jaletunc@yahoo.com
Küt kızıl saçları ve yeşil tişörtüyle akşam üzeri çekilmiş fotoğrafı
Ahşap bir masa üzerinde palet, suluboya fırçası, sulu boya, birkaç kalemlikte boya kalemleri resim kâğıdı var. Masada oturan siyah kazaklı, uzun dalgalı saçlı genç kadın resim kâğıdına resim yapıyor.
YAZAN: Jale YILDIRIM TUNÇ

Ah… Yine karşılaştık çöp konteynırının yanında birkaç gündür göremediğim isimsiz. Bu kez yaklaştım yanına, "Merhaba adın ne senin?" diyebildim.
Kaldırdı başını eğik şekilde, dikti kocaman gözlerini, umursamaz bakışıyla “Boşver” dedi...
"Aaa. Boşver ne kadar değişik bir isim, ilk kez duydum.
Bu kez eğilen başı dimdik kalktı, hınzır bir gülümseme ile yüzüme baktı,“Abla boş ver işte. Ne yapacan adımı? Ben sana sordum mu adın ne diye?
"Sorabilirsin ben söylerim ki."
Omzunu silkeledi bir eliyle kaldırım taşına tutundu, diğeriyle eski un çuvalından dört tarafı çıtalarla tutturulmuş kâğıt toplama arabasının paslanmış tutacağına sarıldı, kalktı ayağa küçük dev edasıyla yola koyuldu...
Yine bir gün yolun karşısında ki çöp konteynırının yanında göz ucuyla gördüm. Ben otobüs durağına doğru ilerlerken o karşıdan aceleci bir tavırla sağına soluna bakındı, hızlı akan trafiğe ve arabalara aldırış etmeden fırladı ok gibi karşıya geçti, nefes nefese durağın yanındaki çöp konteynırının yanında durdu. Belli ki görmemi istiyordu, umursamaz göründüm. Bir kaç şişe ve kâğıt parçası koydu arabasına öteden seslendi; “Abla abla sen adımı sormuştun ya...”
Döndüm ve "Aman boş ver benimki de merak işte...”
Öyle bir kahkaha attı ki, açılan ağzından pas tutmuş ciğerlerini ve yanındaki kocaman yüreği göründü...“Abla ya senin adın daha komikmiş. Hiç merak diye isim olur mu?” Bu esprili zekâya hayran kalmıştım, karar verdim otobüs gelirse binmeyecektim, Anlaşılan bu hınzır içini dökecek…
“Boşver hadi gel bak arkadaşıma götürüyordum sana da bir kaç kurabiye vereyim.
“İstemem” dedi omzunu silkerek...“Ben kimseden bir şey almam ki”.
“Aşkolsun ben kimse miyim artık arkadaşız. Ben Merak sen Boşver...”
“Abla ya... Haha ha…” Tuttuğu paslı saplardan kararmış küçük ellerini uzattı kurabiyeleri aldı, sonra yemek üzere cebinden çıkardığı düzgün katlanmış poşete koydu...
“ Kimin kimsen var mı senin?”
“Bilmem, ben bir şey bilmem.”
“Evinin nerede olduğunu nasıl bilmezsin?” Sustu, bir iç çekişi vardı sorma dedim bir soru daha sorma...” İkinci otobüs de geldi, arkadaşlarım beni bekliyor gitmeliyim.”
“Ama, ama şey, hani konuş.. Konuşacaktık”.
“Tamam” dedim. “Söz yarın bu saatte buradayım”. Hüzünlü bakışlarla otobüs hareket ederken beni el sallayarak uğurladı.
Arkadaşlarla buluşmamız keyifli geçti, eve dönerken yol boyu Boşver’i düşündüm, Bu çocuk için bir şeyler yapmalı dedim. Kapıyı kızım açtı Çocuklarrr! Bu günden itibaren pet şişe, cam şişe ve kâğıt olan atıkları çöpe atmayıp ayrı poşetlerde biriktiriyoruz anlaşıldı mı?
Kızım, “Tamam anne,” oğlum, “Niye ki; çöpe atıyoruz işte hepsini birlikte apartman görevlisi alıyor kapının önündeki çöp konteynırına atıyor, bazen görüyorum şişe ve kağıt atıklarını oradan ayıklayıp alıyorlar”.
“Tam da onun için ayrı koyalım diyorum toplayana kolaylık olur”
“Anne ya abartma istersen herkes işini yapsın, onların işi atık toplamaksa bırak ayıklasın ne para kazanıyorlar biliyor musun?”
“Gücü yeten var yetmeyen var, biz ayıralım hatta yönetici Salim Bey’e söyleyelim apartmanın bahçe kapısının önüne büyük bir bidon alalım ve ayrıştırılan atıkları onun içine atalım, hoş iki yıl önce belediye görevlileri cadde üzerindeki tüm binaların önüne küçük ve hafif konteynırlar koymuştu, kimin ne işine yarayacaksa hepsini götürmüşler. Hani geçenlerde sizlere bahsetmiştim kâğıt ve şişeleri toplayan küçük çocuktan, o kocaman çöp konteynırına bir çıkışı var ki, eski püskü çuvaldan yapılmış arabasını çekiştire çekiştire çöpün dibine kadar yaklaştırıp tutacaklarına tırmanıyor oradan belinin yarısına kadar içeri sarkıp bir ayağını konteynırın içine dayayarak destek alıyor, işine yarayan ne varsa atıyor arabasının içine sonra bir kedi çevikliği ile yere atlıyor, sırtlıyor arabasının o kirli pas tutmuş tutacaklarını, araba dolunca kendisi de görünmüyor on katı büyüklüğündeki arabanın altında. İşte onun için, o küçük bedeni daha fazla yorulmasın diye yapmalıyız… Anlaşıldı mı?”
Evde bir anda görülmemiş bir sessizlik oldu.
Ertesi gün biriktirdiğim, cam şişe ve kavanozlar, ayırdığım kâğıtlar, dergiler ve gazeteleri poşetlere koyup randevuya gittim. Boşver gelmiş, kaldırım taşına oturmuş elinde bir çubuk daireler çizip duruyor, beni görünce her zaman ki çevik haliyle fırladı yerinden.
“Abla gelmezsin dedim ama yine de bekliyordum.”
“Buradayım işte, gel şu banka oturalım.” Silkeledi üstünü başını çekingen bir halde oturdu. “Evet, anlat bakalım, seni dinliyorum.”
“Şey, yani be be bebebenn... Abla ya kimse benimle konuşmaz ki sen niye konuşuyon?”
“İnsan insanla konuşabilir, bir derdi sorunu varsa anlatabilir, dinleyebilir, tanışıp arkadaş olabilir... Söyle bakalım kaç yaşındasın neden okula gitmiyorsun?”.
“Yaşım, bilmem dokuz, on, on bir.
“Kimliğinde yazar”
“Kimliğim yok ki”.
“Annen baban neredeler?”
Ve başı öne eğildi, bankın kenarlarını tırnaklarıyla yontmaya başladı cırt cıırt. “Malatya, Diyarbakır adını bilmediğim çok yerden sonra kaçtım.”
“Neee, nasıl kaçtın?”
“Bir adam vardı adı Ferhat, bazıları Satılmış diyordu, beni ve beş tane kardeş vardı bir tanesi kız bizi araba camı sildiriyor, mendil sattırıyordu. Sonra paralarımızı bizden alıyordu.”
Tahmin etmiştim. Yüreğimdeki tarifsiz sızıyı ve gözyaşlarımı ona gösteremezdim, yutkundum; “Dünya böyle bir yer işte.” diyebildim. Peki, sonra ne oldu.
“Paramızı alıyor, biraz peynir ekmek, bazen simit alıyor, biz o karanlık soğuk yerde yiyorduk. Akşam olunca yerdeki ottan kilimlerin üzerinde üzerimize battaniye örtüyor uyuyorduk. Hepimizi dövüyordu, para getirmezseniz buraya gelmeyin, yemek vermem diyordu... Bir gün ben hiç para getirmedim, korktum oraya gidemedim yol kenarında bir duvarın arkasında saklanırken beni buldu, o karanlık soğuk yere götürdü.”
“Ev mi orası?”
“Yoo, eski tamirhane gibi küf kokan bir yer.” Yüzündeki ifade öfkeli ve sert bir hal almıştı.
“İşte orada beni evire çevire dövdü, elinden kurtulmak için ben de onun kolunu ısırdım, en büyüğümüz olan Samet abi de onun üstüne çullanıp sırtına vuruyordu. Nasıl oldu anlamadım ama hızla oradan kaçtım en son duyduğum ayyyayy ve fren sesiydi… Uyandığımda hastanede olduğumu anladım hemşire abla “Memur bey çocuk uyandı” deyince polis amca geldi hemen arkasında Ferhat’ı gördüm çok korktum üzerimdeki beyaz örtünün altına saklanmak istedim ama kollarımı hareket ettiremedim. Ferhat üzülmüş gibi “Ah bu çocuklar, niye korktun da kaçtın oğlum, kırdıysan kırdın altı üstü camdan sürahi, kızdım tabi ki, birde kulağını çekerdim o kadar. Yokkk bunlara ne yapsan yaranamıyorsun. Babası öldü, annesi ortada bıraktı gitti. Sahiplendim, üç yıldır bakıyorum. Her şeye alınıyorlar. Kırdığı sürahiye kızacağım diye evden kaçarken yola fırladı oğlum ne yapıyorsun demeye kalmadı ki arabanın çarpmasıyla çalılıkların arasına fırladı. Neyse ki çarpan insan evladıymış bırakıp kaçmadı da hastaneye yetiştirdi” dedi.
Polis amca Ferhat’ı dışarı çıkardı bana sordu “Amcanın anlattıkları doğru mu? Neden kaçtın, seni döver mi, bana öyle gelmedi, sen kendinde değilken çok üzüldü, altı üstü bir sürahi deyip durdu hııı, öyle mi oldu”?
“Şeyyy beke be ben çok hatırlamıyorum, dıı dı dı çok üşüyorum, kollarım sırtım ağrıyor, uyumak istiyorum” deyince “Tamam tamam anlaşıldı sen en iyisi dinlen, Ferhat beyyy çocuk uyumak istiyor, dinlensin, artık amcanı üzme olur mu hadi geçmiş olsun” dedi ve Ferhat’la birlikte çıktılar.
“Nasıl yani neden doğruları söylemedin, offff ya neden anlatmadın, seni ve diğer çocukları çalıştırdığını söyleseydin belki de o çocuklar da sen de kurtulurdunuz”.
“Şey daha önceleri yoldan geçen araba camlarını silerken yollarda duran polis amcanın birine söylemek istedim ama beni dinlemedi bile, “Hadi hadi hep aynı hikâye kendine acındırmaya çalışma.” deyip beni azarladı, ondan söylemedim.
“Off canım ya, sen de o dinlemedi diye hepsi de aynı olacak değil, keşke söyleseydin”.
“Dur ki anlatayım. Ferhat’la polis amca hastaneden çıkarken pencerenin yanında olan yatağımdan doğruldum camdan dışarı baktım, ikisi konuşuyordu Ferhat elini kolunu sallayarak bir şeyler anlatıyordu sonra cebinden sigara çıkardı ağzına götürdü, polis amca Ferhat’ın sırtını sıvazladı ve cebinden çıkardığı çakmakla onun sigarasını yaktı. Birlikte oradan ayrıldılar. Beş gün geçti Ferhat bir daha gelmedi. Hemşire abla doktora soruyordu “Bu çocuğun dün taburcu olması gerekiyordu, amcası gelmedi ne yapalım doktor bey?” “Bugün de gelmezse yarın arayın gelip alsın” dedi. Cumartesi günüydü doktor ve hemşire odadan çıkınca hemen kalktım sandalyenin üzerinde duran dizleri yırtılmış, toprağa bulanmış pantolonumu ve gri kazağımı giydim, kimseye görünmeden çıktım. Dışarısı her zamankinden daha aydınlıktı, Hastanenin bahçesi yemyeşildi, ne çok ağaç vardı, kuşlar öyle güzel ötüyordu ki içim açılmıştı. Yola çıkmam lazım dedim, yol beni nereye götürse razıyım, buradan daha kötü olmaz ya… Ara sokaklardan geçip arabaların çok olduğu büyük yola çıktım, her geçen arabaya el sallıyordum. Birkaç araba durdu şehrin içine gidiyorlarmış binmedim. İki kamyoncu da beni almak istemedi. Hava kararmaya başlamıştı, acıktım, yoruldum neyse ki hastanenin odasında komodinin üstünde duran dolu su şişesini ve açılmamış püsküütü almışım, Kaldırımın kenarındaki çalılığın arkasına oturup püsküütleri yedim. Epey sonra kaldırımın kenarında büyükçe bir kamyon durdu. Şoför aşağı indi, tekerleklerine baktı, söylene söylene telefonunu aldı ve birilerini arıyordu. Anlaşılan beni kimse arabasına almayacak dedim ve görünmeden çalılığın arkasından çıkıp kamyonum kenarındaki demirlere tutunarak üzerindeki kalın örtünün ucunu kaldırıp içine atladım… Ohhh artık Ferhat olmayacak… Domates kokularını içime çeke çeke uyumuşum… Sabah olmuş fakat ortalık tam aydınlanmamıştı, şoförün sesiyle uyandım telefonda “Şimdi İzmir’e girdim malı nereye getireceğim, hale gireyim mi yoksa direk Kemalpaşa’ya mı? Tamam, olur olur.” Yine şoföre görünmeden çarçabuk kamyondan indim… Burası İzmir’miş…
Kendimi gözyaşlarımı silerken buldum, o kadar da direnmiştim ağlamamak için Boşver’e göstermemeye çalıştım, saatime baktım ooo zaman nasıl geçmiş.
“Abla ya vallahi bir şey deyim mi bunları sana niye anlattım ben de bilmiyorum ama çok utanıyom, kendime söz vermiştim kimseyle hiçbir şey konuşmayacaktım, sözümü bozdum ya, off ya belki bir gün buradan da giderim o zaman sen de unutursun anlattıklarımı, bari adımı da söyleyim…”
“Sakın sakın haa! İşte o zaman unuturum, ben de söylemeyeceğim. Hem sen dedin ya utanıyorum diye, sen niye utanasın ki çocuk; Senin o koca yürekli küçücük cüsseni içine sığdıramayan dünya utansın, koca koca adamların bile kaldıramayacağı ağırlık altında devleştiğini gördüm ya, o koca adamlar utansın… Seni küçücük boyunla, incecik bedeninin yarısına kadar çöp konteynırının içine girdiren düzen utansın, BOŞVER…

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.