fdemir48@yahoo.com
Açık sarı saçlarını toplamış, kâküllerini yana taramış, açık yeşil çerçeveli gözlüğü var. İçten gülümsüyor.
İki tarafı ağaçlı aydınlık bir yolda kadınlar gösteri yapıyor. Kadınların ellerinde pankartlar var.
YAZAN: Filiz GÜLMEZ

Farklı kültürlerin, inançların, yaşam biçimlerinin binlerce yıldır bir arada yaşadığı uygarlıklar beşiği, Ege'nin incisi İzmir'de ‘kadın olmak’ nasıldır?
“İzmirli kadın her şeyden önce…
Özgürdür.
Özgüveni ruhundadır.
Onun için çift ayağı üzerine sağlam basar.
Tire’de güneşin altında pamuk çapalayan…
Menemen’de yol kenarında çömlek satan…
Dikili’nin dağ köyünde keçi sağan…
Kemalpaşa’da kiraz toplayan…
Karaburun’da balık ağı çeken…
Alsancak’ta bayrak sallayan…
İzmir kadını, cumhuriyetin aydınlık simgesidir.” diyor Erdal İzgi bir yazısında.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’ne İlhan Pınar tarafından bağışlanan belgeleri okuduğumuzda ilk protestoyu yapanların da İzmirli kadınlar olduğunu görüyoruz.
Türkiye tarihindeki ilk kadın ayaklanması 1828 yılında, Kadifekale, Tilkilik, Namazgâh ve Damlacık gibi Türk mahallelerinde gerçekleşti. Yine belgelere göre, dönemin İzmir Valisi Hasan Paşa’dır. Onun izniyle “ekmek zammı” önce erkekler tarafından protesto edilir, ancak, 1828 yılında yapılan eylemden sonuç alınmayınca kökeni Amazonlara kadar uzanan İzmir kadınları çocuklarıyla birlikte sokaklara çıkarak 3 gün boyunca gösteriler yaparlar. İzmirli kadınların bu protestosu sonrasında ekmek zammı, Hasan Paşa’nın devreye girmesiyle geri alınır. O dönemlerde İzmir’de bulunan Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun elçisi Baron Anton Prokesch von Osten tarafından tanık olunan olaylar, 1934 yılında Avusturya’da çıkarılan “Jahrbücher der Literatür” (Edebiyat yıllığı) isimli derginin 67. ve 68. Sayılarında yayımlanır. İzmir’de bulunduğu dönemde eski Smyrna’yı arkeoloji dünyasına tanıtan Baron Von Osten, kaleme aldığı yazısında, İzmir’de yaşanan kadın eylemlerini anlatır, Türk kadınının zam karşısındaki direnişine geniş yer verir.
Batı uygarlığına yüzü dönük bir şehir olan İzmir’de1930'lu, 40'lı- 60'lı 70’li yıllarda kültüre, sanata, eğitime önem veren insanların, kadına değer veren ailelerin çoğunlukta olduğu bölgelerde değerli kadın sanatçılar, bilim kadınları, siyasetçiler yetişmiştir.
Hülya Soyşekerci'nin "Bornova'dan Gül Rengi Sayfalar" adlı kitabında değindiği gibi Bornova bu semtlerden biriydi. Levantenlerin eşit bireyler olarak niteleyen algılayışıyla güzel hayatlar örneklenmiş. Koyu dinciliğin, mutaassıplığın olmadığı; gelenekçi, erkekle kadını ayıran bir dünya anlayışının yerine kadına gerçek değerini veren, çocuk ve genç kız evlatlarını erkek evlatlarından ayırmayan ileri görüşlü modern anlayışlar günlük yaşamı belirlemiştir. Kitapta, bu anlayıştaki Bornova insanının da batılı yaşam tarzına uygun yaşadıkları, plaja gittikleri; din, milliyet ayrımının olmadığı yer alıyor. Hatta Bornova'da yaşayan o zamanlardaki Romanlar, Havuzbaşı, Tarlabaşı denen mevkide otururlarmış, evlerde çalışır, dadılık yapar, çocuk bakarlar, yasa dışı davranışları olmazmış.
İşte bu bağlamda İzmir kadınlığın ayıp olmadığı yerdir. Daha çocukluktan korkup utanıp saklanmanız gerektiği öğretilmemiştir. Türbana çarşafa sarıp sarmalanmanız gerekmez. İzmir' de insan değerlidir, insanca değer görür çünkü. İzmir'de kadın olmak, kadınlığından gurur duymaktır. Özgüveni ve özgürlüğü yaşamaktır. Kendi ayaklarının üzerinde durabilmektir. İzmir de kadınlara kadınlığının değerini hissettiren kenttir. Baskı ve korku olmadığı için huzurlu yaşayabileceğiniz bir yerdir İzmir.
Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik örnek çabalarla Türkiye’ye önder olan İzmir, 2006-2009 yılları arasında süren ‘Birleşmiş Milletler Kadın ve Kız Çocuklarının İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı’ çerçevesinde ‘Kadın Dostu Kent’ seçilmiştir. Bu çok sevindirici bir durumdur, ancak gerçekçi olmak gerekirse merkezinde yaşam böyledir.
İlçelerde toplum baskısı, mahalle baskısı dediğimiz olaylar yok değildir. Gelenekçi yaklaşımlar, kadını tutsak eden yaklaşımlar ne yazık ki İzmir’de de görülüyor. Yıllardan beri göç alan İzmir’de varoşlardan birinde yaşayan lise mezunu bir kadının anlattıkları da İzmir gibi özgür, demokrat, kadınların daha rahat yaşayabildiği şehirde Kars'tan, Mardin'den, Konya'dan, Ağrı'dan, Van'dan, Elbistan'dan gelmiş nice kadınımızın özgür olmadığını gözlerimizin önüne seriyor. "Babam evdeyken nefes almaya korkardık. Bir yanlışımızla yine sinirlenir annemizi darp eder mi diye korkardık. Hiçbir yere tek başına yollamazdı. Liseye gittiğim yıllarda yine annemi çok kötü dövdü. İçimdeki öfke gözümü kararttı; "Bir daha anneme el kaldırmayacaksın." diyerek babama bağırdım. Ondan sonra bizim yanımızda dövmedi, biz yokken yine dövüyormuş." Bu genç kadın evlenince de bir şey değişmiyor. Bu kez eşinin baskısı, şiddeti. Yalnız başına bir yere çıkamıyor. Komşusuna bile gidemiyor. Telefonu sürekli eşi tarafından denetleniyor, kim aradı, kimi aradın, diyerek.
Kimi göç almış kenar semtlerde de kadınlar akşam saat 5-6'dan sonra sokağa yalnız çıkamıyorlar. Mahalleli de kadınlar da bunu hoş karşılamıyor. Üniversite bitirmiş bir genç kızın söyledikleri de çok üzücü: "Bu bölgelerde gece dışarı çıkamıyoruz, rahatsız ediliyoruz, Karşıyaka, Alsancak, Bornova, gibi semtlerde gece bile çok rahat gezebiliyoruz. O semtlerde insan olduğumuzu fark ediyoruz, özgüvenimiz artıyor." diyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir'e göç eden romanlar Tepecik, İkiçeşmelik, Kadifekale, Kuruçay gibi şehrin en eski semtlerinde oturuyor. Yarınlarını hesap edemeden hayatlarını sürdürmek zorunda olan Roman vatandaşlar sadece anı kurtarabilmek için kendilerince geçici çözümler üretiyor. Bu bağlamda Roman anneler, zorlu yaşamlarının önemli bir dönemi olan hamilelikleri sırasında bilinçli bir şekilde hırsızlık yaparak ya da ufak tefek yaralama suçlarına karışarak kısa süreliğine hapishaneye giriyor. Doğumlarını hapishanede gerçekleştiren kadınlar daha sonra belli standartları olan yaşamlarına geri dönüyor. Doğum masraflarını karşılayamadıkları için bu yola başvuran Roman kadınların tek amacı ise çocuklarını güvenli ve sağlıklı bir şekilde dünyaya getirebilmek.
Göç alan varoşlarda kadın olmak çok zor İzmir'de bile. Bu kadınlar güçlü kadın izlenimi yaratmalarına karşın, özgür değiller. Nasıl özgür olsunlar, nasıl birey olmayı, ayakları üzerinde durmayı başarabilsinler? İzmir'de de yaşasalar, önce evlerde demokrat, özgür düşünceli, aydınlık kafalı babalar, kocalar, ağabeyler olmadıkça; ilerici bir eğitim sistemi olmadıkça, kadını insan olarak algılamayan, onu sömüren, ikinci sınıf insan olarak gören, "kadınlar Tanrının erkeklere emanetidir, onların korumasındadır.” zihniyeti oldukça kadınlarımız ‘Kadın Dostu Kent’, özgür, demokrat şehir denilen İzmir'de de yine baskı altında olacaktır.
İzmir göç alan bir şehir, gelenler kendi yaşamlarını, geleneklerini, dünya görüşlerini de getiriyorlar. Ancak onların İzmir'de doğup büyüyen çocukları daha farklı olabiliyor, İzmir'in dokusuna uyma çabası içine giriyorlar.
İzmir’in Batı’ya dönük yüzü, insana verdiği değer, kadınla erkek arasında ayrım gözetmeyişi kısacası olması gereken bu uygarlık anlayışı nedeniyle kadınlar birçok işte çalışabiliyor, erkek işi diye adlandırılan birçok işte çalışıp başarılı oluyorlar.
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin farklı iş kollarında görev yapan kadınlar, hemcinslerine örnek oluyor. Kimi cesaretle alevlerin içine dalıyor, kimi 120 tonluk trene hükmederek her gün binlerce kişiyi sevdiklerine ulaştırıyor. Kimi ise Türkiye’nin günlerce konuştuğu şampiyonları yetiştiriyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kadın itfaiyecilerini Türkiye 'ateşe yürüyen cesur kadınlar' olarak tanıdı. Ateşler arasından geçip 30 metrelik itfaiye merdivenine tırmanan, 50 kilo ağırlığa karşılık gelen ve beş bar basınçla su sıkan yangın hortumlarını rahatlıkla kullanabilen kadın itfaiyecileri, tıpkı erkek meslektaşları gibi zorlu eğitimlerden geçiyor.
“Kadından itfaiyeci olur mu hiç? tarzında çok söylem duyduk. Bu işin altından nasıl kalkabilirsin dediler, erkek işi o, onu yapamazsın dediler” ama kadının her yerde olması gerektiğini her işi yapabileceğini göstermiş oldum. Kadınlar her alanda olmalı. Hala daha da yeni tanıştığım birine mesleğimi söylediğimde çok şaşırıyor. “Gerçekten yangına gidiyor musun?” diye soruyorlar. Kadının böyle bir iş yapabileceğine inanamıyorlar ama biz buradayız ve bu işi yapıyoruz” Her gün İzmir’in 180 kilometrelik hafif raylı sistem araçlarında sürücü olarak görev yapan kadın vatmanlar, hem metro hem de tramvayda sık sık karşımıza çıkıyor. Bu, işin görünen kısmıdır. Tramvay tamirinden kataner hattının bakımına, hatta validatör cihazının onarılmasına kadar raylı sistemin her aşamasına kadın eli değiyor. Rayların kahramanları dikkat, düzen ve güler yüzleriyle kent ulaşımına renk katıyor. Tramvay kullanmak kadar bakım çalışmalarının da zor yanlarının olduğunu ve çok fazla dikkat gerektirdiğini belirten kadınlar, İzmir'in demir yollarına hükmediyor. Tramvay sürücüsü bir kadın bakın neler anlatıyor: “Mesleğimiz çok zorlu, dikkat ve özveri gerektiriyor. İzmirliler, metro aracı sürücü koltuğunda kadın görmeye alışkın, bu yüzden bizi tramvayı kullanırken gördüklerinde de artık şaşırmıyorlar. Erkek, kadın, çocuk, tüm yolcular bize sempati ile yaklaşıyor. Çocuklar el sallıyor. Sevdiğim işi yapıyorum. Ailem ve çevrem benimle gurur duyuyor."
“İzmir Metro A.Ş’nin ilk kadın mekanik bakım mühendisi olmak ise bambaşka bir duygu. Tamir atölyesinde çalışmak zor ama aşılamayacak bir şey değil. Burada göreve başladığımda elime takım çantası alıp tramvayın tamirini yaptığımda “Siz ne yapıyorsunuz. Oturun biz yaparız.” gibi yaklaşımlarla karşılaştım ama işin içine girmeye başladıkça hep birlikte, birbirimizden çok şey öğrenerek çalışmaya başladık. Tramvayın her bölümünde kadın çalışan bulmanız mümkün. Bu durum bana göre İzmirli kadınının özgüven yüksekliğinin bir sonucu. İzmir, modern bir kenttir. Her şeyden önce burada insanlar çok kibar… Bu nedenle sorun yaşamadan işimizi yapıyoruz." İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde görev yapan çok sayıdaki kadın zabıta da, erkek meslektaşlarından geride kalmadan görevlerini layıkıyla yerine getiriyor. Günümüzde kadınlar trafikte artık daha etkin. Eskisi gibi değil; otobüs şoförü de var, traktör şoförü de… O yüzden biz kadınlar her yerdeyiz. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kadın çalışanları arasında şoförler de var. Bu kadınlardan biri şöyle diyor: “İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde 1 yıldır çalışıyorum. Araba kullanmak benim için bir tutkuydu. Ben de tutkumu mesleğe dönüştürdüm. Arkadaşlar ilk arabaya bindiklerinde şaşırmıyor değil! Ama hepsi alıştı. Görev süresince İzmir’in tüm ilçelerini tek tek geziyoruz. Beni erkek meslektaşlarımdan ayıran en önemli özellik ise çocuklarım arabadayken nasıl araç kullanıyorsam, görev süresince de çocuklarıma davrandığım biçimi sergiliyorum.”
Sualtı Ragbisi Federasyon Kupası'nda 13 sezondur şampiyonluğu kaptırmayan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kadın sporcularının başarısının ardında yine bir kadın var.
Bütün bu örnekler eğitilen, değer verilen yüceltilen kadınların en zorlu işlerde bile başarılı olacaklarının bir göstergesidir. İzmir’de kadın olmak deyince bu saygıdeğer emekçi kadınlarımızı da unutmamak gerekir.
KAYNAKLAR
İzmir Tarihi, İzmir Büyükşehir Belediyesi Dokümanlar
Hülya Soyşekerci, Bornova'dan Gül Rengi Sokaklar, Heyemola Yayınları
Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’ne İlhan Pınar tarafından bağışlanan İzmir'le ilgili Belgeler
Gültepe, Bayramyeri, Eşrefpaşa, Buca, Şirinyer vb. semtlerde kadınlarla yapılan birebir görüşmeler.
4

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.