Ben, munise olmak istemiyorum.
O güleç, neşeli kadın şimdi yok artık.
Çok çok eskiden, ben daha henüz üç-dört yaşlarındayken, munise de genç kızlığa yeni adım atmıştı.Babaları, onları küçük yaşta bırakmak zorunda kaldığından, anneleri münüre hanım, çocuklarını yalnız başına büyütmüştü. Munise, bu neşeli halini biraz annesinden biraz da halasından almıştı. Munise’nin ablası Zehra, hiç onlara benzemezdi. Gerçi iyi huylu, aklı başında bir kızdı ama, ne munise kadar çok gülen, ne de halası kadar kıpırdak biriydi.
Halası ve arkadaşlarıyla birlikte komşu bahçesine piknik yapmaya giderlerken, munise de, hafif kısık sesiyle kıkırdayarak, arkalarından koşuyordu elindeki sepetle.
Yoldan birkaç basamak inip de, çardağın altına geldiğinde, kendisinden daha büyük olan halası ve diğer kızların işlerini ellerine almakta gecikmediklerini gördü. Kendisi de işini torbadan tam çıkarıyordu ki, ev sahibi komşu kızı ona seslendi.
“Munise! Gel bakalım; en küçüğümüz olarak,çayları sen dağıtıver.” Dedi.
Saadet, kızların geleceğini haber alır almaz, çaydanlığı ocağa oturtmuştu. Munise çayları getirirken, kızlar da el işlerini kaldırıp, sepetlerinde ne varsa, ortada serili kilim ve sofra bezinin üzerine bir bir yığmaya başladılar. Haşlanmış patates ve yumurta, kızarmış biber ve köfte, kaygana, ’karadeniz yöresinde yapılan,hamsili ya da sade yumurtalı akıtma fasulye turşusu, salatalık, domates.
Ve zeytinden oluşan zengin denebilecek bir sofra hazırladılar.
Kızlar yemeklerini iştahla yerlerken, Saadet birden,
“Bu gece yalnızım, biliyorsunuz, bizimkiler, nineyi gömmek için köye götürdüler. Küçük kardeşlerimi de bana bıraktılar.” Dedi.
Bu iş en çok da munise’nin halasına yaramıştı. Annesinin azarlarından uzak ve gönlünce kuduracağı bir gece geçireceği için seviniyordu.
“Ooo, şenlik var desene!” dedi.
Büyükanne ölmeden önce de, pek sık olmamakla birlikte, Saadet yine böyle kardeşleriyle evde yalnız kaldığında, komşu kızlar gece olunca, hemen soluğu Saadet’lerde alırlardı. Fakat kızların eğlencesi çok kısa sürer, hatta büyükanne gelince, kızlar evlerine dağılmak zorunda kalırlardı. Çünkü, büyükanne Saadet’i çok sıkar, adeta ona soluk aldırmazdı. Ne arkadaşlarına gitmesine, ne de arkadaşlarının ona gelmesine izin verirdi. Bu durumda, Saadet de bu geliş gidişleri, gizli saklı yapmak zorunda kalırdı. Büyükannenin yetkileri, Saadet’in annesinden de, babasından da fazlaydı.
Artık büyükanne yoktu. Bir daha da geri dönmeyecekti. Eğlenceleri yarıda kesilmeyecek, arkadaşlarına,”gelme, gitme,” diyen olmayacaktı. Saadet “böyle düşünmekle, büyükanneme acaba haksızlık mı ediyorum;” diye bir an suçluluk duymaktan kendisini alamadı.
Selime’nin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı Saadet. Selime munise’ye, annesinden izin almasını söylüyordu. Selime’nin öyle bir derdi yoktu. O kimseye hesap vermezdi.
Münüre hanım kızlarını pek sıkmazdı ama, oturduğu mahalle çok mutasıp olduğundan,çocuklarına kötü bir laf gelsin de istemezdi. Zehra varlığı, yokluğu fark edilmeyen bir çocuktu. Endişesi, Munise’den yanaydı. Onun da içinde hiçbir kötülük yoktu, ancak,delidolu halasına biraz çektiği için, ele avuca sığmıyordu. Gerçi, munise halası gibi değildi. Munise’nin halası Selime, bu mutasıp mahallenin Erkek Fatmasıydı. O mutasıplık falan tanımaz, erkek çocuklarla çelikçomak oynar, at arabalarının tepesinde erkeklerle görünmekten hiç çekinmezdi. Bu yüzden annesinden çok azar işittiği olurdu ya, Selime bunları ciddiye almaz, yine bildiğini okurdu. Bu nedenle, mahalleli ona Deli Selime adını takmıştı. Allaha şükür, Selime deli falan değildi. Aksine, bu deli sözcüğü, Selime’nin sevimliliğini simgeliyordu aynı zamanda.
Munise’nin böyle haşarılıkları yoktu ya, münüre hanıma göre, bu iki kızın da bir an önce başlarını bağlamak en hayırlısı olacaktı.
Ablası evlendikten kısa bir süre sonra da munise, Saadetlerin köyünden biriyle nişanlandı. Fakat evlenince köye götürürlerse, bu işten vazgeçeceğini bildirdi.
Annesi, “yine halasının damarı tuttu,” diyerek, dünürlere ne söyleyeceğini düşündü. Kızın dileği oğlan tarafına bildirilince, damat bey şehirde oturmayı kabul etti.
Serbest davranmanın kadınlar için ayıp ve günah sayıldığı bir çevrede büyümüştü Munise. Kendi üzerindeki baskı fazla ağır olmamasına karşın, Saadet’in ve başkalarının yaşadıklarına tanık olmuş, bu baskılar yüzünden erken denecek yaşta evlenmek zorunda kaldığı için, kendisini karşılayan bu kaderini o da nefretle karşılamıştı.
Halasına gelince, o deli damgasını yiyerek namussuzluktan paçayı sıyırmıştı. Deliydi, ne yapsa yeriydi. Oysa halasını çok iyi tanıyordu. Kızcağız deli falan değil ama, içinden geldiği gibi davrandığından, babaannesi bile, halasına kızdığında, “Deli Selime!” diye bağırıyordu.
Selime, bulunduğu çevreye ve annesinin azarlarına karşın, evlenmek için hiç acele etmemiş, günü gelince,Belçika’da çalışan biriyle evlenerek oraya gitmişti.
Munise de evlendikten birkaç yıl sonra, eşi ve çocuklarıyla birlikte bu mahalleyi terk edip İstanbul’a yerleşti.
Kapı çalındığında munise, yeni doğmuş kızının bezlerini yıkıyordu. Tuvaletin kapısı kapalı olduğundan, ayrıca, akan suyun şırıltısı yüzünden,sokak kapının zilini geç duymuştu.
Ellerinin pisliğini temizledikten sonra, telaşla çalınan kapıyı açmaya gitti.
“Ooo, Halime teyze, sen misin? Ne bu telaş; alacaklı gibi çalıyorsun kapıyı!” dedi munise.
“Alacaklı gibi ya! Yarım saattir kapıdayım; beni duymuyor musun?” “Yeni doğum yaptı bu kız, nereye gider!” diye kaygılandım kendi kendime.”
“Merak etme halime teyze; bana bir şey olmaz. Karadeniz rüzgarını yemişim ben; demir gibi sağlamımdır.”dedi munise gülerek.
“İyi de kızım, iki gün oldu hastaneden çıkalı.”
“Tuvalette bez yıkıyordum; su sesinden duymamışım, kusura bakma.”
“Ben ne kusura bakayım; sana bir şey olmasın da. İki günlük loğusasın; bu halde soğuk suların içine giriyorsun; ne diyebilirim, sen de haklısın, başka yardımcın yok; Allah yardımcın olsun.” Dedi yaşlı kadın çaresizlikle.
Halime teyze, birkaç sokak ötede oturuyordu. Munise’nin akrabaları uzakta olduğundan, yaşlı kadın onu sık sık ziyaret eder, bir şey olup olmadığını sorardı. Ne de olsa eskiden annesiyle kapı komşusuydu. Öyle olmasa bile, Halime teyze Munise’yi kendi kızı gibi severdi.
Kısa bir sessizlikten sonra yaşlı kadın sordu:
“Hani, oğlanlar yok mu?”
“Büyük okula gitti,” dedi Munise, “küçüğünü de babası işyerine götürdü.”
“İyi ya,” dedi Halime, “Sen de, bebek uyurken dinlen biraz.”
“Nasıl dinleneyim,” dedi Munise, yorgun bir sesle, “biliyorsun, her iş bana bakıyor; iki günlük loğusa da olsam!”
Yılların hızla geçmesiyle Munise’nin yaşamı da zorluklara, açmazlara doğru ilerliyordu. Munise tahsilli değildi, ama yeniliğe açık, gelişmelere ayak uyduran bir kadındı. Çocuklarının ve kocasının da öyle olmasını arzuladığı halde, kendisi dışında evde hiç kimsenin o taraklarda bezi olmadığını görüyor, bu durumlara hep içerliyordu. Kocası bir gazete okumaktan yoksundu. Çocuklarsa doğru dürüst okuyamamışlardı bile. Yalnızca kızı, o da zar zor liseyi bitirebilmişti. Daha sonra da bir eczanede çalışmaya başlamıştı. Oğlanlarsa, iş aramaya başladıklarında, fazla okuyamadıkları için, iyi bir iş bulamıyorlar, bin bir güçlükle girdikleri işten de, kısa zamanda ayrılıyorlardı. Okulu bıraktıklarından bu yana, Munise’nin bu iki delikanlıdan çekmediği kalmamıştı.Bu iki erkek çocuğuyla uğraşmaktan sonunda ruh hastası olup çıkmıştı.
Stresten bunaldığı yetmiyor gibi, bir de tansiyonu yirmilere fırlıyordu. Ne kocası ne de çocuklar, kadının bu durumunu hiç ciddiye almıyorlardı.
Munise çok hastaydı. Bunu ancak kendine yakın hissettiği komşuların yanında dile getirebiliyordu. Tabii buna dile getirmek denirse! Derdini anlatmaya başlar başlamaz, gözlerinden yaşlar süzülüyor ve dudakları büzülüyor, konuşamıyordu.
Bu arada, büyük oğlan evlenmiş ve annesinin karşı dairesine yerleşmişti. Gelgelelim, Munise’nin azalacak derdi, büsbütün çoğalmıştı. Yine bir yığın can sıkıcı olay peşini bırakmıyor, durumu gün geçtikçe kötüye gidiyordu.
Oysa munise, bir gelini olacağına ne kadar da sevinmiş, Hem cinsinin kendisini anlayacağını umut etmişti.
Munise’nin umutları kısa zamanda yok olup gitti. Gelininin onu anlaması şöyle dursun, evleri onca yakınken, yüzünü bile göremiyordu. Kazara bir şey için evlerine gitse, bazen Munise onları sofra başında bulur, fakat yarım ağızla da olsa yemeye buyur edilmezdi. O ne de olsa el kızıydı. Gelgelim munise, kendi kızına dahi derdini anlatmakta oldukça zorlanıyordu.
Kocasına gelince, iş yerinde çok yorulduğunu söyleyerek, munise’yi dinlemekten hep kaçınıyordu. Karısını yalnızca yatak odasında kabul ediyor, bu da ona yetiyordu. Oysa munise’nin istedikleri, bekledikleri başkaydı. Kadın, yılların getirdiği birikimle adeta boğuluyor, birinin kendisini kurtarmasını bekliyordu. Herhangi bir el ona uzansa, oğlu, kızı, kocası; hiç fark etmezdi; tüm sıkıntısından arınacaktı. Fakat, hiç kimse onu anlamıyor, yardımına koşmuyordu.
Bir gün sözleşilmiş gibi,kızı, oğlu ve kocası tarafından dövülmüşçesine azarlanmıştı.
Sonunda bu azarlanış, Munise’de bir bomba etkisi yaparak diline kilit vurmuş, yalvarışlarına, kıpırdanışlarına son noktayı koymuştu. Tansiyon, yirmilerden çok yukarılara fırlayıp Munise’yi gerçek bir felce uğratmıştı.
Munise artık bir kundak bebekti. Altı bağlanıyor, kızının eliyle ağzına besleniyordu.
Yatağa bağlandığını duymuş, annemle birlikte bir gün ziyaretine gitmiştik.
Hemen yatağının yanına diz çökmüş ve ellerini tutarak, “abla, ben geldim!” dediğimde, bana gülümsemişti.
Acaba beni tanımış mıydı? Bundan hala emin değilim. Bir zamanlar cıvıl cıvıl, yaşam dolu olan bu kadın, nasıl da sabırla sırtüstü, kıpırdamadan durabiliyordu.
Aylar sonra munise’nin ölüm haberini aldım. Bu bana, sıradan bir habermiş gibi verilmişti. Adeta şok geçirdim. Neşeliydi, iki söyler, beş gülerdi. Sanki, onun ölümüyle kendimden korkmuştum. Yakın dostlarım, benim de çok neşeli olduğumu söylerlerdi. Günün birinde, bir gülüşümün ansızın dudaklarında donmasını hiç istemezdim doğrusu..
Ben munise olmak istemiyorum. Hiçbir kadının kaderi Munise’ye benzemesin! Derdinin çaresini, kardeşinde, kızında, oğlunda, kocasında aramasın. Tüm çarenin, kendinde olduğu gerçeğinin farkına varsın! Munise, bu gerçeği bilemeden öldü…
KADINLAR GÜNÜNE
Yazan ve Seslendiren: Gülderen Yetim
(Şairin Aklım Gönlüme Darıldı)
Kadınım ben, doğuştandır mücadelem
Ne ninem rahattı bu dünyada ne annem,
Ne de ben
Ama değiştirebilirim; çünkü kadınım ben
Gün gelir dünyanın öbür ucunda hak ararken
Odalara hapsedilir, ezilir hemcinslerim
Kâh bir sapıktandır ölümüm
Kah kör olası töre deyip, namus deyip
En yakınımdır celladım
Ya da okumuş, okumamış hiç fark etmez
Serseri bir koca elindendir çektiklerim.
Kâh satılmış çocuk gelinimdir
Yaşlı bir adamın koynunda solar yok olur hayallerim
Ya da hayat kadını olur sermayedir bedenim…
Ama ben istemedim bu ben değilim
Oysaki ben kadınım
Karnında bebek, sırtında beşik,
Tarlada ırgat, dışarıda işçi,
Evinde aşçı olmuşum.
Mermi taşımışım, savaşmışım yinede de yılmamışım…
Ne sevdalara salmışım yiğitleri
Kimi dağları delmiş, kimi çöllere düşmüş
Kimini yakmışım Kerem misali
Kimisi de pervane olmuş etrafımda
Nice türküler yazmış,
Dökülmüşüm sazın tellerine name…
Bende sevmişsem değmeyin keyfime
Yeşillenirim, fidan veririm boy boy
Ay yüzlü, ceylan gözlü çocuklar büyütürüm
Vız gelir her şey dünyayı sırtımda taşırım
Çünkü ben kadınım, mücadele öbür adım,
Çünkü ben kadınım mücadeledir öbür adım.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.