Kıskanmayı, insanın sevgide ya da kendisiyle ilişkili şeylerde başkasının ortaklığına dayanamaması diye niteleyebildiğimiz gibi; herhangi bir yönden kendisinden üstün gördüğü kimsenin bu üstünlüğünden acı duyması, onun yerinde olmak istemesi anlamında da açıklayabiliriz. Aslında Freud normal kıskançlığın bile mantık dışı bir olay sayılması gerektiğini, böyle bir duygunun bilinç denetimi altında olmadığını, düşünüyor. Ne ki her iki durumda da kıskanmanın hastalık boyutlarına varmasında istenmeyen durumların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Sevdiğini (kadın-erkek) hastalık derecesinde kıskanma durumuna, tıp dilinde ünlü yazar William Shakespeare'in Othello adlı eserinin adı verilerek "Othello Sendromu" denilmiştir. Bütün insani konular gibi kıskançlık da edebiyatın çok ilgilendiği bir konu. Kadın erkek arasındaki kıskançlık, mesleki rekabet, yükselme hırsı, komşusunu, işyerindeki arkadaşını kıskanmak gibi temalar, büyük yazarların başyapıtlarında da yer almıştır.
Edebiyatımızda bu konuyu işleyen ilklerden biri Tanzimat Edebiyatı döneminde Nabi Zade Nazım'ın Natüralizmi uygulamaya çalışarak yazdığı ‘Zehra’ romanıdır. Bu roman Türk edebiyatının ilk psikolojik roman denemesidir denebilir. Zehra, aşırı kıskanç bir kadındır. Suphi ile evlendikten sonra yumuşamış, uyumlu ve sevgi dolu bir eş olmuştur. Eserdeki ilk çatışma Suphi'nin annesi Münire Hanım’ın genç ve güzel bir genç kız olan Sırrıcemal’i eve hizmetli olarak almasıyla başlar. Zehra’nın doğuştan gelen ama koşulların etkisiyle değişebilen, güzel bir evlilik yaşamasına az da olsa olanak veren kıskançlık duygusu, Sırrıcemal’in eve gelmesiyle birlikte yeniden kabarır. Kıskançlık duygusunu öncelikle Zehra’nın en kötü huyu şeklinde tanısak da eserde Ürani ve Suphi’nin annesi haricindeki temel kişilerin hepsinde görürüz. Zehra’nın kıskançlığının diğerlerinin kıskançlığından tek farkı hastalık hâlinde olması ve doğuştan gelmesidir. Bu nedenle diğerlerinin kıskançlığını daha doğal karşılarız. Çünkü bu duygu onlarda yaşadıkları olayların sonucunda oluşan bir duygudur. Romanın yapısını oluşturan bütün metin halkalarının kıskançlık çevresinde döndüğü görülür. Bu bağlamda; olay örgüsünden yola çıkarak eserin temasının kıskançlık, konusunun ise Zehra’nın kıskançlığının sonuçları olduğu görülür. Bu durumda yazarın amacı yalnızca Zehra’yı ele almak değil, kıskançlık konusunu her yönüyle işlemektir.
Edebiyatımızda bu konudaki yapıtlardan biri de Nahid Sırrı Örik'in "Kıskanmak" adlı romanı. Yazarın bu ilk romanı 1946'da yayımlanır. Konusu ve işlenişi açısından 19. yüz yıl Fransız romanının etkisi görülen romanda Gustave Flaubert'in Madame Bovary'sinin ihtiras üçgenini çağrıştırdığı söylenebilir. Roman, Seniha'nın duyduğu kıskançlığı ve kendisini çirkin algılamasını konu almıştır. Ailesi ağabeyinin ihtiyaçlarına öncelik vermiş, onu yurt dışında okutmuş; Seniha'yı ise ihmal etmiş, hatta "çeyiz masrafı çıkar" diye düşünerek ona gelen evlenme tekliflerini geri çevirmiştir.
Kitabın altıncı bölümünde: "Kıskanmak… Seniha'nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen his bu olmuştu. Halit'le aralarında sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu. Hayatının en eski ve silik hatıraları arasında bile bu kıskançlık her şeye hükmeden bir yer tutuyordu." denmektedir. Seniha'nın bu ruh hali çocukluğundan başlayarak, kendi çirkinliği yanında Halit'in güzelliği kardeşini kıskanmasına neden olmuştur. Enis Batur, "Kıskanmak" adlı romanın önsözünde bu konuyu şöyle değerlendirir:" "Kıskançlığı koyu bir nevroz halinde taşımış ve yazgısını ağabeyinin tercih edilmesi biçimleyince de kötülük çiçekleri açmıştır ruhunda… Ruhsal yangını açısından bakıldığında Seniha'nın portresinde biçimlenen şer tohumu, edebiyatımızda benzeri görülmemiş bir sapkı düzlemi doğurur. Mario Praz'ın Avrupa Edebiyatı'nda varlığını sorguladığı "yazgıyla oynayan kadın" imgesinin ayrıksı bir örneğidir Seniha: Güzel olduğu için değil, tam tersine çirkin olduğu için yakıp geçecektir."
Seniha yaşamındaki bütün insanları ağına düşürerek onları olduğunca yıpratmış gene de kötücül duygularına engel olamamıştır. Kitap şu satırlarla biter: "Kıskançlık ateşi, saldırışlarını, sarışlarını ve kemirişlerini senelerce unuttum sandığı kıskançlık ateşleri ihtiyar kızın bütün benliğini yeniden almış, tamamıyla kaplayıp sarmıştı… Eğer ağabeyi kendinden evvel ölürse, onun kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse belki biraz sükûn bulacak, kendisi iyi kötü yaşarken toprakta toprak olmuş bir ölüyü artık belki de kıskanmayacaktı…"
Dünya Edebiyatında da tanınmış yazarların kıskançlık konusunu işlediklerini görüyoruz.19. yüz yıl Rus yazarı Tolstoy'un "Kreutzer Sonat"ı bu örneklerden biri. Bu kitabı Nihal Yalaza Taluy'un o temiz ve güzel Türkçe çevirisinden okumuştum. Tolstoy, bu romanın yazıldığı yüzyılda henüz psikiyatri literatüründe yer almayan modern psikiyatrinin yakın zamanlarda tanımlayarak tıp literatürüne yerleştirdiği ölümcül kıskançlığı işlemiştir. Günümüzde, patolojik kıskançlık; “Kendisinin sahip olduğu (aidiyet bağı kurduğu) bir kişiye, diğer insanların da aynı şekilde sahip olmasından endişelenme ve aldatılmaya dair kesinleşmiş kanı” olarak tarif edilmektedir. Bir tren yolculuğunda roman kahramanı Pozdnışev, kompartımandaki kişilere karısını kıskançlık nedeniyle öldürdüğünü söyler. Olayları anlatır: Âşık olarak evlendiği karısından sekiz yıl sonra bıkar. Bu arada beş çocukları vardır. Kadın piyano çalmaktadır. Pozdnışev'in ön ayak olmasıyla Truhaçevskiy isminde bir kemancı ile tanışırlar ve ailecek görüşürler. Truhaçevskiy ile Pozdnışev'in karısı birlikte piyano çalarlar. Karısıyla kemancı arasında bir ilişki olduğunu saplantı haline getiren Pozdnışev, çıldırma noktasına gelerek karısını öldürmeyi bile düşünür. Herkesçe kutsal sayılan evlilik kurumuna bir başkaldırıdır Pozdnışev'in tutumu. Ancak Tolstoy yarattığı kahramanın ağzından konuşmaktadır. Evlilik kurumunun yalnız erkeğin değil kadının da özgürlüğünü sınırladığını düşünmektedir. Romanın sonunda bir iş gezisine çıkan Pozdnışev geziden bir gün erken dönerek eşiyle kemancının birlikte olup olmadıklarını görmek ister. Eve geldiğinde karısının piyanoyla, erkeğin de kemanıyla Beethoven'nin Kreutzer Sonat’ını birlikte çaldıklarını görür. Romanı, Tolstoy'un bu eserin etkisiyle yazdığı bilinmektedir.
Yine, Rus edebiyatından Gogol’un “Palto” hikâyesi de kıskançlıkla ilgili unutulmaz örneklerden biridir. Yoksul bir memurun işyerindeki arkadaşlarının paltolarından daha pahalı bir palto yaptırması başına büyük işler açmış, sonunda hastalanarak ölmüştür. O yoksul memurun trajikomik öyküsü öylesine etkili olmuş ki o dönem Rus yazarları: "Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık," demişlerdir.
Kadın-erkek kıskançlığının başyapıtları arasında "Binbir Gece Masalları" ve Shakespeare'in Othello’su da gelir akla. "Binbir Gece Masalları" aldatma üzerine bir sürü öyküyü barındırır; ancak burada söz konusu kadınların aldatmasıdır. Yoksa erkeklerinki aldatma olarak sayılmaz öykülerde.
Yazının girişinde Othello Sendromunu anıp da yapıtın konusundan söz etmemek olmaz, diye düşünüyorum. Othello, William Shakespeare'in yazdığı trajedilerden biri ve aynı zamanda oyunun baş erkek kahramanıdır. Shakespeare'in bu oyunu Cinthio (Giovanni Battista Giraldi) tarafından yazılan "Moor of Venice" adlı kısa hikâyesine dayanarak, yaklaşık 1603 yılında yazdığı sanılıyor. Othello ömrü savaşlarda geçmiş, Mağripli bir zenci olmasına karşın kendisini Venedik devletine adamış, senatörlerin ve halkın sevgisini, güvenini kazanmış bir komutandır. Sinyor Brabantio’nun kızı Desdemona ile evlidir. Bir askerin kara çalması yüzünden karısının ihanet ettiğini düşünmeye başlamış ve vahşileşmiştir. En sonunda, karısını, kendisine ihanet ettiği kuşkusuyla boğarak öldürür. Karısının masum olduğu ortaya çıkınca, yaptığına pişman olur. Çok sevdiği karısı olmadan bu dünyada yaşayamayacağını anlar, hançerle intihar eder. Burada da hastalıklı bir kıskançlık örneği görülmektedir.
Edebiyatta ve diğer sanat dallarında yalnız yapıtlarda tema olarak karşımıza çıkmıyor kıskançlık. Sanatçıların da birbirlerini kıskandıklarına dair söylentiler, yazılar hatta bunu kanıtlamak üzere yapılmış senfoniler de var. Bunun en iyi örneği Mozart ile Salieri için söylenmiş. Salieri'ye yöneltilen suçlamaların temelinde yatan çağdaşı Mozart'la olan müzikal rekabeti. Mozart'ın otuz beş yaşında aniden ölmesinden Salieri sorumlu tutulmuş ve hatta Mozart'ı zehirleyerek öldürdüğü söylenmiştir. Bunların gerçekle ilgisinin olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte Rimsky Korsakov'un bestelediği‘Mozart ve Salieri’ operası ne yazık ki onun Mozart'ın katili olduğu düşüncesini ölümsüzleştiriyor. Yine, Milos Forman'ın ‘Amedeus’ filmi de bu düşünceyi destekliyor
“Her şair birkaç hayranlık uyandırıcı pasaj, birkaç unutulmaz cümle ortaya koyar, fakat Rimbaud’da bunların sonu gelmez; yağmalanmış bir mücevher kutusunun değerli taşları gibi sayfalarının arasına serpiştirilmişlerdir. Bu yetenek de, bir kimseyi Rimbaud’yla bağlayan bağları kopmaz kılar. O, dehasından ötürü kıskandığım bir şair; tüm ötekiler, ne denli büyük olsalar da bende kıskançlık doğurmuyorlar. Rimbaud’yu gençliğimde okumuş olsaydım, belki de asla tek bir satır yazamazdım,” sözleri 20.yüzyılın büyük ve sıra dışı kalemi Henry Miller’a ait. Miller’ın Rimbaud’a duyduğu kıskançlık zamanla hayranlığa dönmüş;
"Rimbaud ya da Büyük İsyan" adlı deneme kitabını yazmıştır. İşte, kimi kıskanmalar da olumlu sonuçlar yaratabiliyor aynı Henry Miller'in Arthur Rimbaud'u kıskanmasından hayranlığın doğması ve ona bir kitap yazdırması gibi. Plastik sanatlarda ressamların tablolarında da kıskançlık konusuna yer verdikleri görülmekte. BunlardanMunch’un ‘Kıskançlık ve Melankoli’ resimleri serisi, Gauguin’in, ‘Kıskandın mı?’ tablosu sayılabilir.
Sonuç olarak; kıskanmak, hemen her insanda görülebilen bir duygudur. Ancak hastalıklı boyut kazandığında örneklerini hem Türk hem de dünya edebiyatında da okuduğumuz felaketlere neden olabilmektedir.
KAYNAKLAR
1.Zehra, Nabi Zade Nazım, Sis Yayıncılık,2002
2.Kıskanmak, Nahit Sırrı Örik, Oğlak Yayıncılık, 1994
3.Kıskanmak, Önsöz: Enis Batur
4.Türk Edebiyatında Hikâye ve roman, Cevdet Kudret,Dünya Kitapları,2004
5. Antonio Salieri'nin Şanssızlığı, Özlem Ertan,http.blog.milliyet.com.tr.
6. Kreutzer Sonat, Lev Tolstoy, Can Yayınları,
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.