Romanlara, şiirlere, şarkılara konu olan kıskanma konusu, kadın cinayetlerinin de gündeminde. Herkesin dilinden düşmeyen kıskanma, aslında kapalı bir kutu. Bu kutunun içinde kültürel kodlarımız, genetik geçişlerimiz, kişisel özelliklerimiz, kendimizi ne kadar geliştirdiğimiz gibi pek çok konu var.
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’na göre, kıskançlığın temelinde korku ve öfke gibi iki duygu yatıyor. Neyin korkusu diye soracak olursak, kaybetme korkusu. Bu görüşe tamamen katılıyorum. Kaybetme korkusuna teslim olduğumuz için iletişimde olduğumuz karşımızdaki kişiyi kontrol ederek, onu kısıtlayarak yönetmeye çalışıyoruz. Sonuçta yine kaybediyoruz o kişiyi. Taleplerimizle, engellemelerimizle kişiyi bunaltıyoruz, bıktırıyoruz. Önce sevgiymiş gibi görünen ilişki, sonunda adeta bir cehenneme dönüşüyor. Peki, neden kaybetmekten korkarız? Kendimize yeteri kadar güvenemeyiz, kendimizi yetersiz ve değersiz hissederiz de ondan. Bunlar da çocukluğumuzda bize aşılanmıştır. Hiç farkında olmadan yaşarız uzun yıllarca. Ta ki sürekli kaybetme olaylarıyla karşılaşana kadar. Kaybetme korkumuzu da sevgi gösterme mantığına büründürürüz. “Sana güveniyorum da başkalarına güvenmiyorum. Seven kıskanır.” gibi sözlerle hem kendimizi hem de ilişkide olduğumuz kişiyi kandırırız.
Kendine yeterince güven duymayanlar, sadece kıskanmakla kalmaz, kıskandırmaya çalışırlar. Kıskanmazsa, onu yeterince sevmiyordur. İlişkide çocuksu hareketler başlar. Sevginin yanında sahiplenme duygusu da yanlış anlaşılıyor. Önemli olan ilişkiyi sahiplenmektir, onun kişiliğini sahiplenerek onu denetim altında tutmak değil. Hepimiz bir bireyiz ve birbirimizden bağımsız olarak yapabileceklerimiz olmalı. Aşırı denetim, bağımlılıktan beslenir.
Kıskanmanın temelinde yatan öfke duygusunun kaynağı da dışlanma duygusudur. Örneğin, okulda arkadaşlarınız sizinle oynamıyor. Kendi aralarında sıkı bir bağ var. O zaman “Neden bana böyle davranıyorlar?” sorusuyla kendinizi yoğun bir öfkenin ve intikam duygusunun içinde bulursunuz. Kişi kendini geliştirdikçe, kıskanma konularında değişiklikler olabilir. Buradaki anahtar, nedeni kendimizde aramak, başkalarında değil. Zaman içinde kendine güvenmeyi başaran kişi, dışlanmayla karşılaştığında, bunu hiç önemsemez bile. Nasıl olsa uyum sağlayacağı başka arkadaşlar bulabilecektir.
Korku, öfke, üzüntü ve sevinç gibi dört temel duygumuz var. Bu duygulara ek olarak kıskanma da diğer duygulardan biri. Aslında kıskanmak doğal bir duygu. Tıpkı diğer duygularımızda olduğu gibi kıskanmanın sonunda kişiye zarar verme, onu yok etme gibi davranışlarımızı yönetebilmek. Bunu nasıl yapacağız peki? Gün içinde kıskanma ile ilgili bir olay yaşadık. Gece başımızı yastığa koyduğumuzda düşünerek olayın ayrıntılarına yoğunlaşabiliriz. “Galiba ben onu kıskandım. Yaptığım neler yanlıştı, neler doğruydu?” bunları değerlendirebiliriz. “Ben kıskançlık diye bir şey bilmem” diye bir durum yoktur aslında. Olay bu duygunun farkına varıp davranışlarımızı fark etmek.
Kıskanma en temel olarak kardeşler, yetişkinler ve eşler arasında gerçekleşebiliyor. Bu duygunun sonunda yaşanacak zararlı davranışları tetiklediğimiz durumlar olmuyor mu sizce? Ana-babalar kardeşler arası kıskançlıktan yakınıyor. O zaman yaşanan örneklere bakalım ki nasıl tetiklediğimizi görelim. Daha ikinci çocuk beklenirken, çocuğun yanında, “Kardeşini kıskanacak mı?” diyenleri bizzat duydum. İlk çocuk el bebek gül bebek büyütülüyor. Sonra kardeşi geliyor. Birey olan çocuk unutuluyor ve birden abla-abi oluyor. Bütün ilgi küçük çocukta, “Kardeşini sevmiyorum. O kaka yapıyor. Seni daha çok seviyorum.” deyip gizlice küçük çocuğu sevenlerin büyük çocuğa nasıl yakalandıklarına tanık olmuşluğum var. Özel zamanı sadece küçük çocuğa değil, ikisine de ayırmak gerekir. Bazen büyük çocukla birlikte takılıp zaman geçirmek mümkün olmalı. Bu yanlış tutumlar karşısında çocuk kıskanmasın da ne yapsın? Sevdiğini paylaşamama, öfkeye dönüşebiliyor. Farkında olmadan kardeşine zarar verebiliyor.Kıskanma duygusunu açıkça paylaşan çocuk ayıplanmamalı, sadece dinlemek, bu duygunun doğal olduğunu söylemek bile bazen sorunu çözebiliyor. Büyük kızım çok istemişti bir kardeşi olsun. Zaman zaman kıskandığını içine attığını hissediyordum. Bir gün, “Anne beni yanlış anlamazsan sana bir şey söyleyeceğim. Kardeşimi çok seviyorum ama onu çok kıskanıyorum, elimde değil.” demişti. Öylesine komikti ve doğaldı ki bunu söylerken, onu kucakladım. Bunun son derece doğal olduğunu ve kardeşine hiç zarar vermeden bu duygusunu yönettiğini söyleyerek onu kutladım. Sonra da hiç tanık olmadım kıskanma olaylarına.
Yetişkinlerin kıskançlığında da hırs hâkim. “Neden başkalarının durumu benden daha iyi? Onun ne özelliği var ki bu kadar başarılı? Onu geçeceğim ve ondan daha iyi bir yerde olacağım” gibi söylenmeler ve bütün çabasını onu yok etmeye adama. Bu durumda egolar savaşır. İnsan kendinin farkında olabilse, yüreğine dokunarak var olmaya çalışabilse, bu kıskanmayı imrenmeye dönüştürebilir. “Demek ki çok çabalıyor. Ben neleri yaparsam, onun gibi başarılı olabilirim?”şeklinde düşünebilir. Tabii kişisel özellikleri ve yetenekleri, özendiği durumlar için uygunsa. Başkasıyla kendini karşılaştırıp yarışmaya girmek yerine, kendisiyle yarışmak, her gün daha iyiye gittiğini hissetmek, elbette daha doyumlu bir yaşam kazandırır.
Eşler arası kıskançlıkta ise, onu ölesiye sevmek vardır. İyi de biz öldüren sevgi değil, yaşatan sevgi istiyoruz. Onun giyimini, görüştüğü arkadaşları, gideceği yerleri kontrol altında tutmak ister. Aldatılmaktan korkar. Ne kadar kısıtlarsak kısıtlayalım, aldatan kişi yapacaksa bu davranışı zaten yapar. Kaybetme korkularını, öfkesini açığa vuracak şekilde bir iletişimde olsalar, sonuçları kötü olan davranışlar yaşanmayacak. Eşler arasında temel gereksinim, önemsenme, ilgi görme ve ilişkinin sahiplenilmesi.
Kıskançlık kutumuzdan, “Kıskanmayan kişi eşini sevmiyor demektir, erkek adam kıskanır, peki seni kıskanır mı?” gibi yönlendirici yargıları çıkarabilsek, ne güzel olacak. Bu yargıların o kadar etkisinde kalıyoruz ki ne kadar kitap okusak, ne kadar eğitici videolar izlesek kar etmiyor. Biraz etkileniyoruz, sonra yine fabrika ayarlarımıza dönüyoruz. Bizde yanlış anlaşılan bir durum, başka kültürlerde çok doğal karşılanıyor.
Kültürlerarası farkı, yaşadığım bir örnekle anlatmak istiyorum. Roma’ya bir eğitim için gitmiştim. Lokantada son derece güler yüzlü bir garson, yemeğin tam sonuna gelmiş ama bitirmekte nazlanan bir arkadaşımızın elinden çatalı aldı, yemeği sıyırıp kadın arkadaşın ağzına verdi. Çok hoşumuza gitti, güldük. Bizde böyle bir durum olsa, erkek eş hemen kavgaya girişir şeklinde düşünmekten de kendimizi alamadık.
Güvenin, sevginin, ilginin, değer görmenin hâkim olduğu ilişkilerin, kıskançlık sonucu ortaya çıkan zararlı davranışların üstesinden gelmesini yürekten diliyorum. Sevgi ve barış dolu ilişkiler yaşamak hepimizin hakkı.
27 Mart 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.