sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Bir kürsüde mavi, kolsuz, çiçekli elbisesiyle sarışın bir kadın maskesiyle konuşma yapıyor. Arkada siyah etek-ceket takımıyla dalgalı uzun saçlı, gözlüklü bir kadın ile hemen yanı başında sarı saçlarını toplamış, kolsuz siyah bluzu, mavi, desenli bol pantolonu ile yanındaki arkadaşı gibi ellerini önünde kavuşturmuş duruyorlar, ikisi de maskeli. Ekrandaki sunumda gülümseyen bir kadın var.
SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ

Şule: Sevgili Umudun Kadınları takipçilerimiz,
‘Arı Kovanı Köşesi’nin bu ayki konuğu Nihal İşcel. Kendisi Avustralya’dan bir arkadaşımız. Ben onu yıllardan beri tanıyorum. Benim çocukluk arkadaşım. Size kendi sözcükleriyle kendisini tanıtsın istiyoruz.
Nihal: Merhaba, Ben Nihal İşcel. 41 yıldır Avustralya’da yaşıyorum. Üniversiteyi bitirdikten sonra göçmenlerle, mültecilerle çalıştım. Şimdi de engelli hak savunucusu olarak görev yapıyorum.
Şule: Türkiye'den Avustralya'ya ne zaman geldin?
Nihal: 1981'in son gününde Avustralya’daydık.
Şule: O arada sen kaçıncı sınıftaydın?
Nihal: Ben Türkiye'de Gaziantep Körler Okulu’na gittim. 15 yaşındaydım ayrılıp buraya geldiğimiz zaman. İlk olarak babamın çalıştığı kasabada İngilizce bilmediğim ve görmediğim için okula gidemedim. Bana eğitim verecek deneyimli, donanımlı bir öğretmen bulamadılar. İlk senemi böylelikle kaybettim. Ondan sonra ikinci senemde Batı Avustralya eyaletinin Başkenti Perte’e geldik. O zaman liseye 10. Sınıftan başladım. Lise burada 12. sınıfa kadar devam ediyor. Bitirdikten sonra birçok iş bulup çalıştım çünkü üniversiteye giremedim; daha doğrusu öğretmen olmak istiyordum, O zaman 1980’li yıllarda Batı Avustralya Milli Eğitim Bakanlığı görme engellilere öğretmen olma izni vermiyordu. Bundan dolayı bana “başka bir şey seç” dediler. Psikolojiyi seçtim. O zaman da üniversite yönetimi “şimdiye kadar başka hiçbir görme engelliye psikoloji öğretmedik” dedi. ‘Bu konuda deneyimimiz yok. Başka bir şey seç.’ Ben de başka bir şey seçmedim. İş buldum, santral memuru olarak çalıştım. Daha sonra 1990 yıllarda engelli haklarını koruyan ‘Eşitlik Yasaları’ çıktı. Ondan sonra tekrar üniversiteye başvurdum. Psikoloji okudum. Genellikle savaş alanlarından getirilen ilticacılarla-mültecilerle çalıştım. Sonra da göçmen Engellilerle çalışmaya devam ettim.
Şule: Sanıyorum Türkiye'deki engelli mücadelesinin bir benzeri orada da oluyor. Evrensel bir durum bu. Şimdi sen Türkiye’de de yaşamış bir görme engelli kadın olarak Avustralya’yla Türkiye'nin durumunu karşılaştırdığında genel anlamda kadınlarla ilgili neler söylersin?
Nihal: Benim gözlemime göre burada kadınlar daha rahat, daha serbest yani eğer isterlerse tek başlarına, isterlerse de aileleriyle yaşayabiliyorlar. Devletten engelliliklerinden doğacak ihtiyaçları için biraz ödenek alabiliyor, bu ödeneklerle hizmet satın alıyorlar ve yaşaması biraz daha kolay oluyor. Türkiye'de de bu böyle ama bu kadar rahat olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de eğitimli, engelli çalışan kadınlar kendi başlarına dışarıya çıkıyor, bir şeylerle ilgileniyor güzel ama o fırsatı bulamayan kadınların çok da fazla toplumun hizmetlerinden, aktivitelerden yararlandıklarını düşünmüyorum.
Şule: Sadece engelli kadınlar olarak değil, genel anlamda kadınlar olarak da düşünerek yanıtlayabilirsin bu soruları; Şiddet meselesi orada nasıl? Bizim ülkemizde çok yoğun yaşanıyor. Yoğun yaşanmasının dışında önlemler de yeteri kadar alınmıyor, yasalar uygulanmıyor. Orada bu durum nasıl acaba? Çok fazla şiddet olayları var mı yoksa güllük gülistanlık bir yer mi?
Nihal: Yok, bence dünyanın her ülkesinde şiddet var. Sadece, burada yasalar kadınları biraz daha iyi koruyabiliyor ama eğer İngilizce bilmiyorsanız ya da hangi kurumdan nasıl yararlanacağınızı bilmiyorsanız, şiddete uzun süre maruz kalabiliyorsunuz. Bir de göçmenlerde genellikle “dayağımı yerim ama evden de ayrılmam” inanışı var çünkü evden ayrılsa zaten dil bilmiyor, ailesi burada değil, yurt dışında. Nereye gidecek, kiminle kalacak? Yani burada da bir sorun kadına karşı şiddet.
Şule: Sadece mültecilerde mi çok yoğun yoksa Avustralyalılarda da bu sorunlar var mı?
Nihal: Avustralyalılarda da çok var, özellikle yerlilerde, aborijin topluluklarda çok yaygın. Sosyoekonomik durumu düşük olan semtlerde çok yaygın yani yalnızca mültecilerde değil.
Şule: Orada kadınlar daha rahat deyince, sanki şiddet anlamında da erkekler daha bilinçliymiş, insanlar daha bilinçliymiş gibi düşünüyorum. Bunun orantısını kurmakta çok zorlanıyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksin?
Nihal: Avustralya’da toplumun %33’ü göçmen. Herkes kendi ülkesinden farklı inançlarla geliyor, buraya yerleşiyor. Tabii şiddet, bütün kültürlerde doğru değil. Hiçbir kültür şiddeti onaylamaz ama bazen insanlar “şiddet bizim kültürümüzde normal” diyor, şiddeti normalleştirmeye çalışıyor. Burada da bunun önüne geçmek ve özellikle göçmen ve yerli kadınların kendilerini geliştirmeleri için bilgilendirme seminerleri, vb. düzenleniyor. Yine de buna rağmen, şiddetin önüne geçilemiyor.
Şule: Anladığım kadarıyla başka bir yerden gelince oranın kültürel yaşamı sanki hiçbir şey değişmemiş gibi orada da sürdürülüyor ve yeniliklere açık olmuyorlar. Kapalı bir toplumda yetişiyorlar. Onu da orada sürdürmeye çalışıyorlar. Burada da o tür şeyleri görebiliyoruz; mesela, dil bilmeyen kadınlar erkeklerden çok daha fazladır. Burada Kürtçe konuşan insanlar arasında Türkçe bilen erkekler daha fazla kadınlara göre gördüğümüz kadarıyla. Orada da sanıyorum böyle bir kültürel baskınlık söz konusu.
Nihal: Evet, hükümetler değiştikçe programlar da değişiyor. Çok kültürlülük politikaları burada oldukça herkesin tanıdığı bir şey. O da şudur: yani devlet, sizin kültürünüzün unutulmaması için mesela hafta sonları dil kursları açmanıza izin veriyor. Öğretmen maaşını karşılıyor. Örneğin, bazen polisler göçmen çocukları alıp kampa götürüyor ki çocuklar büyüdükleri zaman polisten korkmasınlar, polislerin onlara güvenlik sağlayacağını bilsinler, ihtiyaç duyduklarında polise gidebilsinler.
Ama bazen hükümetler değişiyor. Hükümetler değiştikçe programlar da değişiyor; bazen ödenekler de verilmeyebiliyor. Ödenekler verilmeyince geride kalıyor bazen yeni ödenek düzenlemesiyle ileriye gidiyor. Yani karmakarışık bir şey. Aslında doğru düzgün bir ödenek verilse, yani sadece ödenek değil, lojistik destek verilse bu tür programlara, bence topluma uyum sağlamaları biraz daha kolay olabilir.
Şule: Ailelerinin baskılarından kurtulup mücadele veren kadınlar mutlaka vardır. Yani oranın koşullarına ayak uydurmaya çalışan. Bu konuda neler söyleyeceksin Ciddi bir mücadele veriyor mu bu kadınlar yoksa daha çok bir öğrenilmiş çaresizlik mi söz konusu?
Nihal: Eğer söz konusu Avustralyalı beyazlar ise 18 yaşından sonra aile onları evden ayrılmaya teşvik ediyor; iş bulsunlar, hem okusun hem çalışsınlar hem de anne-babaları onlara destek olsun, gerekiyorsa yalnız yaşasınlar ya da arkadaşlarıyla yaşasınlar. Böylelikle kadınların kendilerine öz güvenleri biraz daha artıyor yani kendi sorumluluklarını daha iyi taşıyabiliyorlar.
Bu, göçmenlerde biraz daha farklı oluyor. Her aile buna göğüs geremeyebiliyor. Tabii bir de göçmenlerin çoğunda, çocuklarının buraya geliş nedeni çocuklara, kendi ailelerine daha iyi bir hayat sağlayabilmek içindir. Onun için çocukları üniversiteye gidiyor, okuyorsa, ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Bu da güzel bence.
Şule: O zaman bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları önemli ölçüde işe yarıyor oranın koşulları iyi olduğu için. Sadece orada bu konuya kaynak ayrılması önemli Lojistik ve ekonomik olarak. Engelli kadınlar Avustralya'da nasıl yaşıyorlar? Yani yaşam koşulları mesela erişilebilirlik, bilgiye erişim olsun, genel anlamda nasıl anlatırsın bize orayı?
Nihal: Ben isterseniz biraz kendimden söz edeyim bu konuda. Ben kendi evimde yalnız yaşıyorum. Haftada bir gün temizlik yapmak için bir çift geliyor. Adam bahçemi düzenliyor, temizliyor; kadın evimin içini temizliyor, ütümü yapıyor. Bunun ödeneğini de bana devlet veriyor. Ben de onlara ödüyorum. Bir başka kadın haftada bir kere geliyor, beni alışverişe götürüyor yani taksiyle gidemeyeceğim bir yer varsa oralara götürüyor beni. Yalnız yaşadığım için bütün ev işlerini kendim yapmak zorundayım. Ben bunu severek, isteyerek yapıyorum. Eğer yapamayacak durumda olsaydım, devlet onun için de bana bir ödenek verirdi ve ben yapan birine iş verebilirdim.
Şule: O zaman aldığınız paranın tamamını mı ödüyorsunuz yoksa istediğiniz miktarını mı ödüyorsunuz
Nihal: Para sadece engelinizden doğan ihtiyaçlarınız için veriliyor. Onu başka hiçbir şey için harcayamazsınız.
Şule: Engellilik tazminatı gibi bir şey yani.
Nihal: Hizmet satın almak için, engellilik maaşı değil.
Şule: Anladım. Onu biz tazminat diye adlandırıyoruz Türkiye'de. Çalışma koşulları farklı, değil mi? Yani sen çalışan bir engelli olarak ayrıca maaş alabiliyorsun ama bu hizmetler için de sana devlet böyle bir ödenek sağlıyor.
Nihal: Evet.
Şule: Peki, bunu sadece engelliler için mi yapıyor, mesela yalnız yaşayan yaşlılar için yapmıyor mu?
Nihal: Yaşlılar için de yapılıyor. Yani yaşlı kişinin kendisine ne kadar yetip yetmediğine, ekonomik durumunun ne kadar iyi olup olmadığına göre devlet hizmet sağlıyor. Ekonomik durumu iyiyse, devlet daha az para yardımı yapıyor ama bu engelliler için böyle değil.
Şule: Bu ödenek engellileri daha çok hazıra alıştırıyor mu? Mesela “nasıl olsa ben destek alıyorum baston kullanmama gerek yok, bazı yapabileceğim işleri yapmama gerek yok” gibi bir şey var mı? Sosyal yaşama katılma anlamında da nasıl dengeleniyor bu?
Nihal: Bizim yeni başlayan bu son on senedir ulusal engellilik sigorta sistemimiz var. Bu aldığımız hizmet satın almak için ödenek, sistemden bize ödeniyor. Dediğim gibi, bu bizim iş bulmamıza ya da sosyalleşmemize engel değil. Yani, bizi biri götürecekse, o kişi bizim arkadaşımız değil, bize para karşılığı iş yapan bir görevli. Yine, bizim arkadaşlarımızla buluşmamız gerekiyor eğer sosyalleşmek istiyorsak. Yani sosyalleşmek demek, sizinle çalışan kişilerle sosyalleşmekten ziyade, onun yardımıyla kendi arkadaşlarınızla sosyalleşmek anlamına gelmeli.
Şule: Bizim ülkemizde bu anlamda çok ciddi bir fark var. Genellikle bu tür maaşları alan insanlar “nasıl olsa ben bu tür yardımları alıyorsam çalışmama gerek yok, evde durayım” şeklinde tercih ettikleri için sordum bunu. Demek ki, orada engelliler sosyal anlamda daha atak davranışlar içerisinde. Yani çalışmayı üretmeyi seviyorlar.
Nihal: Evet, fırsat buldukça, iş bulabilirlerse çalışmayı tercih ediyorlar tabii.
Şule: İş bulma sıkıntısı var mı?
Nihal: Tabii var, hem de çok var. Avustralya’da hâlâ zihinsel engelliler için ya da ağır engelli olanlar için yani çift engelli veya ikiden fazla engeli olanlar için tabii var. Avustralya'da hala zihinsel engelli ya da engelli olanlar için çok ucuza çalıştıran fabrikalar var; çok çok ucuza. Mesela; asgari ücret saatlik 21 dolarsa, engelliler bu özel fabrikalarda 3 Dolar'a kadar çalışıyor ve bu da yasal. Mahkeme kararıyla, engellilerin de en az asgari ücretle çalıştırılması gerektiği çıkmıştı 6-7 yıl önce ama hâlâ fabrikalar bu uygulamaya devam ediyor. Bu da herkes için geçerli değil tabii. Kendisine açık, serbest piyasada çalışan, devlet dairelerinde veya özel sektörde çalışan insanlar da çok.
Şule: Sizin orada daha çok devlet memuru olmaktan çok özel işlerde çalıştırılıyor değil mi? Yani hizmet alımı şeklinde.
Nihal: Genellikle sivil hizmet kurumları çok yaygın burada ve çoğumuz da sivil hizmet kurumlarında çalışıyoruz.
Şule: Sen de öyle bir kurumda çalışıyorsun sanıyorum.
Nihal: Evet.
Şule: Peki, yollar hakkında ne söyleyeceksin? Sürekli bizim gruplarda anlatıyorsun; bir yanlışlık olunca mesela şikâyet ediyorsunuz, ilgileniyorlar. Dönüşler oluyor. Örneğin, metrolar bedensel engelliler ya da görme engelliler için rahat mı?
Nihal: Çok rahat bence. Hele Türkiye’yle kıyaslarsak. Kaldırımlara araba park etmek yasak. Eğer park edilmişse, ben fotoğrafını çeker belediyeye gönderirim, belediye de o arabaya cezayı yazar. Kaldırımlar çok rahat. Eğer kaldırıma kafeler, dükkân sahipleri masa, sandalye atmışlarsa, levha koymuşlarsa gidip konuşabiliyoruz, onlar çekiyorlar. Eğer çekmezlerse, gidip belediyeye haber veriyoruz, belediye gereken cezayı veriyor. Bir de örneğin tren istasyonlarında sarı çizgiler var (baston çizgisi). Böylelikle platformlardan raylara düşmüyoruz.
Yani erişilebilirlik anlamında bayağı güzel. Bilgiye erişilebilirlikte buradaki yönetim biçimi çok farklı. Federal hükümet, eyalet hükümetleri, bir de yerel hükümet var. Yerel hükümetlerin ve eyalet hükümetlerinin yani devlet dairelerinin web siteleri genellikle çok iyi. WEB sitelerini düzenlerken veya geliştirirken bizimle ‘nasıl yapsak daha iyi olur?’ diye konuşuyorlar ve bizim için çok erişilebilir, güzel bir web sitesi düzenleyebiliyorlar ama Federal Hükümet için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Federal hükümet, gerçekten kendilerinin çok erişilebilir olduğunu iddia etmelerine rağmen pek de erişilebilir değiller.
Bu konuda ben İnsan Hakları Komisyonu’na başvurmuş, Göçmenlik Dairesi’ni şikâyet etmiştim, çünkü Göçmenlik Dairesi’nin WEB sitesi erişilebilir değildi. Uğraştık bir sene kadar. Erişilebilir olduğunu iddia ettiler. Başka da hiçbir şey yapmadılar. Son durumda, eskiye göre biraz daha iyi.
Şule: Tekerlekli sandalye kullananlar için yollar uygun mu, sıkıntı yaşanan yerler oluyor mu apartman olsun caddeler olsun?
Nihal: Genellikle çok uygun, evet. Mesela, kaldırımla yol arasında mesafe var yani kaldırımdan direkt yola inilmiyor. O arada çiçeklik veya ağaçlık gibi bir bölüm var. Kaldırım böylelikle yoldan ayrılmış oluyor. Kaldırım kavşaklarda, trafik ışıklarında yola bir rampayla iniyor. Bu nedenle tekerlekli sandalyeliler için, bizim gibi baston kullananlar için de bayağı rahat.
Şule: Peki, ya apartmanlar?
Nihal: Son yirmi senede yapılan apartmanların hepsi rahat. Asansörler konuşuyor, kapılar, ışıklandırmalar gayet erişilebilir, hem görme engelliler hem de bedensel engelliler için ama önceden yapılmış apartmanlarda mesela asansörler konuşmayabiliyor ya da hiç asansör olmayabiliyor. Böyleleri de var. Onlar hâlâ yıkılmadı, eğer erişilebilir hale getirilebilecekse yenileniyor, yoksa öyle kalıyor.
Şule: Yine kendi yaşamından örnek vererek paylaşabilirsin bizimle. Orada engelliler nasıl örgütleniyorlar, kadınlar nasıl örgütleniyorlar? İkisini de birlikte paylaşırsan sevinirim.
Nihal: Örgütlenmek için geçerli bir davan olması gerekiyor ve bu konunun birçok insanı ilgilendirmesi gerekiyor. Böyle olunca, bizim gibi düşünen arkadaşlarla buluşup örgütlenebiliyoruz. Derneklerimiz var; görme engelliler için ‘Görme Engelli Vatandaşlar Derneği’ var ki elli senedir devam ediyor. Bunun dışında, farklı engel gruplarının meydana getirdiği dernekler var. Benim de yönetim kurulunda olduğum, bütün engel gruplarını kapsayan ‘Engelli Hakları Savunmanlığı kurumu’ var. Böylelikle bu kurumlar aracılığıyla örgütlenmek çok kolay oluyor; insanlara erişmek daha kolaylaşıyor. Bilgiyi ulaştırmak ya da onlarla söyleşerek, dayanışarak bilgi toplamak daha kolay olabiliyor.
Şule: Çok sayıda engelli örgütü var mı? Mesela, bizim ülkemizde çok var. Bunların belli bir sınırlaması var mı?
Nihal: Belli bir sınırlaması yok. Burada da engel grubu sayısına göre dernekler var. Burada engelli grubu çok.
Şule: Peki, engelli kadın örgütleri?
Nihal: Burada bir ‘Engelli Kadınlar Grubu’ var ama çok aktif değil bunun dışında federal bir grup daha var. Onlar bize göre yani Batı Avustralyalı kadın örgütüne göre hem yurt içinde hem yurtdışında biraz daha etkin. Onların güzel çalışmaları var.
Şule: Engelli kadınların dışında, genel kadın sorunları ile ilgilenen bildiğin kadın örgütleri de var mı?
Nihal: Evet var.
Şule: Sen üye misin?
Nihal: Ben üye değilim. Ben şimdi sadece iki kurumun yönetim kurulundayım. Bir de ‘Görme Engelliler Derneği’mizin geldik geleli üyesiyim.
Şule: Derneklere bir ödenek veriliyor mu? Bunu sadece engelliler için sormuyorum, kadın dernekleri olsun, engelli dernekleri olsun devlet bir ödenek veriyor mu? Bu konuda bir kriteri var mı çok da örgüt var dedin ya?
Nihal: Ben Göçmen Topluluklar Konseyi’nde çalışıyorum. Bu konsey Türk dernekleri, İtalyan, Arap, vb. derneklerin hepsinin üstünde. Bu konsey, tüm derneklerin üyesi olduğu bir kurum. Örneğin biz grup olarak devletten ödenek alıyoruz. Bizim tüm giderlerimiz o ödenekten karşılanıyor fakat örneğin İtalyan dernekleri, Makedon dernekleri gibi nüfusları biz Türk derneklerinden çok çok büyük olduğu için devletten ödenek alabiliyorlar. Biz Türkler olarak devletten ödenek alamıyoruz. Sadece, hafta sonu dil okullarımızı devam ettirebilmek için ödenek alabiliyoruz. Onun dışında bir eleman çalıştıracak kadar veya bir dernek binası alacak kadar ödenek alamıyoruz. Biz burada çok bölünüğüz; Türkiye’de insanlar ne kadar bölünükse, burada da o kadar bölünüğüz.
Şule: Anladığım kadarıyla nüfus sayısına göre, kişi sayısına göre bir kriter konmuş destek olmak için. Bir de mücadelenin önemi var tabi.
Nihal: Evet, evet. Bizim nüfusumuz Batı Avustralya’da Türk toplumu olarak çok az, ödenek almaya maalesef yetmiyor. Bir de bizim insanlarımızın çoğu kalifiye göçmen olarak geldi. Ya mühendis, teknisyen vb. ya da kendi iş yerleri var. Kendilerini kurtarabilmiş insanlar. O nedenle uyum sağlamaları da zor olmuyor genellikle. O yüzden de kurduğumuz dernekler ne yazık ki ödenek almıyor. Malburn ve Sidney’deki Türk dernekleri hem nüfusları çok olduğundan hem de daha etkin olduklarından, bulundukları eyalet hükümetinden daha iyi ödenekler alabiliyorlar.
Şule: Nihal’ciğim, Umudun Kadınları Dergisini düzenli izleyen biri olarak dergimiz aracılığıyla takipçilerimize ne söylemek istersin?
Nihal: Ben keyif alarak Umudun Kadınları Dergisi’ni takip ediyorum. Oradaki verilen bilgiler, söyleşiler beni sanki Türkiye'ye daha fazla yakınlaştırıyor. Çok hoşuma gidiyor. Devamını dilerim.
Şule: Bir de etkili mücadele eden bir görme engelli kadın olarak bizimle paylaşmak istediğin mesaj varsa, onları da alabiliriz. Sadece dergimiz için değil.
Nihal: Evet, engelliyiz; birçok sorunumuz var ama biraz kendimize güvenip, ayağa kalkmamız, elimizi taşın altına koymamız gerekiyor Dışarıya çıkıp gerekeni yapmak başkalarının görevi olmamalı. Bize düşen sorumluluğu üstlenmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Şule: Çok teşekkür ederiz bizimle bu değerli bilgileri paylaştığın için. Tabii daha da ayrıntılı konuşabiliriz ama şimdilik söyleşide bu kadarla yetinelim. Farklı mücadeleleri olan kadınlar olursa, daha önce bir kez yaptığın söyleşi gibi katkıda bulunabilirsin. Hem öğreniriz hem de bu tür söyleşiler çok ilgi çekiyor. Çok teşekkür ediyorum ben dergimiz ve dinleyicilerimiz adına katıldığın için.
24 Mart 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.