Şule: Sevgili Umudun Kadınları dinleyenlerimiz, karşımızda Başak Kerçek arkadaşımız var. Kendisiyle bir etkinlikte tanışmıştık ve yaptığı işler beni çok etkilediği için hemen ondan randevu aldım. Hoş geldin Başak. Önce kısaca seni tanıyalım.
Başak: Hoş buldum. Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. Sınıf öğrencisiyim. Yıllardır toplumsal duyarlılıkla ilgili farklı sivil toplum kuruluşlarında stajyer olarak çalışıyorum. Şu anda ‘Toplumsal Duyarlılık Projeleri (TDP) adı altında Bilkent Üniversitesine bağlı bir topluluğun eş genel koordinatörlüğünü yürütüyorum. Aynı zamanda Bilkent Üniversitesi Kampüsünde bulunan Uluslararası Çocuk Merkezinde Anne-Çocuk Elele Projesinde stajyerlikyapıyorum.
Şule: Şimdiye kadar gönüllü olarak çalışmış olduğun konulardan biraz söz edebilir misin? Hangi derneklerde, neler yaptınız?
Başak: İlk sivil toplum örgütüyle buluşmam lisede oldu. Lisedeyken kendi arkadaş gruplarımla birlikte tiyatro gösterisi düzenleyip, biletlerini satıp ‘ZİÇEV’ zihinsel engellilerle ilgili bir derneğe yardımımız oluyordu. Hafta sonları onlara gidip etkinlikler düzenliyorduk. Yine lisedeyken, ‘Hayal Ortakları’ile tanıştım. Daha bilinen ismiyle ‘YGA’ oranın bir zirvesine katılmıştım. Daha sonra devam ettirmedim. Üniversiteye geçtikten sonra Hayal Ortakları Derneğine girdim. Orada bilim seferberliğinde çalıştım. Bilim seferberliği, Anadolu’nun dört bir yanındaki çocukları bilimle buluşturan bir projeydi. 9 ay kadar Büyüme ve Geliştirme, Program Yöneticiliği kısmında staj yaptım. Rol Model Yönetmenler Programında yer aldım. Görme engelli çocuklarla buluştuğumuz bir bilim seferberliğinde rol oynadım. Bir yandan da Toplumsal Duyarlılık Projelerine bağlı ‘Güneş Köyden Doğuyor (GÜNKÖY)’ projesinde gönüllülük yaptım. Daha sonra kurumsal işlerle de uğraşmaya başladım orada. Proje koordinatörü olarak seçildim. Geçtiğimiz yıl 4 köy okuluna kütüphane inşa ettik. İnşadan kastım, bildiğimiz amele işlerini kapsayan işler. Kendi aramızda biz böyle amele diyoruz. Yer kaplamasından tutun da duvarların zımparalanması, boyanmasına kadar olan işler. Aynı zamanda Cumartesi ve Pazar, iki gün boyunca çocuklarla, ilk ve ortaokulöğrencileriyle vakit geçiriyorduk. Genel kültür, spor, bilim faaliyetleri yapıyorduk. İkinci günün sonunda da kütüphanemizi açıyorduk. Üç kütüphaneyi bu şekilde yaptık. Dördüncü kütüphanemiz için Niğde’nin Kayı İlçesindeki başka bir köye gittik. ‘Hayal Köy’ adını verdiğimiz bir projemiz oldu. İlk ve ortaokula bir kütüphane yapmaktan çok daha büyük bir şey yapalım dedik. Köy Halk Kütüphanesi inşa ettik üç gün boyunca. Köylülerle birlikte açık hava sineması düzenledik. Tiyatro, konser gibi açık hava etkinliklerimiz oldu. Toplumsal Duyarlılık Projelerinde genel koordinatörlüğüne aday oldum. Şu anda 14 projemiz, her projenin de farklı hedef kitlesi var. Hedef kitlelerimiz arasında; kadın sığınma evlerinde kalmak zorunda olan kadınlar, huzurevindeki yaşlılar, sokak işçisi olan çocuklar (Sokak Lambası Projesi), akademik olmayan personelin üniversitedeki çocukları var. 14 projeden sorumluyum. Ekim ayında Uluslararası Çocuk Merkeziyle görüşmeye gittik. Merkezin yeni bir proje başlattığından haberdar olduk. Orada çalışmak istedim, başvurdum, onlar da kabul ettiler. Şu anda Anne-Çocuk Elele Projesinde de çalışıyorum. Çocuk yaşta erken ve zorla evliliklerle mücadele edip kadın üreme sağlığında çalışıyoruz. Farklı illerde, akran farkındalık eğitimleri oluyor.
Şule: Ben seni dinlerken, 14 projede çalışan bir insanın üniversite hayatını nasıl sürdürdüğünü düşündüm. Hukuk da çok zor bir bölüm.
Başak: Açıkçası ben de nasıl sürdürdüğümü bilmiyorum. Bilkent bütün bölümlerine ayrı ayrı yüklenen çok zor bir üniversite. Hukuk Fakültesi başlı başına bir dert. Şu aralar benim de fazlasıyla zorlandığım bir dönem. Beş vizeye girip çıktım. Sabah erken kalkıp TDP’nin işlerini takip ediyorum. Anne-Çocuk Elele Projesi bana müsamaha gösteriyoryoğunluğumdan dolayı. Derslere girip çıkıyorum. Bu kadar çok işle uğraşmak, bir noktada boş kalamadığımı, zamanımı çok iyi kullandığımı fark ettirdi. Önceden hazırlığımı yapıyorum. Bir iş yaparken, diğer işe mola verdiğimi düşünüyorum. Derslere girerken işlerime, işlerimi yaparken de derslere mola veriyorum. Akşamlarımı kendime ayırmaya çalışıyorum. Ders çalışmak, arkadaşlarımla görüşmek gibi işleri yaparak kapıları kapatmaya çalışıyorum. TDP’de akşam saat 9’dan sonra birbirimize mesaj atmamız yasak. Yoksa çok fazla düşünüp çok fazla uğraşıyoruz. Götürmeye çalışıyorum. Bir dönem kaldı, umarım iyi notlarla geçerim.
Şule: Kolaylıklar diliyoruz. Mola verme yaklaşımı çok değişik. Kitap meselesi çok ilgimi çekmişti. Bu deneyimlerini bizimle paylaşır mısın? Kütüphaneyi nasıl kuruyorsunuz, insanlardan kitap mı topluyorsunuz, köydeki insanların ve muhtarların tutumları nasıl?
Başak: Günköy benim gözlerimi açan bir deneyimdi. Projenin kuralı, koordinatörün bir kadın, bir erkekten oluşmasıdır. Benim dönemimde erkek aday yoktu. “Neden iki kadın aday olmuyoruz?” dedik. Kabul ettiler. Ben o zaman 18, eş aday arkadaş 19 yaşındaydı. Bir yerlerle görüşmeler yapmaya çalışıyoruz. Sponsorluk faaliyetlerimiz oluyor. “Hocanız gelsin, yöneticiniz gelsin. Başınızdaki kişi gelsin, siz kimsiniz?” şeklinde yaklaşım sergileniyordu. Kitapları toplarken belediyeler, farklı firmaların desteklerinden oluşan sponsorluklarımız oluyordu. Asla para kabul etmiyoruz,sadece malzeme desteği kabul ediyoruz. Okul içerisinde ve dışarısında stand faaliyetlerimiz oluyordu bize kitap ve atık kâğıt bağışı yapmaları için. Bunları sahaflara götürüp yeni kitaplar alıyorduk. Kitapları da çocuklara uygun olup olmadığına göre ayırıyorduk. Uygun olmayanları sahaflara götürüp değiştiriyorduk. Çok güzel bir iş yaptığımızı söylediler ama iki kadın olmanın da çok büyük zorluklarını çektik. Bir gün ikinci köyümüzden dönerken Nevşehir’de, bir lokantada durduk. 50 kişi içeri girince ne oluyor diye geldiler. Gecenin bir yarısıydı. “Yöneticiniz nerede, başınızda kim var?” dediler. Yetkilinin biz olduğunu söyledik. Adam yüzümüze karşı güldü ve başımızdakinin gelmesi için ısrar etti. Bunu üç kez söyledik ve adam aynı sözleri tekrar etti. Yanımızda uzun boylu, başka bir erkek arkadaşımız vardı. Bizi bıraktı ve “Yiğenim gel konuşalım bu 50 kişiye ne yapacağız.” dedi. Yürümeye devam ettik. Arkadaş ısrarla ikimizin yetkili olduğunu söylese de “Yok ya sen daha yetkili birine benziyorsun, biz bu işleri seninle halledelim.” dedi. Orada yaşadığım şok hala içimdedir. Köyde ilk gün dedikodular döner, “Küçükler, bakın üniversiteden gelmişler’ şeklinde. Biz de çok özeniriz. Ortama uygun bol kıyafetler giyeriz, ojelerimizi çıkartırız. Takımız ve makyajımız olmaz. İlk gün bizi sevmezler, daha sonra alışırlar. Pazar günü ayrılırken, arkamızdan dualar okurlar. Son gittiğimiz köyde, muhtar gelmemizi istemedi. Gelmemize bir gün kala, müdüre ahırı göstermiş ve “Aha buraya yapsınlar kütüphaneyi. Daha iyi bir yeri hak etmiyorlar. Kim bilir çocukların aklına neler sokacaklar.” demiş. Müdür buna karşı durduğu için kütüphaneyi yapabildik. Muhtar açılışa da gelmedi zaten. Bir yanıyla da 1.60 boyunda iki kız mı yapacak bütün bunları mantığı. Kimden, hangi partiden destek aldığımızı sorguluyorlar. Çok fazla önyargı oluyor. Bağışlarla devam ettiğimizi ve öğrenci kuruluşu olduğumuzu anlatmamız çok zor oluyor. Diğer yandan çocukların tepkileri çok güzel. Bize her zaman bağlanıyorlar ve sıcaklar. Köylüler Cumartesi gününe kadar soğuk davranıyorlar. Öğlenden sonra yemekler getiriyorlar, sarılıyorlar. Bir tane Seher teyze vardı Kayı Köyünde, onu hiç unutamıyorum. Hiç kitabı olmamış. Ben de ona özel üç kitap seçtim. Kütüphanede değil de onun evinde olmasını istedik. 60-70 yaşlarındaki kadının ağlamaya başlayıp elimizi öpmeye çalıştığında, insanların hayatına ne kadar dokunduğunuzu fark ediyorsunuz. Bizim için 48-72 saatlik bir yolculuk. Süre çok kısa ama insanlara çok dokunuyoruz. Sadece kitap götürmüyoruz. Bu da üniversite hayatıyla nasıl götürdüğümün cevabı oluyor bir yerde. Sürekli bunları düşünüyorum. Kocaeli Sevindikli’ye gitmiştik. İkinci gün bir tane öğrenci ağlayarak yanıma geldi. “Ne oldu?” dedim. “Başak abla ben uyuya kalmışım. Servisi kaçırmışım. Gelemedim, müzik dersini kaçırdığımı sandım. O yüzden ağlamaya başladım. Babam beni traktörle getirdi.” Kız uzak bir köyden geliyordu. Bunları gördükçe insana bir devam etme gücü geliyor. Küçük de olsa bir şeyleri değiştirebildiğimizi görüyoruz.
Şule: Ne kadar öğretici, ne kadar umut verici anılar paylaşıyorsun. Gerçekten çok önemli bunlar. Finansal sorunları nasıl çözüyorsunuz Yol, kalma gibi masrafları?
Başak: Günköy özelinde konuşursak, okulumuzun bize verdiği bir hibe var. Alt projelerin yıllık bütçe desteği hazırlanıyor. Bu kabul ya da ret ediliyor, duruma göre değiştiriyoruz. Böylece senelik bütçemiz ortaya çıkıyor. Bunun dışında çok büyük projeler oldukları için yetmiyor. Bireysel bağışçılarımız var. İnstagramdan bizi görüp yardım etmek isteyenler oluyor. Para desteğini asla kabul etmediğimiz için biz onlara ihtiyaçlarımızı yolluyoruz. Kitap, mobilya satan sitelere yönlendiriyoruz. 1999-2010’da kurulan projelerimizi anlatan mailler atıyoruz şirketlere. Genelde dönmüyorlar ama olsun, dönenler de oluyor. Dönenler bizden bir liste istiyorlar. Geçen yıl Netelsan ile bir işbirliğimiz olmuştu. Dört kitaplık, sandalye ve masa listesini yaptık, onları gönderdiler. Ulaşımımızı Ankara Büyükşehir Belediyesi karşılıyor. Bize çok destek oluyorlar. Şehir içi ulaşım için Bektaşlar Firmasıyla çalışıyoruz. Normalin altında, zarar eden fiyatlar veriyorlar. Onlarla okulumuzun verdiği bütçeyle çalışıyoruz. Hiçbir zaman benzin fiyatını artırmadılar. İlçe belediyelerine yazıyoruz. Pursaklar ve Keçiören Belediyesi yardım etmişti. Kitaplarımızı okulumuz içerisinden ya da mezun olduğumuz liselerden topluyoruz.
Şule: Herhangi bir ücret alıyor musun?
Başak: Kesinlikle almıyorum.
Şule: Bundan sonra da benzer çalışmaları yapacakmışsın gibi görünüyor. Hayallerin neler?
Başak: Hukuk bölümüne Uluslararası insan hakları için girmiştim. Hukuk derslerini çok seven biri değilim. Hiçbir zaman hâkim, savcı olmak istemedim. Fakat her zaman insan haklarına karşı fazlasıyla bir ilgim vardı. O yüzden uluslararası insan hakları hukuku için girdim. Bundan sonraki hayatım için birkaç fikrim var. En büyük ve en çok olmasını istediğim hayalim, Birleşmiş Milletlere girebilmek. Orada projeler yapabilmek, orada yükselebilmek, biraz daha kendi kapımın önünü süpürmekten daha fazla, olayı büyütüp dünyaya yayabilmek. Bazı şeylerin adım adım olacağını biliyorum. Yeni mezun olmuş birinin hemen bu kuruma alınmayacağını da biliyorum. Daha çok sivil toplum alanında öne çıkmak istiyorum. Akademik olarak uluslararası insan hakları, özellikle göç hukuku üzerine çalışmak istiyorum.
Şule: Biz de bu hayallere bir an önce kavuşman dileğinde bulunmak istiyoruz. Dergimize vermek istediğin bir mesajın var mı acaba?
Başak: Kimse hayalinden vazgeçmesin. Sadece hayallerinden değil, aslında amaçlarından da vazgeçmesin. Bazı şeyler benim için küçükmüş gibi görünebiliyor. Ama bazı insanların hayatları için o yaptığımız küçük aksiyonlar çok büyük şeyler ifade edebiliyor. O yüzden herkes bir işin ucundan tutarsa, çok çok büyük şeyler yapabiliriz. Bir teleks konuşmasında dinlemiştim. O sözü söylemek istiyorum. ‘Herkes kapısının önünü temizlerse, sokaklar tertemiz olur.’Ben de bu felsefeye göre yaşamaya çalışıyorum. Herkes kendi kapısının önünü şöyle bir süpürürse, tertemiz sokaklarımız olacak. Çok güzel şeyler başarabileceğiz. O yüzden kimse vazgeçmesin ve kimse yalnız değil.
Şule: Çok teşekkür ediyoruz Başak.
Başak: Ben çok teşekkür ederim.
Şule: Sevgili Umudun Kadınları dinleyenlerimiz, biz bugün kendi kapısının önünü süpüren bir arkadaşımızla birlikteydik. Diliyoruz ki herkes kapısının önünü süpürür ve her yer
30 Mart 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.