e_mine_ortakaya@hotmail.com
Beyaz örtülü bir kanepede oturmuş, uzun siyah saçları omuzlarının arkasında, koyu lacivert kazağı var.
Bir piyano klavyesi ve üzerinde parmaklar var. Klavye siyah ve beyaz tuşlardan oluşuyor ve parmaklar beyaz tuşlara basıyor. ki ışıklandırma yumuşak ve odak noktası parmakların üzerinde.

“Kapıya baktığım vakit ufak tefek, beyaz tenli, yorgun benizli, geniş etekli, mor kadife ceketli bir eski zaman hanımefendisinin gülümseyerek ağır ağır bana doğru ilerlediğini gördüm ve süratle ona gittim. Büyük sanatçı elimi iki elinin arasına almış: “Hoş geldiniz Mösyö Altar (Cevat Memduh Altar). Söyleyin bakayım,neden beni tanımak istediniz?” diyerek gülümsüyor ve beni şezlongunun yanındaki iskemleye oturtmaya çalışıyordu. Artık meşhur klavsenist Wanda Landowska’yı şahsen de tanımıştım.”



Amerika’ya gitmeden senelerce evvel, Wanda Landowska’nın hayatını, başarısını, yayınlarını yakından takip ediyordum. Hatta1929 senesinde Ankara’daki Gazi Terbiye Enstitüsüne sanat tarihi öğretmeni olarak tayin edilir edilmez kurmayı başardığım diskotek için İngiltere’den sipariş edilen plaklar arasında Landowska’ya ait plakların da bulunuyordu. Çünkü Wanda Landowska’nın başarısı, yalnız müzik icracılığından değil, aynı zamanda medeniyet tarihi bakımından da üzerinde önemle durulması gereken bir durumdu. Landowska, tanınmış bir klavsen virtüözü olmakla kalmıyordu, bugünün sanatına başlangıç olma önemini taşıyan Johann Sebastian Bach devrini, bütün bir sistemi, metodu, bilimi, estetiği, icracılığı ve nihayet gerçek enstrümanı olan klavseniyle birlikte yeniden hayata kavuşturuyordu. Landowska sayesinde klavsen, 150 yıldır bir müze eşyası olmaktan kurtularak yeniden icracılık alanına geçmiş, konservatuvarlarda klavsen sınıfları kurulmuş, klavsen imal eden eski ve yeni firmalar tekrar faaliyete geçmiş, klavsen virtüözleri ve hocaları yetişerek mühim mevkiler almışlar, velhasıl sırf Landowska’nın şahsi teşebbüsüyle, tarihe karışmış koskoca bir devir, tam anlamıyla Rönesans’ını idrak etmişti. Hatta Türkiye’de de Birebir Landowska’nın tavsiyeleri alınarak bir klavsen sınıfı oluşturulmuştu. Bu işle bizzat Cevat Memduh Altar ve onun yönlendirmesiyle Landowska’nın da ders almış olan Ayşe Savaşır ilgilenmiştir. “Neden ve niçin?” sualine verilecek en kestirme cevap şuydu: Preklasik üstatlara ait koskoca bir müzik edebiyatını, asıl enstrümanıyla, orijinal renkleriyle icra etme ve dinleme alışkanlığını uygar dünyaya yeniden kazandırmak için”. Görülüyor ki Landowska, müzik dünyasında kaybolan bir devri, fonksiyonuyla birlikte hayata iade ediyordu.”



20. yüzyılda klavsen müziğine yeniden ilgi duyulmasını sağlamış olan Polonya asıllı ünlü piyanist ve klavsenci Wanda Landowska, 5 Temmuz 1879’da Varşova’da doğdu. Babası avukatve amatör bir müzisyendi, annesiyse Mark Twain’i Lehçe’ye çevirmiş olan bir dilbilimciydi. Wanda Landowska bir harika çocuk olarak dört yaşında piyano çalmaya başladı ve çok küçük yaştan itibaren Varşova Konservatuarı’nda piyano eğitimi aldı. 1896’da Berlin’e giderek Heinrich Urban’ın yanında kompozisyon öğrenimi gördü. O dönemde asi ruhlu bir öğrenci olmasına rağmen yazdığı şarkılar ve piyano parçalarıyla önemli yarışmalarda ödüller almayı başardı.



1900 yılında Paris’e giden Landowska orada Polonyalı halkbilimci Henry Lew’le evlendikten sonra iki yıl boyunca Schola Cantorum’da (Şan Okulu) piyano öğretmenliği yaptı. Bir süre sonra kocasıyla birlikte daha geniş bir dinleyici kitlesi bulabileceği Paris’e döndü. Müzik tarihine, özellikle de Bach, Couperin ve Rameau’nun eserlerine büyük bir ilgi duyan Landowska, bir folklor uzmanı olan kocasının da etkisiyle eski müziği ve Avrupa’daki çeşitli müzelerde bulunan klavyeli eski çalgıları incelemeye koyuldu; kendisi de artık modası geçmiş olan bu eski çalgılardan edinerek Pleyel & Company şirketine bunların yenilerinin yapılması için siparişler verdi. Paris’te kısa sürede adını duyuran Landowska ilk kez 1903 yılında halkaaçık bir konserde klavsen çaldı. 1909 yılında kocasının da teşviki ve yardımıyla 17. ve 18. yüzyıl müziğine ilişkin bir inceleme olan “Musique ancienne” (Eski Müzik) adlı eserini yayımladı. 



Daha sonra Berlin’e dönerek 1912-1919 yılları arasında Berlin Hochschule für Musik’te klavsen dersleri verdi. Bu arada 1913 senesinde, Berlin’deki Yüksek Musiki Mektebinde ilk olarak bir klavsen sınıfı kurulmuş ve bu sınıfın yönetimi Landowska’yaverilmişti. Birinci Dünya Savaşı boyunca gerek Landowska, gerekse eşi, Almanya’da sivil savaş esiri muamelesi görmüşlerdi. Bu savaşın sonunda kocasını kaybeden sanatçı, İsviçre’ye gitmiş ve ilk olarak orada Bach’ın Pasion müziğine klavsen ile eşlik etmişti.



1920’lerden itibaren sürekli dolaşarak konserler veren ve plak kayıtları yapan Landowska, 1930’ların sonlarına kadar Avrupa’da 17. ve 18. yüzyıl klavsen müziğinin başlıca sözcüsü oldu; özellikle Bach ve Couperin’in klavsen müziğini tanıtmaya çalıştı ve onların yapıtları üzerine incelemeler yazdı. Landowska ilk olarak 1923 yılında Pleyel markalı klavsenlerini de yanına alarak Birleşik Amerika’ya gitmiş ve orada Stokowski’nin idaresinde Philadelphia orkestrasıyla bir Mozart, bir Bach, bir de Haendel konçertosu çalarak ilk konserini vermişti. Fakat sanatçı bu büyük konserde Mozart’ı piyanoda, diğer iki konçertoyu da klavsende icra etmek suretiyle Amerika’daki sanat dostlarına bu iki âlet arasındaki farkı uygulamalı olarak göstermeyi başarmıştı. Bu arada büyük sanatçı, Avrupa, Asya, Afrika ile Kuzey ve Güney Amerika’da geniş ölçüde konser turneleri yapmış, Basel, Barcelona, Philadelphia, Paris, Amsterdam, Cenova gibi şehirlerde sayısız konferanslar vermiş ve klavsen sınıfları kurup yönetmişti.



1925’te Paris yakınlarındaki Saint-Leu’da eski müzik üzerine eğitim veren École de Musique Ancienne (Eski Müzik Okulu) adında bir okul kurdu. Saint-Leu’deki evi eski müziğin çalındığı ve incelendiği bir merkez haline gelmiş, kendisi de zamanının en büyük müzik otoritelerinden biri olmuştu. 



1930’larda ününün doruğuna erişmişken, II. Dünya Savaşı sırasında Almanların Fransa’yı işgaliyle, Musevi kökenli bir Fransız vatandaşı olan Landowska’yı, 1940 yılında Nazilerin Paris’e yaklaşması, sırf kendi çabasıyla kurmayı başardığı okulunu, zengin kütüphanesi ile müzesini terk ederek Paris’ten ayrılmaya mecbur etmişti. Sanatçı artık Pirene dağlarındaki bir kasabaya çekilmişti. 1940 yılı eylülünde Paris banliyölerini işgal eden Naziler, Landowska’nın okuluna el koymuşlardı. 1941’de Landowska, ancak öğrencilerinden birinin verdiği borç para ile Pleyel fabrikasının deposunda tesadüfen bulunan son klavseni de satın aldı. 1930 yılından beri önce öğrencisi, sonra dostu ve asistanı olan Denise Restout’yla birlikte Saint-Leu’den ayrılarak İsviçre’de konser turnesine çıkmış ve gene aynı sene içinde Amerika’ya yerleşme izni kendisine verilmişti. Bir süre güney Fransa’da yaşadıktan sonra Lizbon’dan bir gemiye binerek 7 Aralık 1941’de bir göçmen olarak New York’a vardı. Onun ayrılmasından sonra Saint-Leu’deki evi yağmalanmış, çalgıları, kitapları ve elyazmaları çalınmıştı. Mesleki açıdan yeteneği dışındaki her türlü varlığını kaybetmiş olarak geldiği ABD’de 1940’lı yıllar boyunca ülkenin her yanını dolaşarak konserler verdi; bir yorumcu ve öğretmen olarak kendini yeniden yarattı; özellikle de Johann Sebastian Bach’ın Goldberg Varyasyonları’nı eserin özgün çalgısı olan klavsen üzerinde yorumlayıp kayda aldırarak kariyerinin en önemli başarılarından birini gerçekleştirdi. 



Neydi Klavsen ile Piano Arasındaki fark? Landowska niçin İllede klavseni tercih etti?



Klavsen tuşlarına bağlı mekanizmanın, telleri tırmalamak suretiyle sesleri meydana getirmesine karşın, piyanodaki tuşlara bağlı mekanizma, tellere tıpkı bir çekiç gibi vurmak suretiyle sesleri meydana getiriyordu. Onun için, bugünkü piyanonun diğer tarihî adı da “Hammerklavier”, yani “Çekiçli piyano” idi. Piyano, asıl ismi olan “piano-forte” [hafif-güçlü] kelimesinden de anlaşılacağı gibi, şiddetli ve hafif sesler arasındaki nüansa dayanan bir ifadenin enstrümanıydı. Onun içindir ki, piyanistin ayakları altında duran pedallardan birisine basılınca sesler yükselip şiddetlenmekte, pedaldan ayak kaldırılınca sesler hafiflemekte, hele diğer pedala basılınca gene aynı sesler çok zayıf olarak duyulmaktaydı. Klavsende sesleri yükseltip alçaltacak bir pedal mekanizması yoktu. Bu enstrüman üstünde elde edilmesi arzu edilen ses yükselip alçalmaları sırf icracının tuşlara basma kabiliyetine bağlıydı. Klavsen, müzik sanatında kullanılan nefesli veya telli enstrümanlardan bir kısmını aynen taklit etme imkânına sahip olan bir âletti. Böylelikle özel bir mekanizmanın yardımıyla, klavsen üzerinde istenirse lavta veya kitaranın renkleri ile oboe, flüt ve sair ağız sazlarının renklerini ayrı ayrı veya kombine olarak elde etmek mümkündü.



İşte Wanda Landowska, kendince yanlış bulduğu bu anlayışı uzun bir mücadele sonunda yenmiş ve bu iki âletin arasında ancak tuşlara basarak icra etmekten başka bir benzerlik olmadığına herkesi ikna etmiş, müzik tarihinde temel sanat olma niteliğini taşıyan 18’inci yüzyıl literatürünün bozulmadan icra edilebilmesi için klavseni yeniden hayata kavuşturmuş ve bu önemli âletin her bakımdan Rönesans’ını yaratmıştır.



Landowska’nın çalışmaları Manuel de Falla’nın Klavsen Konçertosu (1926) gibi çağdaş yapıtlara esin kaynağı oldu. Büyükİspanyol kompozitörü Manuel de Falla, sırf Saint Leu la Foret’deki çalışmalardan esinlenerek Wanda Landowska için bir klavsen konçertosu meydana getirmişti. Klavsen çalma tekniğine ilişkin kuramları da yalnızca çağdaş klavsen çalışının temelini oluşturmakla kalmadı, aynı zamanda kendi buluşu olan bir teknikle klavsen yapımına da önemli bir yenilik getirdi. Klavsenin bir konser çalgısı olarak 20. yüzyılda yeniden dirilişini tek başına sağlamış olan Landowska, unutulmuş olan eski müziği ve 17.-18. yüzyıllardaki klavsen çalma stillerini ortaya çıkarmaktaki yorulmak bilmez çalışmalarıyla modern zamanlarda eski müziğe yeniden ilgi duyulmasını sağlamış ve bu müziğin kendi döneminin çalgılarıyla çalınması yolunu da açmış oldu.



Landowska, Mozart’ın 1778 yılında Paris’te bestelediği La-majör sonatının son kısmı olan Türk Marşı’nı klavsen ile “RCA Victor” plağına çalmak için ilk iş olarak Türk tarihini incelemiş ve bu konudaki etüdlerini tamamlamak maksadıyla, Washington’daki Kongre Kütüphanesi koleksiyonlarından eski Türk ordusu mensuplarına ait fotokopiler getirtmiş ve eseri tahlil için ayrıca bir açıklama metni kaleme alıp bastırmıştı.



Wanda Landowska, 16 Ağustos 1959’daki ölümüne kadar Lakeville’deki evinde çalışmalarını hiç aralıksız sürdürdü. Ömrü boyunca yanından ayrılmayan, daha sonra da sanatsal mirasçısı olan can yoldaşı Denise Restout, onun yazdığı bütün eserlerin çevirmenliğini ve editörlüğünü yaptı. Ayrıca Landowska, eski müzik ve klavsen alanındaki bütün bu özverili çalışmaları nedeniyle Polonya ve Fransa tarafından liyakat nişanlarına layık görüldü.



Wanda Landowska’nın yaşadığı yıllara bakarsak, hem I. hem de II. Dünya Savaşları ve II. Dünya Savaşı’ndan önce Nazi Almanya’sıtarafından soykırıma uğratılmış bir ırkın mensubu… Fransa’dan göç ettikten sonra her şeyini kaybetmiş fakat küllerinden yeniden doğmuş bir kadın sanatçı. Velhasıl, ders ve cesaret alacaklarımız arasında bu büyük insan da var.



Umutla kalın.



KAYNAKÇA



https://cevadmemduhaltar.itu.edu.tr/wanda-landowska-kimdir.html



20 Mart 2024

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.