erguraltan@gmail.com
Mavi tişörtüyle, sol eli üzerine yanağını yaslamış tebessüm ediyor. Hafif dökülmüş saçları,gür bıyıkları ve gözlüğü var.
Gülümseyen genç bir kadın, ev ortamında yere serili açık renkli bir halının üzerinde oturuyor, örgü örüyor. Elinde şişler ve açık renkli bir ip var. Yanında büyükçe bir örgü ipi yumağı, bir sepette ve sepetin dışında başka ip yumağı. Kahverengi bir sepetin içinde gri ve bej tonlarda ipler bulunuyor. Halının üzerinde iki şeffaf kahverengi kupa duruyor. Kadın kot pantolon, kahverengi çorap ve rahat, bol bir triko kazak giymiş. Arka planda bir koltuk, üzerinde battaniye, sehpanın üzerinde saksıda bir bitki.
YAZAN: Ergür ALTAN

Aynı kazağı iki kez örer misiniz siz? Ben iki numaralı tığlarımla onlarca kez ördüm. Rengarenk tığlarım var benim, rengarenk iplerim ve yünlerim. “Ören Bayan” diyorlar bana. Âşık olunca örgülerime sarınıyorum; sevdikçe, özledikçe, kavuştukça ve dalıp dalıp gittikçe, incitildikçe…
Her aşığın yalnızca bir evi vardır ve o ev de yüreği, ‘can evi’dir. Aşkla ısınıyor benim can evim. Kibritim de çakmağım da sobam da aşktır. Betonarme yapıları, soluk benizli sokakları, caddeleri, sevgisiz kentleri, hırçın ülkeleri ardımda bırakıyorum âşık olunca. Tabiat Ana`ya sığınıyorum. Ören Bayan olduğum kadar Tabiat Ana`yım da ben. Örgü örerken bir kuzucuğun kucağımda uyuyakalması, bir dağ rüzgârının yanağımı şefkatle okşaması, ormanın beni bir ağaç gibi, çayır çimen gibi sahiplenmesi tabiat analığıma verebileceğim örnekler arasında. Aşk benim doğal güzelliğimdir, aşk benim tabiatımda var…
Bir ihtiyar kadın dedi ki bir gün, “amel defteri çok önemli Ören Bayan; ya çok seviyorsun ya da çok acı çekiyorsun. Sana tespih ve seccade vereyim, her şey aşk değil, Allah`a sığın biraz da.” “Teyzeciğim, benim amel defterim aşktan ibaret” dedim ona, “senin amel defteri dediğine ben aşk defteri diyorum, inan bana Allah aşkına!” “Cehennemde yanacaksın diyeceğim ama sen bu dünyada yanmışsın “dedi canım benim. “Kıyamadın bana değil mi, Allah da kıyamaz vallahi” dedim. “Doğru söylüyorsun kızım” dedi, “aşıklara kıyılmamalı, hele sana hiç kıyılmamalı…”
Morun üç ayrı tonunda bir kazak örüyordum sevdiceğime; lavanta, eflatun ve menekşe. Üç ayrı tütsü hediye etmişti bana; hanımeli, zambak ve yasemin. Aşk, çoğul renklerim ve kokularımdır bir kazakta, bir tütsüde içime çektiğim. İçime işliyor renkler ve kokular, içime işliyor aşk. Balkabağı çorbası pişirmiştim ona. Balkabağı çorbası içtik bir akşam iştahla. Hevesle, huzurla, incelikle yapılan her şey aşka dahil biliyor musunuz; sevdiceğimle birbirimizin gözlerinin içine bakıp gülümseyerek balkabağı çorbası içmek mesela…
Bir çocuk gördüm çarşıda mahzunluğu yüzüne serpilmiş. Baskül vardı yanı başında. Tartıldım, “aa, çok zayıflamışım” dedim bir parça üzüntüyle. Anladı beni. “Eksik tartıyor bu baskül abla” dedi, “iyisin maşallah!” Aynı çocuğu birkaç ay sonra bir kez daha gördüm. Tanımadı beni. Tartıldım yine. “Aa, çok kilo almışım” dedim. “Fazla tartıyor bu baskül abla” dedi haylaz, “iyisin maşallah!” “Ah yavrucağım, senin baskül ya eksik tartıyor ya da fazla” dedim. “Sen aşık mısın abla?” dedi. “Sana ne!” demedim, “nereden bildin kuzum?” diye sordum. “Dengen şaşmıştır” dedi bana kıkır kıkır gülerek, “hurdacıdan aldığım bu baskülden bilirim ve gün boyu seyrettiğim insanların yüzlerini inceleyişimden; ne baskülümde denge var ne de aşıklarda! Aşk da böyle bir baskül işte abla ya eksik tartıyor ya da fazla…” “Kaç yaşındasın?” dedim. “On üç” dedi. “Sana sarılabilir miyim canımın içi?” dedim. Başını öne eğdi. Fısıldayarak söyledi, öyle utangaç, öyle dupduru, öyle yalansız dolansız; “sarıl ama biraz kötü kokuyorum be abla…” Aşk defterimde şöyle bir cümle de geçer; “on üç yaşında hurdacıdan aldığı baskülle ekmek parasını kazanan evlat kokulu bir canın bana aşkı tarif edişindeki samimiyete minnettarım…” Sarıldım sımsıkı. Burnunda sokak köpeklerinin burunlarındaki ıslaklıktan vardı. Serçe parmağımla sildim burnundaki ıslaklığı. Gözleri doluverdi bir tanemin. Benim burnumda da sokak kedilerinin burunlarındaki ıslaklıktan birikti. Duruladık birbirimizin gözlerini, burnunu ve ruhunu…Ona da bir kazak ördüm Ören Bayan ve Ören Anne olarak. Çok aradım oğlumu çarşıda, pazarda, şehir meydanında. Çok istedim ona kavuşmayı, kazağını körpecik vücuduna kendi ellerimle giydirmeyi. Bu kış akşamında, dizlerimde yavrucağıma ördüğüm kazak var. Her aşk bir özlemdir bende. Aşkla ördüğüm bir çocuk kazağında o biricik oğlumu çok özlüyorum ben ve dizlerimde ondan sıcacık bir izle, güzellikle ısınıyorum. Siz ısınırken ağladınız mı hiç? Ben bazen çok ağlıyorum…
Tam da bitirmek üzereyken, bir ilmek kaçtı diye söktüğüm kazaklar geliyor hatırıma. O kazakların her biri can evimde, baş ucumda, dizimin dibinde solgun bir hatıra. Günlerce, aylarca arayıp da kavuşamadığım yavrucağım, yalnızca senin kazağında hiç ilmek kaçırmadım. Canım yanıyor…
Siz hiç ilmek kaçırdınız mı ördüğünüz kazaklarda ve aşklarda? Ben çok düştüm bu dalgınlığa ve yorgunluğa. Amel defterim yok benim, aşk defterim var. O defterin sayfalarında Ören Bayan`ın tığları gözyaşımla ıslanıyor…

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.