sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Bir grup insanın açık havada yürüyüş yaptığı bir fotoğraf. Ön safta yer alanlar, ellerinde büyük boyutlu siyah-beyaz portre fotoğrafları taşıyor. Fotoğrafların altında "ONURUMUZ" yazısı ve kişilerin isimleri yer alıyor. Yürüyüşe katılan bazı kişiler başlarına kırmızı ve yeşil bantlar takmış. Arkada kalabalık bir grup daha var.
YAZAN: Şule SEPİN İÇLİ

Günlerden 2 temmuzdu. Sivas’a ölen bir yakınımızın taziye ziyaretine gitmiştik. Özellikle bugünü seçtik ki Madımak katliamıyla ilgili eyleme katılalım diye. Aradan 32 yıl geçti. Zaman zaman Ankara’da yapılan eylemlere katıldığım oldu. İlk kez Sivas’ta eyleme katılmak mümkün olabildi. Madımak önünde olmak, bambaşka bir duyguydu. Birikmiş öfke, yoğun üzüntü ve burukluk vardı. Katliamda yakılanların yakınlarının duygularını anlamak mümkün olamaz. Biz bu kadar ağır yaşıyorsak bu durumu, onların yerine kendimi koyamıyorum bile.
Daha önce Madımak otelini gezdiğimde, yakılan insanların adlarının yanında ‘Öldü’ yazdığını söylemişlerdi. Çok kızmıştım. Onlar anlaşılan nedenlerle ölmemişlerdi, öldürülmüşlerdi.
Bu katliamla ilgili pek çok kitap okudum. Her okuduğumda, şaşkınlığım, üzüntüm ve öfkem, sanki ilk kez bunları duyuyormuşum gibi bir his oluşturuyor bende. Günlerce kendime gelemiyorum.
Bundan 32 yıl önce, askerlerin seyrettiği, devlet tarafından planlı bir biçimde organize edilen, nefret söylemleriyle eğitilmiş dincilerin aktif olarak yer aldığı, dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün görevde olduğu kara günlerdi onlar. Sivaslı bir kişiye nereli olduğu sorusunun soruluşu bile değişmişti bu olaylardan sonra. “Yananlardan mı yoksa yakanlardan mısın?” diye. Bu soru bile her şeyin ne kadar planlı olduğunu anlatıyor.
2 Temmuz günü konuşmalar yapıldı, türküler söylendi ama eylem öyle namazından önce bitirildi. Validen emir gelmiş. Ne olur ne olmazmış, insanlar saldırabilirmiş, olaylar çıkmasınmış. Bir avuç gencin diplomalarına sahip çıkmak için yaptıkları hak arama eylemlerinde, polisler, TOMA iş başındayken, bu eylemde bu kadar korku neyin nesi? Bu insanlarda doğa üstü güç yok. Devletten aldıkları güç ve rahatlık var.
Eylemden sonra 29 Ekim Kadınları Derneğinden kadınlarla bir aradaydık. Konu Madımak katliamıydı. Dernek başkanı Avukat Şenal Saruhan 32 yıldır bu davaları takip ediyor ve her yıl Sivas’a geliyordu. Eylem erken bitirtilince, Şenal Hanım konuşmasını yapamadı. Yaşadıklarını bizlerle paylaştı. 32 yıl biriktirdiği acılı, yoğun duygularımızın ve mücadele gücümüzün arttığı olayları anlatırken, çıt çıkmadı, anlattıklarıyla ufkumuzu açtı. Hukuksal bilgilerden sıkılabileceğimizi düşünmüştü ama öyle yalın anlatıyordu ki zaman yetmedi onu dinlemeye.
Şimdiye kadar ben de ‘Sivas katliamı, Sivas olayları’ terimlerini kullanıyordum pek çoğumuz gibi. “Olaylar Madımak Otelinde, alevi vatandaşları düşmanlaştıran, Cumhuriyet rejimini yıkarak şeriat düzenini getirmek isteyenler tarafından, Madımak Otelinde kalanlara yapıldı. Neden Sivas’ı damgalıyoruz. Ayrıca bu bir olay değil resmen katliam” dedi. Bu görüşe katıldım.
“Madımak’da yanarak öldürülenleri unutmuyoruz, unutturmuyoruz. Peki katliamdan sağ kalanlara ne oldu? Hiç bunu düşündük mü?” diyerek bazı örnekleri paylaştı bizimle. Şair Zerrin Taşpınar, katliamdan öyle etkilenmişti ki uzun yıllar hiç konuşamamıştı. Kendine gelmesi ve yeniden şiir yazmaya başlaması uzun yıllarını almıştı. Yoğun bir tedaviyle süreci atlatabilmişti. Bunları ara sıra duysak da ihmal ediliyor.
Nesimi Çimen’in eşi Makbule Hanım, sağ kurtulanlar arasında. Gerçekten de biz daha çok Mazlum Çimen’i izliyoruz ve onun ağzından dinliyoruz, o çok içten anlatımıyla yaşananları. Ama neden sağ kalanlar gündeme gelmiyor. Burada da iş bize düşüyor. Örgütler, yazarlar, dergiler bu insanları bulup gündeme taşımalı. Umarım dergimize konuk ederiz bu insanları ve yaşadıklarını doğrudan onların ağzından dinleriz.
Katliamı yapanların ceza almadıklarını biliyoruz ama perde arkasındaki olaylar, dizilerde izlediğimiz mafyanın yaptıkları cinsten şeyler. Kimini Cumhur başkanı affediyor, kimi bir türlü yakalanmıyor, sonra da zaman aşımı deniyor. Hiçbir suç işlememiş insanları haksız yere yakalayanlar ve işkence edenler, adresleri mahkemeye sunulduğu halde bir türlü yakalanamıyor. İşte Şenal Hanımın yaşadığı somut bir örnek. Katliam yapanlardan Cafer Erçakmak’ın Fransa’da olduğunu öğreniyorlar. Sürekli değişen adreslerini mahkemeye sunuyorlar. Bir türlü resmi işler başlatılmıyor. Aradan yıllar geçiyor. Aynı kişinin Sivas’ta öldüğü öğreniliyor. Fransa’dan nasıl Türkiye’ye girdi, açıklama yok. Zaten ölen kişinin o olmadığını iddia ediyorlar. Mezarın açılmasını istiyorlar ve nasıl olmuşsa kabul ediliyor. Doğal olarak DNA testinin yapılması lazım. Görevliler, eşinden örnek alınmasını istiyorlar. Eşi akrabası bile değil. Biyoloji dersinde herkese öğretilmiştir, DNA testinin kimlerden örnek alınarak yapılması gerektiği. Şenal Hanım itiraz ediyor ve çocuğundan örnek alınıyor. Sonuç, Fransa’daki Cafer Erçakmak’ın ta kendisi. Bir biçimde getirilmiş, ceza çekmeden normal ölümü gerçekleşmiş.
Ceza alan iki-üç kişi var. Biri, mahkemede Şenal Hanıma “Fahişe” diyor ve suç duyurusunda bulunuyorlar hakaret edildiği için. Aldığı ceza sadece bu hakaretten. O kadar cesaret almışlar ki avukat olmak, kadın olmak, insan olmak hiç önemli değil. Resmi kurumda bunu yapan, başka ortamlarda neler yapmaz?
Şenal Hanımın anlatacağı çok şey vardı ama zaman sınırlıydı. Bildiğimiz, yeni duyduğumuz bilgiler, film şeridi gibi geçip gitti gözlerimizin önünden. Yüreğimizde bir kez daha yaşadık o yangını.
Katliamdan sağ kurtulanların, “Biz hükumete çok güvendik. Yardım göndereceklerini söyleyip bizi oyaladılar. Biz de inandık onlara. Oysa çevremizdekileri organize etseydik, bazı arkadaşlarımızı kurtarabilirdik.” Dediklerini duyunca, bir kez daha deneyimliyoruz ki önce kendine ve gerçekten yakın olduklarına güveneceksin. İktidardakilerin bir savunması olur mutlaka. Ben demokrat olduğumu söyleyip de hiçbir şey yapamazsam, vicdan azabından ölürdüm.
Bunları yazmak hemen bir şeyi değiştirmeyecek belki ama tarihe not düşmek, başkalarının bunları öğrenmesini sağlamak çok önemli. Madımak katliamı, tarihimize kara leke olarak yerleşti ve bıraktığı derin izler hiç silinmeyecek. Ülke olarak pek çok kara lekemiz var. Suruç katliamı, gar katliamı bunlardan sadece ikisi. Hiç vazgeçmeden mücadele etmeye devam etmek gerekiyor. Sessiz kalırsak, daha kötü zulümler bizi kuşatacak.
Geç de olsa Madımak katliamının hesabının sorulması umuduyla.
21 Temmuz 2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.