YAZAN: Gülseren MUNGAN
Dil, insanın kendini ifade etme aracıdır. Bu araç onu, diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerden biridir. “Bir lisan, bir insan” deyimi bunu çok iyi açıklar. Dilin olmadığı bir toplumsal yapının varlığını sürdürmesi düşünülemez. Dil, insanın, toplumsal yapının amaçlarını, isteklerini, umutlarını, düşüncelerini tarif edendir. Söz dildendir. Unutmamalıyız ki “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.”
Sözün, sözlükte iki sayfalık açıklaması var; ancak, bu açıklamadan kısa bir alıntı yaparak okuyucunun belleğini tazelemenin iyi olacağını düşünüyorum.
SÖZ:
1) Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi. Lakırdı, kelam, laf, kavil.
2) Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük.
3) Bir konuyu yazılı veya sözlü açıklamaya yarayan kelime dizisi.
4)“Söz dinlemek” (tutmak) – Söylenen bir sözü, verilen bir öğüdü, benimsemek, davranışlarını bunlara uydurmak.
Sözlüğün iki sayfalık açıklamasından seçtiklerim, sözün etkin bir toplumsal biçimlendirici olduğunu açıklamaktadır sanırım. Bu örneklerde en vurucu öğe, bence, söyleyene-söylenene, öğütleyene-öğütlenene uyum sağlamak; sözü ve öğüdü benimsemek önermesidir. Sözün, konuşmayı, konuşma yetkesini, düşüncelerini söyleme biçimini kapsadığı da açıkça ortadadır. Sözün gücü, etkin bir uyarıcı, tanımlayıcı, şekillendirici ve yönlendirici olma özelliğinde yatar diye düşünüyorum.
Söz, yaşantımızda atasözleri, deyimler, söylenceler, bazı dini söylemler; türkü, mâni sözleri ve bu gibi giysilere bürünerek türlü görünümüyle karşımıza çıkıyor. Toplumun her katmanında kendine yer bulup iz bırakarak…
Egeli Kadın Yazarlar Platformu (EKYAZ)’nun, “Kadında Söz İzleri” adıyla okuyucuya sunduğu derlemede ele alınanlar, ülkemiz kadınlarını olduğu kadar, gezegenimizin neredeyse tüm kadınlarını da kapsamaktadır. Bir araya gelip çocuk doğurmamaya karar verseler insan evladının sonunu getirecek olan, bunu yapmayıp her doğumda canını ortaya koyan insanın kadın cinsini...
SENECA, biz kadınlar için şöyle buyurmuş:
SÖZDEN HAFİF NE VAR? ŞİMŞEK.
ŞİMŞEKTEN HAFİF? RÜZGÂR.
RÜZGÂRDAN? KADIN.
KADINDAN? HİÇBİR ŞEY!!!
Biz kadınlar, insanın yaradılışıyla başlayan bir hikâyenin ters yüz edilmiş oyuncularıyız.
Hikâye şudur:
Tanrı Âdemi ve Lilith’i topraktan yaratır. Onların cennette yaşamasını sağlar; ancak Lilith, eşit olduklarını savunarak Âdem’in isteklerine boyun eğmez, Şeytan’ın tarafına geçer, cenneti terk eder. Âdem’in Lilith’in geri gelmesi için dualarına dayanamayan Tanrı, ona üç meleğini gönderir; ama Lilith geri dönmez. Tanrı bu kez, Âdem’in kaburgasından Havva’yı yaratır. Böylece Havva, Âdem’den yaratıldığı için ona karşı koymayacak, aksine ona boyun eğecektir. Yine de cennetten kovulmaları, zevk düşkünü düşüncesiz Havva’nın, saf, temiz Âdem’i Şeytan’ın verdiği elmayı yemeye ikna etmesiyle gerçekleşir.
Tek tanrılı dinlerde ve değişik kültürlerde yer alan; az çok birbirine benzer olan bu inanış, şeytan, iblis, baştan çıkarıcı, yalancı vb. kötü özelliklerin kadına mal edilmesinde kaynakça olabilir. Ayrıca, insanın yaradılışıyla ilgili bu söylence, kadın ve erkek arasındaki “erk” sorunsalının ilk belirtilerini içermektedir diye düşünüyorum.
Yaratılış söylencesi, bence, bin yıllar süren kadın aleyhtarı siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik zihniyetin oluşmasında yangını çıkaran bir kıvılcım gibidir. Bu kıvılcım, kutsalın tartışılmazlığını kuşandığından, kadın aleyhinde zihniyet oluşumunun dönüştürülmesinde ne kadar zor yol alınacağının belirtisidir. Bu dogmatik düşünce, kadını, diller ve gelenekler aracılığıyla da acımasız ve haksız bir şekilde kuşatmıştır.
Neredeyse tüm dünya inançları insanlığın başlangıcında önce erkeklerin yaratıldığını varsayar. Âdem’in Havva yaratılana kadar günaha ve kötülüğe bulaşmadığı öngörülür. Zeus ise, erkeklere ve onların koruyucusu Prometheus’a duyduğu öfke sonucu onların başına belâ olsun diye Pandora’yı daha en başta “öteki” olarak yaratmıştır. İçinde umut dışında iyi bir şey bulunmayan, tüm kötülükleri barındıran bir kutuyla…
Erkeğin, “Kültürü oluşturan etken”, kadının, “doğayı simgeleyen edilgen” olarak konumlandırılması tarihidir insanlık tarihi. Kadına düşen bu rol, onun ilk çağlardan beri eril, hükümran bir söylemle karşılaştığını, bu söylemin kurbanı bir günah keçisine dönüştürüldüğünü gösterir.
Bu kısa tanımlama ve girişten sonra, insan evladının, kadına dair her alanda binlerce yıldır belleğinde biriktirip uygulamaya koyduğu; kültürümüze yansıyan, bizi kuşatan, şekillendiren, engelleyen, küçük düşürüp aşağılayan, inciten, öfkelendiren unsurlarından bazı örnekler vereceğim.
ATASÖZÜ: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel.
Radikal Gazetesinin, “Atasözlerimiz” adlı kitap ekinde atasözü şöyle açıklanır:
“Atasözleri, bir ulusun değer yargılarını anlatan özlü sözlerdir. Yüzyıllar boyu edinilen yaşam deneyimlerini içeren atasözleri, düşünce, özlem, eleştiri, gözlem ve yargılarını dile getirir. Diğer deyişle, atasözleri, daima iyiyi, güzeli, doğruyu yaratma sürecinde uyulacak ilke ve kuralları öğütleyen yapıcı bir dünya görüşünün sözcüsüdür. Atasözleri bir toplumun yaşam felsefesini, bir diğer deyişle dünya görüşünü anlatan kesin yargı niteliğindeki sözlerdir. Atasözlerini incelediğimiz zaman; o ulusun yaşamı nasıl gördüğünü, insana nasıl ve niçin değer verdiğini, hakça bir düzen kurulabilmesi için hangi toplumsal kural ve ilkelere uyulması gerektiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Bu bakımdan atasözleri bir ulusun karakterini, yani ulusal niteliklerini belirleyen en temelli öğeler durumundadır.
Özetle atasözleri, bir ulusun ortak kanı, inanış, görüş ve özlemlerinin dile getirildiği bir kamuoyu kurumudur.”
EKYAZ olarak “Kadında Söz İzleri” kitabımızla, bir kamuoyu kurumu diye nitelendirilen atasözlerinin, aslında her zaman iyi, güzel ve doğruyu önermediği gerçeğiyle toplumu yüzleştirip düşüncemizi ifade etme şansını elde etmiş oluyoruz.
Görülüyor ki, sözün yüklendiği anlamlardan gelen gücü, atasözü ve deyimlerde uzun denemeler, gözlemler ve halkın kabulüyle taçlanarak daha da artmıştır. Söz bize, yalnızca atasözü, ya da deyim olarak ulaşmaz, ayrıca destanlar, söylenceler, türkü sözleri, yöresel, ulusal söylem kalıpları ve benzeri birçok unsurla ulaşır. Kadınlar aleyhine olanlarının bir bölümünü paylaşıp birlikte irdelemeyi düşündüğüm bu unsurlar, feodal, ataerkil toplum yapısının, erkek egemen söylemin kadınlar aleyhine yapılandırdığı kültürlerde ve yaygın olarak özel mülkiyete dayalı üretim ilişkilerinde yer bulan dinsel, toplumsal, siyasal, ekonomik, psikolojik alanlardaki yansımalarıdır.
Eril söylem, aslında insana dair olması gereken iyi, güzel, doğru özelliklerin neredeyse tümünü kendine mal etmiştir. Akıl, zekâ, cesaret, doğruluk, güvenilir ve koruyucu olmak vb. Kadına bunlardan kalan “kırıntı” bile değildir. Erkek gibi olmak yüceltilmiştir. “Erkek Fatma”, “Erkek gibi kadın” olmak bir lütûftur. Erkeğe benzemek kadını onurlandırmalıdır. Ancak, kadına dair özellikler, erkeğin korkulu rüyasıdır. Kadına benzemek, erkek için aşağılanmanın bin bir çeşididir. “Kadın gibi ağlamak”, “Kadın gibi gülmek”, “Kadın gibi kırıtmak”, “Kadın gibi duygusal olmak” söylemleriyle hangi erkek karşılaşmak “Aşağılanmak” ister? Kadının özellikleri aşağılanmayla eş tutulandır ne yazık ki.
Başta tercih edilmiş ekonomik sistem olmak üzere, inanç sistemi (Din, mezhep, tarikat), gelenek-görenekler, gerçek demokrasinin olup olmaması toplumsal bilincin oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Çarpık, gelişmemiş üretim ilişkileri toplum bireyleri arasındaki duygusal alışverişi de etkiler. Özellikle toplumun zayıf halkaları kabul edilen kadın ve çocuklardır en çok etkilenenler.
Toplumda, yukarıda saydığımız yapı taşlarının oluşturduğu namus algısı ve cinsiyetçi bakış açısı ise, tamamen kadınları kuşatmış, bireysel seçim ve gelişimlerini gerçekleştirme, yeteneklerini geliştirme, ekonomik özgürlüklerini kazanma gibi yaşamsal gereksinimlerini, nasıl yaşayacaklarına dair tercih haklarını ellerinden almıştır. Kadınları bu konumda tutabilmek, onları buna inandırmak için de türlü söz söylenmiştir.
Böylece, insanın, yaratılıştan bu yana belleğinde kadınlar aleyhine biriktirdiği evrensel yük, kaçınılmaz olarak ülkemiz kadınlarının da omzuna yüklenmiştir.
Hoş geldin kız bebek/ Şimdi bebeksin/ Büyüyünce göreceksin.
Hoş geldin seni çocuktan saymayanların; fazladan boğaz, hizmetçi görenlerin; seni işe yaramaz, eksik, uğursuz, gereksiz bilenlerin; daha sen çocukken çocuk doğurmana neden olanların; parayla alıp satanların, değiş- tokuş edenlerin; namustan anladığıyla seni sorumlu tutanların dünyasına…
Hoş geldin “Kız Evlât, Zor Evlât” diyenlerin kucağına.
Kadınların, “İnsan” kavramına bir türlü sığdırılamayan, akıl almayacak oranda ötekileştirilmiş yaşam öyküsü, daha çok dillendirileceğe benzer.
Kitapta yer alan ve toplumun önyargılarını, değer yargılarını oluşturmada etkin; yaygın olarak ve/veya çokça kullanılan, yaşamın hemen her alanında karşımıza çıkan, toplumun yapı taşları olarak değerlendirebileceğimiz bu ortak bellek ürünü anonim unsurları, toplumumuzun zihinsel yapılanmasında önemli rolleri ve katkıları olduğunu düşündüğüm için önemsiyorum.
Sonuç olarak, kadın rahat bırakılmalıdır. Ona, yaşamı konusunda akıl vermekten, yönetmek, hırpalamak, hükmetmeye çalışmaktan, toplumdaki ve erkekteki her kötülüğün, namusun sorumlusu olduğunu söylemekten, eksik, yetersiz, güçsüz olduğunu yineleyip durmaktan, ayakları altına yalancı bir cennet sererken onu, geleneklere ve öfkelere malzeme edip alıp-satmaktan; şiddete, cinsiyet ayrımına maruz bırakmaktan, anne ve hizmetçi olmak için yaratıldığını söylemeyi sürdürmekten, hakkında üretilen çiçek-böcek edebiyatından vazgeçilmelidir. Yanı sıra tüm bu kalıpları üreten, dayatan erkek egemen toplum düzeninin eril söylemine son verilmelidir. Kadınlar, birey olmayı gerçekleştirerek kendi dişil söylemlerini oluşturmalı, ekonomik özgürlüklerini elde ederek hakları için örgütlü bir şekilde mücadele etmelidirler.
Gerçek demokrasinin yaşanması için toplumun yarısını oluşturan kadının varlığı yadsınamaz.
Kadınsız demokrasi olmaz LENİN.
Kadında Söz İzleri, Kanguru Yayınları, 160 s.
Dil, insanın kendini ifade etme aracıdır. Bu araç onu, diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerden biridir. “Bir lisan, bir insan” deyimi bunu çok iyi açıklar. Dilin olmadığı bir toplumsal yapının varlığını sürdürmesi düşünülemez. Dil, insanın, toplumsal yapının amaçlarını, isteklerini, umutlarını, düşüncelerini tarif edendir. Söz dildendir. Unutmamalıyız ki “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.”
Sözün, sözlükte iki sayfalık açıklaması var; ancak, bu açıklamadan kısa bir alıntı yaparak okuyucunun belleğini tazelemenin iyi olacağını düşünüyorum.
SÖZ:
1) Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi. Lakırdı, kelam, laf, kavil.
2) Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük.
3) Bir konuyu yazılı veya sözlü açıklamaya yarayan kelime dizisi.
4)“Söz dinlemek” (tutmak) – Söylenen bir sözü, verilen bir öğüdü, benimsemek, davranışlarını bunlara uydurmak.
Sözlüğün iki sayfalık açıklamasından seçtiklerim, sözün etkin bir toplumsal biçimlendirici olduğunu açıklamaktadır sanırım. Bu örneklerde en vurucu öğe, bence, söyleyene-söylenene, öğütleyene-öğütlenene uyum sağlamak; sözü ve öğüdü benimsemek önermesidir. Sözün, konuşmayı, konuşma yetkesini, düşüncelerini söyleme biçimini kapsadığı da açıkça ortadadır. Sözün gücü, etkin bir uyarıcı, tanımlayıcı, şekillendirici ve yönlendirici olma özelliğinde yatar diye düşünüyorum.
Söz, yaşantımızda atasözleri, deyimler, söylenceler, bazı dini söylemler; türkü, mâni sözleri ve bu gibi giysilere bürünerek türlü görünümüyle karşımıza çıkıyor. Toplumun her katmanında kendine yer bulup iz bırakarak…
Egeli Kadın Yazarlar Platformu (EKYAZ)’nun, “Kadında Söz İzleri” adıyla okuyucuya sunduğu derlemede ele alınanlar, ülkemiz kadınlarını olduğu kadar, gezegenimizin neredeyse tüm kadınlarını da kapsamaktadır. Bir araya gelip çocuk doğurmamaya karar verseler insan evladının sonunu getirecek olan, bunu yapmayıp her doğumda canını ortaya koyan insanın kadın cinsini...
SENECA, biz kadınlar için şöyle buyurmuş:
SÖZDEN HAFİF NE VAR? ŞİMŞEK.
ŞİMŞEKTEN HAFİF? RÜZGÂR.
RÜZGÂRDAN? KADIN.
KADINDAN? HİÇBİR ŞEY!!!
Biz kadınlar, insanın yaradılışıyla başlayan bir hikâyenin ters yüz edilmiş oyuncularıyız.
Hikâye şudur:
Tanrı Âdemi ve Lilith’i topraktan yaratır. Onların cennette yaşamasını sağlar; ancak Lilith, eşit olduklarını savunarak Âdem’in isteklerine boyun eğmez, Şeytan’ın tarafına geçer, cenneti terk eder. Âdem’in Lilith’in geri gelmesi için dualarına dayanamayan Tanrı, ona üç meleğini gönderir; ama Lilith geri dönmez. Tanrı bu kez, Âdem’in kaburgasından Havva’yı yaratır. Böylece Havva, Âdem’den yaratıldığı için ona karşı koymayacak, aksine ona boyun eğecektir. Yine de cennetten kovulmaları, zevk düşkünü düşüncesiz Havva’nın, saf, temiz Âdem’i Şeytan’ın verdiği elmayı yemeye ikna etmesiyle gerçekleşir.
Tek tanrılı dinlerde ve değişik kültürlerde yer alan; az çok birbirine benzer olan bu inanış, şeytan, iblis, baştan çıkarıcı, yalancı vb. kötü özelliklerin kadına mal edilmesinde kaynakça olabilir. Ayrıca, insanın yaradılışıyla ilgili bu söylence, kadın ve erkek arasındaki “erk” sorunsalının ilk belirtilerini içermektedir diye düşünüyorum.
Yaratılış söylencesi, bence, bin yıllar süren kadın aleyhtarı siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik zihniyetin oluşmasında yangını çıkaran bir kıvılcım gibidir. Bu kıvılcım, kutsalın tartışılmazlığını kuşandığından, kadın aleyhinde zihniyet oluşumunun dönüştürülmesinde ne kadar zor yol alınacağının belirtisidir. Bu dogmatik düşünce, kadını, diller ve gelenekler aracılığıyla da acımasız ve haksız bir şekilde kuşatmıştır.
Neredeyse tüm dünya inançları insanlığın başlangıcında önce erkeklerin yaratıldığını varsayar. Âdem’in Havva yaratılana kadar günaha ve kötülüğe bulaşmadığı öngörülür. Zeus ise, erkeklere ve onların koruyucusu Prometheus’a duyduğu öfke sonucu onların başına belâ olsun diye Pandora’yı daha en başta “öteki” olarak yaratmıştır. İçinde umut dışında iyi bir şey bulunmayan, tüm kötülükleri barındıran bir kutuyla…
Erkeğin, “Kültürü oluşturan etken”, kadının, “doğayı simgeleyen edilgen” olarak konumlandırılması tarihidir insanlık tarihi. Kadına düşen bu rol, onun ilk çağlardan beri eril, hükümran bir söylemle karşılaştığını, bu söylemin kurbanı bir günah keçisine dönüştürüldüğünü gösterir.
Bu kısa tanımlama ve girişten sonra, insan evladının, kadına dair her alanda binlerce yıldır belleğinde biriktirip uygulamaya koyduğu; kültürümüze yansıyan, bizi kuşatan, şekillendiren, engelleyen, küçük düşürüp aşağılayan, inciten, öfkelendiren unsurlarından bazı örnekler vereceğim.
ATASÖZÜ: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, darbımesel.
Radikal Gazetesinin, “Atasözlerimiz” adlı kitap ekinde atasözü şöyle açıklanır:
“Atasözleri, bir ulusun değer yargılarını anlatan özlü sözlerdir. Yüzyıllar boyu edinilen yaşam deneyimlerini içeren atasözleri, düşünce, özlem, eleştiri, gözlem ve yargılarını dile getirir. Diğer deyişle, atasözleri, daima iyiyi, güzeli, doğruyu yaratma sürecinde uyulacak ilke ve kuralları öğütleyen yapıcı bir dünya görüşünün sözcüsüdür. Atasözleri bir toplumun yaşam felsefesini, bir diğer deyişle dünya görüşünü anlatan kesin yargı niteliğindeki sözlerdir. Atasözlerini incelediğimiz zaman; o ulusun yaşamı nasıl gördüğünü, insana nasıl ve niçin değer verdiğini, hakça bir düzen kurulabilmesi için hangi toplumsal kural ve ilkelere uyulması gerektiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Bu bakımdan atasözleri bir ulusun karakterini, yani ulusal niteliklerini belirleyen en temelli öğeler durumundadır.
Özetle atasözleri, bir ulusun ortak kanı, inanış, görüş ve özlemlerinin dile getirildiği bir kamuoyu kurumudur.”
EKYAZ olarak “Kadında Söz İzleri” kitabımızla, bir kamuoyu kurumu diye nitelendirilen atasözlerinin, aslında her zaman iyi, güzel ve doğruyu önermediği gerçeğiyle toplumu yüzleştirip düşüncemizi ifade etme şansını elde etmiş oluyoruz.
Görülüyor ki, sözün yüklendiği anlamlardan gelen gücü, atasözü ve deyimlerde uzun denemeler, gözlemler ve halkın kabulüyle taçlanarak daha da artmıştır. Söz bize, yalnızca atasözü, ya da deyim olarak ulaşmaz, ayrıca destanlar, söylenceler, türkü sözleri, yöresel, ulusal söylem kalıpları ve benzeri birçok unsurla ulaşır. Kadınlar aleyhine olanlarının bir bölümünü paylaşıp birlikte irdelemeyi düşündüğüm bu unsurlar, feodal, ataerkil toplum yapısının, erkek egemen söylemin kadınlar aleyhine yapılandırdığı kültürlerde ve yaygın olarak özel mülkiyete dayalı üretim ilişkilerinde yer bulan dinsel, toplumsal, siyasal, ekonomik, psikolojik alanlardaki yansımalarıdır.
Eril söylem, aslında insana dair olması gereken iyi, güzel, doğru özelliklerin neredeyse tümünü kendine mal etmiştir. Akıl, zekâ, cesaret, doğruluk, güvenilir ve koruyucu olmak vb. Kadına bunlardan kalan “kırıntı” bile değildir. Erkek gibi olmak yüceltilmiştir. “Erkek Fatma”, “Erkek gibi kadın” olmak bir lütûftur. Erkeğe benzemek kadını onurlandırmalıdır. Ancak, kadına dair özellikler, erkeğin korkulu rüyasıdır. Kadına benzemek, erkek için aşağılanmanın bin bir çeşididir. “Kadın gibi ağlamak”, “Kadın gibi gülmek”, “Kadın gibi kırıtmak”, “Kadın gibi duygusal olmak” söylemleriyle hangi erkek karşılaşmak “Aşağılanmak” ister? Kadının özellikleri aşağılanmayla eş tutulandır ne yazık ki.
Başta tercih edilmiş ekonomik sistem olmak üzere, inanç sistemi (Din, mezhep, tarikat), gelenek-görenekler, gerçek demokrasinin olup olmaması toplumsal bilincin oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Çarpık, gelişmemiş üretim ilişkileri toplum bireyleri arasındaki duygusal alışverişi de etkiler. Özellikle toplumun zayıf halkaları kabul edilen kadın ve çocuklardır en çok etkilenenler.
Toplumda, yukarıda saydığımız yapı taşlarının oluşturduğu namus algısı ve cinsiyetçi bakış açısı ise, tamamen kadınları kuşatmış, bireysel seçim ve gelişimlerini gerçekleştirme, yeteneklerini geliştirme, ekonomik özgürlüklerini kazanma gibi yaşamsal gereksinimlerini, nasıl yaşayacaklarına dair tercih haklarını ellerinden almıştır. Kadınları bu konumda tutabilmek, onları buna inandırmak için de türlü söz söylenmiştir.
Böylece, insanın, yaratılıştan bu yana belleğinde kadınlar aleyhine biriktirdiği evrensel yük, kaçınılmaz olarak ülkemiz kadınlarının da omzuna yüklenmiştir.
Hoş geldin kız bebek/ Şimdi bebeksin/ Büyüyünce göreceksin.
Hoş geldin seni çocuktan saymayanların; fazladan boğaz, hizmetçi görenlerin; seni işe yaramaz, eksik, uğursuz, gereksiz bilenlerin; daha sen çocukken çocuk doğurmana neden olanların; parayla alıp satanların, değiş- tokuş edenlerin; namustan anladığıyla seni sorumlu tutanların dünyasına…
Hoş geldin “Kız Evlât, Zor Evlât” diyenlerin kucağına.
Kadınların, “İnsan” kavramına bir türlü sığdırılamayan, akıl almayacak oranda ötekileştirilmiş yaşam öyküsü, daha çok dillendirileceğe benzer.
Kitapta yer alan ve toplumun önyargılarını, değer yargılarını oluşturmada etkin; yaygın olarak ve/veya çokça kullanılan, yaşamın hemen her alanında karşımıza çıkan, toplumun yapı taşları olarak değerlendirebileceğimiz bu ortak bellek ürünü anonim unsurları, toplumumuzun zihinsel yapılanmasında önemli rolleri ve katkıları olduğunu düşündüğüm için önemsiyorum.
Sonuç olarak, kadın rahat bırakılmalıdır. Ona, yaşamı konusunda akıl vermekten, yönetmek, hırpalamak, hükmetmeye çalışmaktan, toplumdaki ve erkekteki her kötülüğün, namusun sorumlusu olduğunu söylemekten, eksik, yetersiz, güçsüz olduğunu yineleyip durmaktan, ayakları altına yalancı bir cennet sererken onu, geleneklere ve öfkelere malzeme edip alıp-satmaktan; şiddete, cinsiyet ayrımına maruz bırakmaktan, anne ve hizmetçi olmak için yaratıldığını söylemeyi sürdürmekten, hakkında üretilen çiçek-böcek edebiyatından vazgeçilmelidir. Yanı sıra tüm bu kalıpları üreten, dayatan erkek egemen toplum düzeninin eril söylemine son verilmelidir. Kadınlar, birey olmayı gerçekleştirerek kendi dişil söylemlerini oluşturmalı, ekonomik özgürlüklerini elde ederek hakları için örgütlü bir şekilde mücadele etmelidirler.
Gerçek demokrasinin yaşanması için toplumun yarısını oluşturan kadının varlığı yadsınamaz.
Kadınsız demokrasi olmaz LENİN.
Kadında Söz İzleri, Kanguru Yayınları, 160 s.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.