanlar gibi. Kokusu ve sinekleri ise bir başka dert.
Islak mendil iyi bir buluş. Her halde kullanım kılavuzunda ‘Kullandıktan sonra yere atmayınız!’ yazmadığı için bütün köşe bucak, çiçek saksıları, sokaklar, kumlar ıslak mendil kalıntılarıyla dolu. Hele otluk alanlarda dikenlere, çalılara takılıp sallananlar sanki o bitkilerin bizi kurtarın diye astığı birer imdat çağrısı; beyaz bayraklar. “Düşman değiliz, barış barış…” Yani doğa savaş istemiyor, barış ve sevgi istiyor o kadar.
Parklarda, spor aletlerinin olduğu yerlerde de durum aynı. Bu insanlar, büyüklerin eğitemediği çocuklar, nasıl bu kadar şişeyi kırıp, atıklarını, kola kutularını, dondurma ambalajlarını, mısır koçanlarını böylesine rahatlıkla atıyorlar yerlere.
Çayır çimen, ağaç, çiçek, deniz poşetlerle sarmaş dolaş. Bu kirliliğin önüne toplamakla geçmek çok zor. Çünkü rüzgâr açık çöp kutularından köpeklerin çıkarttığı çöpleri, poşetleri keyifle uçuruyor. Oysa rüzgârın kuru yaprakları uçurmasını, kelebeklerle yarışmasını isterdim…
Bütün kadınların evinde biriktirdiği ya da çöpe attığı o poşetleri saklayıp pazara giderken kullanması öyle kolay ki. Çevredeki poşet dolaşımı azalır. Doğa daha az kirlenir. Esnaf için de ekonomi olur. Ben öyle yapıyorum, bunu yapmak için eğitim görmek, zeki olmak gerekmiyor ki, yalnızca biraz duyarlılık, “aman bana ne” dememek. Benim poşet uzattığımı gören kimi pazarcılar teşekkür ederken bazı müşteriler de “ah keşke herkes sizin gibi yapsa” diyor. “Çok mu zor siz de yapın” demeliyim. Bu doğayı korumak hepimizin görevi…
Muhteşem bir koya inerken, güneş batımını zevkle izlemek, ölümsüzleştirmek için objektifi açtığınızda çöpleri, kırık bira şişelerini görmek, o güzel denizin mavisini, güneşin kızıllığını solduruyor. Acaba buralara koyulacak uyarılar, hatta cezalar, derken çekiniyorum, çünkü “demokrasilerde ceza olmaz” diye diklenen bazı bilmiş insanlar geliyor aklıma- uygulansa. Ya da başka yerlerde bu nasıl sağlanıyor diye araştırılsa, ne bileyim bir çözüm aransa…
Yazlık yerde günler alabildiğine aynı işleri yapmaya odaklanmıştır. Çok az kişi için kitap okumak dışında; deniz, kahve, çay, bira… Yemek içmek. Akşam olunca da okey taşlarına step dansı yaptırmak, sarhoşlukla bestesi bozulan şarkılar söylemek, geç saatlere kadar günlük aktivite olan gürültüyü sürdürmek. Uyumak, dinlenmek isteyenleri düşünmeden, ucu kaçmış söyleşilerin ipini çekmek. Siz o kişiyi uyarırken rahatsız olmasından korkarak lütfen ile başlayan cümleleri bitiremeden, “burası tatil yeri, huzur evine git o zaman,” cümlesiyle bütün gece uyuyamamanın garantisini alırsınız.
Belediyenin güzel bir çalışması oldu. Denize çok girilen bir sahilde, engelli, yaşlı ve yürüme zorluğu olan insanlar için bir iskele oluşturdular ve hemen denize girilecek kısmına Foça’da yaşayan engelli bir çocuğun tekerlekli sandalyede oturan bir maketini koydular. Burasının ne amaçla, kimler tarafından kullanılacağını, bu konuda gereken özenin gösterilmesini maketin üstüne yazdılar. Denize gittiğim günler o güler yüzlü, engelli çocuğun gözlerinden aldığım sevgiyle mutlanırken gelen insanların soyunup giysilerini havlularını o figürün üstüne atmaları, poşetlerini başından geçirip öteberilerini koymaları beni çok üzdü… Bu nasıl bir rahatlıktır? Bütün neşem, sevgim, güzel duyumlarım o örtülerin altında kalıyor. “Duyum engellisi” diyeceğim kişilerin yazılanları, oranın kullanma amacının ne olduğunu anlamaları için bir insan mı dikmeli figürün başına? “Sana ne alt tarafı bir maket ne olacak ki?” cümlesini duyacağım zamanı korkuyla bekleyerek belki işe yarar diye yine lütfenli bir dille uyarıyorum. Yakın bir zamanda o güzel çocuk figürünün başsız kalıntısını görmek ise içimi çok acıtacak.
Dünya, doğa, sular, denizler, ağaçlar bize emanettir. Bırakacağımız bu miras asırlardır bize birilerinden kalıyor, tepe tepe kullanıyoruz. Yarın iyice tükettiğimiz, hırpaladığımız bu doğa için hiç utanç duymayacak mıyız?
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.