YAZAN: Yayla BOZTAŞ
Karşıyaka Çarşı’sı kocaman bir dere. Küçük çırpıntılarla akıp duruyor insanlar. Yüzlerinde sabah güneşinin ılık okşayışı ve aydınlık ışığı. Konuklarıma İzmir’in boyozunu tattırmak istiyorum. Bir Simit Evi’ne giriyoruz. Nedense her yerde yabancı özentili sözcükler “Simit Center.” Ana dilinin kurallarını hakkıyla bilmeyen insanlara İngilizcenin Center’ini öğrettik ya, helal olsun bize.
Üst katta caddeyi gören bir masaya oturup garsonu bekliyoruz.
“Boyoz ve çay istiyoruz,” diyorum. Garson genç, kirli sakallı, asık yüzlü. Servisi yaparken çatal, bıçak, peçete, getirmiyor. Asık yüzünü değiştirmek için “Konuklarım ta Antalya’dan geldi. Hiç boyoz yememişler, beni mahcup etme lütfen, sıcak olsun,” diyorum. Garsonun “İyi etmişler,” cümlesinin bende bıraktığı algı “İyi halt etmişler” le denk. İnik kaşlarından gözlerindeki ifadeyi yakalamak çok zor. Yüzünde zaten gülüşün izi yok. İstediklerimize göre uzun süre bekliyoruz.
Çaylar gelip soğurken çatal, bıçak hâlâ yok. Biraz bekleyip elimizle yemeye başlıyoruz. Boyozlar bitip ikinci çayı isterken çatal bıçak geliyor. Geç kaldığını anlayınca özür dilemekle dilememek arasında “Ben alt kattaydım söylemediler” diyor. Sanki ilk gelen garson değilmiş gibi. Şaşkınım ama büyütmemek için tutuyorum kendimi. Çıkacak bir tartışma konuklarım için tatsız bir anı olur. Yine de “Zaten arkadaşınız pek asık suratlıydı iletişim kuramadım,” diyorum. Çok pişkin; “Orta yaşlı mıydı?” diyor. Öylesine kararlı ki. “Sendin,” demek istemiyorum. Ya yanılmışsam. “Hayır genç,” İlk konuşmamıza göre yüz çizgileri gevşiyor. Kim bilir belki de şikâyet etmemden korkuyor. Ya da yirmi dakika önceyi unutacak kadar sorunlu, dalgın. Beceriksizliğinin, sorunlarının üzerine gülümseyerek bir çizgi çekiyorum.
Sokakta akan insan seli ilerleyen saatle artıyor, iki genç kız büfeden aldıkları salamları bir sokak köpeğine yedirmeye çalışıyor. Yaşlı hayvan yattığı yerden isteksiz uzatıyor ağzını salamlara, ayıp olmasın der gibi.
Bir kadın ve erkek ellerindeki gazeteleri satmaya çalışıyorlar. Aylardır gördüğüm, sıcak duygularla gülümsediğim, inandıklarını birilerine anlatmak isteyen insanlar. Birkaç genç gelen geçenin önünü keserek Greenpeace üyeliği için bilgi vermek istiyor. Caddede yürüyenlerin çoğunlukla sağ elleri kulaklarında… Dudakları kıpır kıpır. Çevredekilerin duyacağını düşünmeden, bağıra bağıra telefonla konuşuyorlar.
Banka ATM’sinin önünde biriken insanlar kendilerine ait parayı makineye minnet duyarak alıyorlar. Sanki kendilerine verilen bir bağış gibi. Ya da “Şükürler olsun bu ay da maaşımızı alabildik” düşüncesinin rahatlığıyla paralarını acele çantalarına sokup uzaklaşıyorlar. Vezneden ya da mutemetten, -karşımızdaki bir insandan- maaş aldığımız günler geliyor aklıma. Bana uzanan eldeki para benim alın terim. Bir aylık emeğimin karşılığı. Veren de alan da mutlu. Gülüşümüz kesişiyor bir yerde. Teşekkür edişimiz nezaketen. Eskilerden kalan bir anı.
Bizden önce gidenlerin masasında kalmış tüketmedikleri bir yığın yiyecek. Bunları bulamayanları düşününce içimi ince bir sızı dalayıp geçiyor. Tüketim ve değer bilmezliğe basit bir örnek.
Masalarda daha çok ikişer kişi oturuyor. Aralarında konuşma yok. Ellerinde telefonları, telefonlarında gözleri, önlerinde soğuyan yemekleri.
Yemeklerin ve gülüşlerinin sıcak olmasını dileyerek masamızdan kalkıp biz de bulanık derenin seline katılıyoruz.
Karşıyaka Çarşı’sı kocaman bir dere. Küçük çırpıntılarla akıp duruyor insanlar. Yüzlerinde sabah güneşinin ılık okşayışı ve aydınlık ışığı. Konuklarıma İzmir’in boyozunu tattırmak istiyorum. Bir Simit Evi’ne giriyoruz. Nedense her yerde yabancı özentili sözcükler “Simit Center.” Ana dilinin kurallarını hakkıyla bilmeyen insanlara İngilizcenin Center’ini öğrettik ya, helal olsun bize.
Üst katta caddeyi gören bir masaya oturup garsonu bekliyoruz.
“Boyoz ve çay istiyoruz,” diyorum. Garson genç, kirli sakallı, asık yüzlü. Servisi yaparken çatal, bıçak, peçete, getirmiyor. Asık yüzünü değiştirmek için “Konuklarım ta Antalya’dan geldi. Hiç boyoz yememişler, beni mahcup etme lütfen, sıcak olsun,” diyorum. Garsonun “İyi etmişler,” cümlesinin bende bıraktığı algı “İyi halt etmişler” le denk. İnik kaşlarından gözlerindeki ifadeyi yakalamak çok zor. Yüzünde zaten gülüşün izi yok. İstediklerimize göre uzun süre bekliyoruz.
Çaylar gelip soğurken çatal, bıçak hâlâ yok. Biraz bekleyip elimizle yemeye başlıyoruz. Boyozlar bitip ikinci çayı isterken çatal bıçak geliyor. Geç kaldığını anlayınca özür dilemekle dilememek arasında “Ben alt kattaydım söylemediler” diyor. Sanki ilk gelen garson değilmiş gibi. Şaşkınım ama büyütmemek için tutuyorum kendimi. Çıkacak bir tartışma konuklarım için tatsız bir anı olur. Yine de “Zaten arkadaşınız pek asık suratlıydı iletişim kuramadım,” diyorum. Çok pişkin; “Orta yaşlı mıydı?” diyor. Öylesine kararlı ki. “Sendin,” demek istemiyorum. Ya yanılmışsam. “Hayır genç,” İlk konuşmamıza göre yüz çizgileri gevşiyor. Kim bilir belki de şikâyet etmemden korkuyor. Ya da yirmi dakika önceyi unutacak kadar sorunlu, dalgın. Beceriksizliğinin, sorunlarının üzerine gülümseyerek bir çizgi çekiyorum.
Sokakta akan insan seli ilerleyen saatle artıyor, iki genç kız büfeden aldıkları salamları bir sokak köpeğine yedirmeye çalışıyor. Yaşlı hayvan yattığı yerden isteksiz uzatıyor ağzını salamlara, ayıp olmasın der gibi.
Bir kadın ve erkek ellerindeki gazeteleri satmaya çalışıyorlar. Aylardır gördüğüm, sıcak duygularla gülümsediğim, inandıklarını birilerine anlatmak isteyen insanlar. Birkaç genç gelen geçenin önünü keserek Greenpeace üyeliği için bilgi vermek istiyor. Caddede yürüyenlerin çoğunlukla sağ elleri kulaklarında… Dudakları kıpır kıpır. Çevredekilerin duyacağını düşünmeden, bağıra bağıra telefonla konuşuyorlar.
Banka ATM’sinin önünde biriken insanlar kendilerine ait parayı makineye minnet duyarak alıyorlar. Sanki kendilerine verilen bir bağış gibi. Ya da “Şükürler olsun bu ay da maaşımızı alabildik” düşüncesinin rahatlığıyla paralarını acele çantalarına sokup uzaklaşıyorlar. Vezneden ya da mutemetten, -karşımızdaki bir insandan- maaş aldığımız günler geliyor aklıma. Bana uzanan eldeki para benim alın terim. Bir aylık emeğimin karşılığı. Veren de alan da mutlu. Gülüşümüz kesişiyor bir yerde. Teşekkür edişimiz nezaketen. Eskilerden kalan bir anı.
Bizden önce gidenlerin masasında kalmış tüketmedikleri bir yığın yiyecek. Bunları bulamayanları düşününce içimi ince bir sızı dalayıp geçiyor. Tüketim ve değer bilmezliğe basit bir örnek.
Masalarda daha çok ikişer kişi oturuyor. Aralarında konuşma yok. Ellerinde telefonları, telefonlarında gözleri, önlerinde soğuyan yemekleri.
Yemeklerin ve gülüşlerinin sıcak olmasını dileyerek masamızdan kalkıp biz de bulanık derenin seline katılıyoruz.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.