Yazan: Yayla Boztaş
Kent sokaklarına dalınca insan denen canlıların kendilerine verilen aklı, ruhu kullanmadıklarını her gün daha büyük bir gerçeklikle anlıyor, bu canlı türüne duyduğum sevgiyi tümüyle yitirmekten korkuyorum. Beni umutsuzluktan kurtaran; güzel, olması gerektiği gibi davrananları gördükçe içimde duyduğum öfke, eleştiri, küçümseme azalıyor bu iyilerle siliyorum kötülerin kirini. Elindeki çöpü çöp kutusuna atanı gördükçe içimden geçen sevinç güldürüyor beni, aslında olması gerekeni yapan insana duyduğum bu sevgi ne komik değil mi?
Neden bu denli şartlanmışım? Nedir derdim, ne istiyorum aynı sınıftan olduğum bu canlı türünden. Yanlış bende mi?
Sevgi dolu bir insanım, dağı taşı, börtüyü böceği, dereleri, çimenleri, taşlar arasından dirençle başını çıkartan küçük yabani bitkileri, elimi dalayan ısırganı bile seven ben neden bu denli öfkeliyim insan denene, canlıya. Ya da neden bu yanlış insanlar sevdiğim insanların önüne kirli bir duvar gibi dikiliyor?
Doyumsuzlukları, aç gözlülükleri, doğayı yalnız kendilerinin sanmaları, tüketim hırsları, duygudaşlık yapmamaları, yobazlıkları, sevgisizlikleri, egoları… Daha neler neler.
Evimden çıkınca başlıyor aymazlıklar. Hemen bitişikteki kahve değil kıraathane… Anlamına bakıyorum “Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulundurulan, geniş, temiz, iyi döşenmiş kahvehane… Gözümün önünde canlanıyor, içim açılıyor, gülümsüyorum. Şimdi yalnızca oyun oynanan dumanlı bir yere dönmüş. Yüksek tavanlı, geniş mi geniş. Yeşil örtülü masalarda oturan insanların yaş ortalaması 70. Emekli, saçları ağarmış, dökülmüş, gözaltları torbalanmış, göbekleri kendini salmış bir dolu insan. Aralarında kadınlar da var. Dörderli oturmuş, kâğıt ya da okey oynuyorlar. Önünden geçerken o kalabalıktan gelen şakırtı, gürültü, konuşma sesleri bambaşka bir aleme götürüyor beni. Kendime kızıyorum bazan. Sana ne! İnsanların keyfine karışma hakkını nereden alıyorsun? Ne yapacaklar… Bu da onların zaman geçirme yöntemi, oyalanma, avunma…Sana ne! Derdin ne senin huzursuz insan…
Hayır, oynamaları, zaman geçirme yöntemleri değil beni ilgilendiren; belki zamanında asker, hâkim, doktor, müdür her ne ise belirli meslekte zaman geçirmiş, yol yordam bilen ya da bilmesi gereken bu koca adamlar kıraathanenin önünde dikilip içtikleri sigara izmaritlerini sokağa fırlatmıyorlar mı, benim derdim bu…
Sabah temizlenmiş dükkânın önü neredeyse bir kül tablasına dönmüyor mu? Kaldırımı kendilerine ait sanıp dikilip gürültülü sohbetlerini yapıp gelen geçenin önünü kesmiyorlar mı?
Onlara yaptıklarının yanlışlığını anlatmak, uyarmak içimden geçerken sözcüklerimi yutup geçiyorum her zaman. Ondan sonra düşünceler, öfkeler, yazıklanmalar dönüp duruyor başımda. Uykularım onların sigara dumanına, arsız kahkahalarına karışıp gidiyor uzaklara. Yakalayabilene aşk olsun.
Her zaman sokağımızı süpüren çöpçü delikanlıyla dost olduk, önce “Kolay gelsin, günaydın” ardından yalnızca bakış ve yüz ifadesiyle dertleşirken bazen de bir tükürük düşüyor izmaritin yanına… Belki de okeyde kaybetmenin öfkesine bir gönderme kim bilir.
Evimizin önündeki kocaman çiçek saksısına gelen geçen aymazların attığı boş sigara paketi, pet şişe, kullanılmış ıslak mendilleri toplayıp çöpçü arkadaşımın faraşına koyarken ikimiz de çaresiz gülümsüyoruz birbirimize…
Kent sokaklarına dalınca insan denen canlıların kendilerine verilen aklı, ruhu kullanmadıklarını her gün daha büyük bir gerçeklikle anlıyor, bu canlı türüne duyduğum sevgiyi tümüyle yitirmekten korkuyorum. Beni umutsuzluktan kurtaran; güzel, olması gerektiği gibi davrananları gördükçe içimde duyduğum öfke, eleştiri, küçümseme azalıyor bu iyilerle siliyorum kötülerin kirini. Elindeki çöpü çöp kutusuna atanı gördükçe içimden geçen sevinç güldürüyor beni, aslında olması gerekeni yapan insana duyduğum bu sevgi ne komik değil mi?
Neden bu denli şartlanmışım? Nedir derdim, ne istiyorum aynı sınıftan olduğum bu canlı türünden. Yanlış bende mi?
Sevgi dolu bir insanım, dağı taşı, börtüyü böceği, dereleri, çimenleri, taşlar arasından dirençle başını çıkartan küçük yabani bitkileri, elimi dalayan ısırganı bile seven ben neden bu denli öfkeliyim insan denene, canlıya. Ya da neden bu yanlış insanlar sevdiğim insanların önüne kirli bir duvar gibi dikiliyor?
Doyumsuzlukları, aç gözlülükleri, doğayı yalnız kendilerinin sanmaları, tüketim hırsları, duygudaşlık yapmamaları, yobazlıkları, sevgisizlikleri, egoları… Daha neler neler.
Evimden çıkınca başlıyor aymazlıklar. Hemen bitişikteki kahve değil kıraathane… Anlamına bakıyorum “Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulundurulan, geniş, temiz, iyi döşenmiş kahvehane… Gözümün önünde canlanıyor, içim açılıyor, gülümsüyorum. Şimdi yalnızca oyun oynanan dumanlı bir yere dönmüş. Yüksek tavanlı, geniş mi geniş. Yeşil örtülü masalarda oturan insanların yaş ortalaması 70. Emekli, saçları ağarmış, dökülmüş, gözaltları torbalanmış, göbekleri kendini salmış bir dolu insan. Aralarında kadınlar da var. Dörderli oturmuş, kâğıt ya da okey oynuyorlar. Önünden geçerken o kalabalıktan gelen şakırtı, gürültü, konuşma sesleri bambaşka bir aleme götürüyor beni. Kendime kızıyorum bazan. Sana ne! İnsanların keyfine karışma hakkını nereden alıyorsun? Ne yapacaklar… Bu da onların zaman geçirme yöntemi, oyalanma, avunma…Sana ne! Derdin ne senin huzursuz insan…
Hayır, oynamaları, zaman geçirme yöntemleri değil beni ilgilendiren; belki zamanında asker, hâkim, doktor, müdür her ne ise belirli meslekte zaman geçirmiş, yol yordam bilen ya da bilmesi gereken bu koca adamlar kıraathanenin önünde dikilip içtikleri sigara izmaritlerini sokağa fırlatmıyorlar mı, benim derdim bu…
Sabah temizlenmiş dükkânın önü neredeyse bir kül tablasına dönmüyor mu? Kaldırımı kendilerine ait sanıp dikilip gürültülü sohbetlerini yapıp gelen geçenin önünü kesmiyorlar mı?
Onlara yaptıklarının yanlışlığını anlatmak, uyarmak içimden geçerken sözcüklerimi yutup geçiyorum her zaman. Ondan sonra düşünceler, öfkeler, yazıklanmalar dönüp duruyor başımda. Uykularım onların sigara dumanına, arsız kahkahalarına karışıp gidiyor uzaklara. Yakalayabilene aşk olsun.
Her zaman sokağımızı süpüren çöpçü delikanlıyla dost olduk, önce “Kolay gelsin, günaydın” ardından yalnızca bakış ve yüz ifadesiyle dertleşirken bazen de bir tükürük düşüyor izmaritin yanına… Belki de okeyde kaybetmenin öfkesine bir gönderme kim bilir.
Evimizin önündeki kocaman çiçek saksısına gelen geçen aymazların attığı boş sigara paketi, pet şişe, kullanılmış ıslak mendilleri toplayıp çöpçü arkadaşımın faraşına koyarken ikimiz de çaresiz gülümsüyoruz birbirimize…
Yorumlar
Kent sokakları ve insanlar
Yayla Boztaş'hanımın bu platformda yer almasına çok sevindim. -18 grubundan da kendisinin yazılarımı takip etmekteyim.
Bu yazınızda hepimizin duyguları dile getirmişsiniz.