sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Ormanda bir kadın heykeli var. Kadın iki ellerini iki yana açmış ve karşıya bakıyor.
SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ

Şule: Umudun Kadınları Dergisinin sevgili izleyicileri, ‘Arı Kovanı’ köşemizin bu ayki konuğu Halime Şaman. Biliyorsunuz, Akbelen ormanlarında direniş devam ediyor. Biz de dergimiz olarak bu konuyu daha çok gündemde tutmak istedik. Bu nedenle Halime Şaman’ı konuk ettik. Hoş geldiniz Halime Hanım.

Halime: Hoş bulduk, İyi ki gündemde tutmak istediniz. Çünkü orada ağaçları görmeyince insanlar orman varlığını kaybettiğimizi düşünüyorlar. Oysa orası yeni ormanları yaratma potansiyelini çok güçlü biçimde taşıyan bir bölge. Çünkü yoğun bir tohum havzasına sahip ve dokunulmadığı, malzeme terk edilmediği sürece zaman alsa bile orada yeniden Akbelen ormanının yeşerme, büyüme şansı var. Şu anda mücadelemiz özellikle bu alanda yürüyor. O orman varlığını yitirmemiş toprağı madene vermemek. Madene verildiği takdirde o toprağı sıyıracaklar, atacaklar. Geriye daha önceki yerlerde yaptıkları gibi yaklaşık 15 km uzunluğunda beyaz bir çöl kalacak. Bu yüzden mücadelemiz devam ediyor hâlâ.

Şule: Tabii gündem çok sıcak olduğu için sizi tanıtmadan hemen konuya girdik. İsterseniz izleyicilerimiz için sizi kısaca tanıtalım.

Halime: Ben de düşünmedim konuya girdim ama galiba biraz Akbelen mücadelesinin kimliğiyle ilgili bir durum bu. Çünkü hiç birimizin kim olduğu, titrimizin ne olduğunun bir önemi yok. Hepimiz Akbelen mücadelesiyle özdeşleşmiş ve onun içerisinde erimiş kimlikleriz. Ben Marmaris'te yaşıyorum. Uzun süredir ekoloji mücadelesi veriyoruz Marmaris’te. Çünkü bu yağma projeleri bir lokasyona özgü değil, ülke genelinde doğayı metalaştıran alınır satılır bir nesne olarak gören bir anlayışın saldırısı olarak yaşıyoruz. Burada Marmaris Kent Konseyinde çevreden sorumlu Yürütme Kurulu üyesi olarak görev yapıyorum. Aynı zamanda Muğla Çevre Platformu gönüllüsüyüm. Akbelen mücadelesinde alan koordinasyonuna katkı vermeye çalışıyorum.

Şule: Çevre duyarlılığı nasıl oluştu sizde? Normalde genel anlamda birçok insanda var ama bunun bir öyküsü vardır diye düşündüm.

Halime: Doğru, hayatımda aslında öncelikli bir ekoloji mücadelesi yoktu. Daha çok bir hak savunusu vardı. Çünkü uzun yıllar çevreci mücadelesini bize daha çok elit mücadele olarak algılattılar. Daha tuzu kuruların, sorunu kalmayanların, onların artık börtü böcekle uğraştığı, nispeten diğer hak mücadelelerine göre yoğunluğu düşük bir mücadelesi gibi

algılıyordum. Bu benim tamamen cehaletim eminim. Bir cennet köşesi olan Marmaris'e gelip yaşamaya, yerleşmeye başladıktan sonra bu cennetin nasıl cehenneme çevrilmeye çalışıldığını görünce itiraz etmeye başladım Diğer arkadaşlarımla birlikte. Süre içerisinde aslında bunun bir çevre mücadelesi değil, bir yaşam alanı mücadelesi olduğunu gördüm. Gerçek anlamını orada buldu benim için. Çok önemli bir mücadele olması ve toplumda bir karşılık bulması durumu nedeniyle, var olandan biraz hafifletilerek bir algı çalışmasıymış meğer benim de hissettiğim. Çünkü çok ciddi, çok emek isteyen ve gerçek anlamda yaşamı savunan bir mücadele, ekoloji mücadelesi.

Şule: Marmaris’ten önce nerede yaşıyordunuz?

Halime: Bursa'da yaşıyordum. Çok yoğun olan bir iş yapıyordum. Hak mücadelesinde vardım ama daha biraz ezberlerimizle de yaşıyoruz galiba. Kendime siz sorduğunuzda bu özeleştiriyi yapıyorum. Görmemişim, bu da kendime yönelik şu anda sizinle birlikte yürüttüğüm bir özeleştiri oldu.

Şule: Hak savunuculuğu dışında herhangi bir işte çalışıyor musunuz? Bir uğraşınız var mı?

Halime: Hayır, emekli olarak geldim, yerleştim Marmaris’e. Belki de onun sağladığı daha geniş zaman, mücadelede daha etkili katkı vermeyi sağlıyor.

Şule: Nereden emekli olmuştunuz?

Halime: İlaç firmasında çalışıyordum. Öncelikle temsilcilikle sonra aynı firmada satın almayla sonlanan çok yoğun bir çalışma hayatı.

Şule: Akbelen direnişinde birçok kişi gözaltına alınıyor, bırakılıyor. Sizin de öyle bir süreciniz oldu mu? Çevrenizde arkadaşlarınız mutlaka öyle süreçler yaşamıştır. Biz de izliyoruz televizyonlardan ama aynı zamanda tabii yüreğimiz de orada.

Halime: O yüreği hep çok hissettik. O nedenle altını çizmek isterim. Gelemeyenlerin yüreğimi de çok hissettik. Ben bir gözaltı süreci yaşamadım. Çünkü her saldırıda biber gazından yoğun biçimde etkilendim ve astımım olduğu için beni gözaltına almaktan endişe ettiler. Ama 70 yaşını geçkin bir köylümüzden, küçücük, henüz 18’ini bile doldurmamış çocuğun gözaltına alınmasına kadar çok yoğun gözaltılar yaşadık. En büyük cezayı da kesimin olduğu o günde yaşadık. O gün 18’i aşkın kişi gözaltına alındı. Çok zorlu, katlanılması, tahammül edilmesi çok zor bir gündü hakikaten. Sabah altı buçuktu, çadırlardaydık. Ağlama ve hızar sesleriyle uyandım. Çadırdan kafamı uzattığım anda gözümüzün önünde barikatla karşılaştık. Ya biber gazı sıkılmıştı ya da o ağaçların kesilmesinin yarattığı tozdan nefes alamaz hale geldim bir anda. Aşağıdaki, o barikatla çevrelenmiş kısmın dışına çıktım. Çünkü nefes tıkanıklığı nedeniyle endişe ettiler. Barikattan çıkmama göz yumdular. Fakat arkadaşlarım içeride bir barikatla çevrilerek gözlerinin

önünde tek tek ağaçların büyük bir hızla indirilmesi cinayetine tanıklık etti. Hepimiz şunu hissettik. Bu ‘Otomatik Portakal’ filminde karakter disipline olmaz, toplumu aykırı yaşar ve onu disipline etmek için bir dizi beyin yıkayıcı video izlettirirler ve bunu izlemesi için de alt üst göz kapaklarını sabitlerler yüzüne görüntüleri izlesin diye. O barikat bize bu etkiyi yarattı. Kasten, bilerek kesimi gözümüzün önünde yaptılar. Devlet en acımasız yanıyla güç gösterisinde bulundu o gün.

Şule: Ne kadar şekilsel bir ülkede yaşıyoruz aslında. Bir yanıyla ağaç dikme törenleri yapıyoruz. Bir yanıyla piknik için gidip ağaçlık bölgeler arıyoruz. Bir yanıyla da böyle hunharca katlediyoruz ağaçları. Gerçekten çok acı ve çok kötü bir çelişki.

Halime: Toplumda artık ağacın varlığına karşı bir duyarlılık olduğunun çok farkındayım. Ağaç dikme hikâyesini, doğayı meta olarak görüp, en ucuz hammadde olarak görüp, maliyeti düşük olarak değerlendiriyorlar. Çünkü devlet bir soygun mantığıyla ilerliyor maalesef. Kamusal alan hızla terk ediliyor. Bunun en son örneğini Akbelen’de yaşadık. Daha oraya firma girmedi, ormanı korumakla görevli Orman İşletme Müdürlüğü, Orman Bakanlığı yaptı bu katliamı. Körleştirip öyle teslim edecekler. Suçu bile işlerken kendisi istemiyor, firma devleti alet ediyor. Böyle trajik, garip bir düzen. Halkın zaten Akbelen'in bu mücadelesinin kamuoyunda çok destek görmesi, sanırız yüreklerini acıtması nedeniyle kendi kitlelerine de anlatmakta zorlandılar ki hemen kriminalize ve terör örgütleriyle yan yana getirmeye çalıştılar. Bu bile tutmadı. Daha bugün TRT’de bir yayından bahsediyor arkadaşlarımız. Bu kara propagandayı orada devlet kanalında ve Orman Bakanlığının eliyle hazırlanmış bir programda yapıyorlar. Bu gerçekten vicdansızlık. Hep bunu para kazanma hırsı gözünün hiçbir şeyi görmemesi hali. Karşı argüman olarak ağaç diktik demeleri beni o kadar çok öfkelendiriyor ki. Bir ormanı yok ediyorsunuz ve bir fide dikimi ile bir fideyle bir orman varlığını orman habitatına eşdeğer görüyorsunuz. Bu kadar cahilsiniz ya da hem cahil hem cesursunuz.

Şule: Aslında çok korkunç bir şey yapıyorlar. Bir tarafıyla da halkın zayıf noktalarından yararlanıyorlar. Sıkıştıkları zaman terör olayı, başka olayları bunlarla örtüştürmeye çalışıyorlar ama halkın çoğu bunu yemese, yutmasa bile bazı insanlar da maalesef buna inanıyorlar. Önemli olan, o insanların inanmasından çok gerçeklerin peşinde koşmak. Koordinasyon Kurulunun çalışmalarından biraz bahsedebilir misiniz? Akbelen Koordinasyonu üyesisiniz galiba.

Halime: Şu anda Akbelen’de nasıl bir süreç yaşayacağımızı tartıştığımız bir dönemdeyiz. Neleri yapmamız gerekiyor? Çünkü özellikle madene orayı vermemek çok ciddi bir mücadele ve gördük ki hiçbir kural tanımaksızın ormanı korumakla sorumlu jandarmayı gardiyan yaptıkları bir cinayet işlendi. Bakın askerle polis arasındaki farka,

birinde vatan savunması var. Korumakla mükellef olduğu toprakların yok edilmesine, o toprak varlığındaki değerlerin yok edilmesine bekçilik yaptı. Bir özel şirketin güvenlik personeli gibi bir kimlik yüklendi onlara. Mülk, para kazanmak için ne kadar fütursuz olduklarına çok yakından tanıklık ettik. Dolayısıyla orada termik santrallerinin ihtiyaç duyduğu kömür için ne olursa olsun o toprakları almak en fazla 4 yıllık ömrü olan verimliliği son derece düşük linyiti çıkarmak hedefleri. Akaryakıt fiyatları çok arttı. Soma’dan getiriyorlardı kömürü. Maliyetler artınca Akbelen’deki verimsiz de olsa o kömürü çıkartmakla ilgili bir ihtiyaç duyuyorlar. Bu yüzden gözleri çok kara, her şeyi yapabilirler. Tüm bu değerlendirdiklerimizin dışında önümüzde zorlu bir sürecin olduğunu biliyoruz. Bu nedenle bir dizi paneller, çalıştaylar planlıyoruz. Ama nöbet alanını terk etmemek için oradaki aktif mücadeleyi toprağın madene verilmesini engellemek için yürüttüğümüz mücadeleyi sürdüreceğiz. Amacımız, yaptıklarımızla, ettiklerimizle tıpkı sloganımızda olduğu gibi her yerin Akbelen olmasını sağlamaya çalışmak. Çünkü bugün Akbelen, haber geliyor yarın Kaz Dağları, Biliyoruz ki artık zorlanan ekonomide, nerede beleş, üstüne konacakları, üstüne çökecekleri bir değer varsa orayı acımasızca kullanma ihtiyacını yarattı bu insanımsılara

Şule: Şimdi devletin bu politikası, halkın öngörülerini hiç önemsemeyen tutumu karşısında, sizin öngörünüz ne, nasıl olacak? Çünkü mahkeme kararlarını tanımıyorlar. Mahkemelere istedikleri gibi karar verdiriyorlar. Halkın tepkisinin gerçekten hiçbir önemi yok ama yine de yapılması gerekenler var.

Halime: Biz bunun sadece Türkiye’de değil, uluslararası boyutta da büyütülmesi ile ilgili yoğun bir gayret sarf ediyoruz. Çünkü ekosistemin bir bütün olduğuna ve sınırlarının olmadığına inanıyoruz. Bunu söylemek isterim. Onun dışında öyle görünüyor ki eğer Anayasa tanınmıyorsa, o zaman Rıza Tüğmen’in çok güzel bir tanımı vardı. ‘Eğer anayasanın maddeleri uygulanmıyorsa, o zaman toplum sözleşmesi tek taraflı olarak feshedilmiş sayılır.’ Bu çok ciddi bir durumdur. Bunun ne olabileceği, nereye varacağı belli değil. Belli ki toplum olmamızı, bizim bir arada bulunmamızı sağlayan o anayasal haklar askıya alınmış durumda ve tümüyle güvenlik zırhından uzaklaşmış durumdayız. Bu da her mücadeleyi meşru ve haklı kılar. Biraz yol yürürken, biraz planlama yaparak ama uzun soluklu bir çalışma bizi bekliyor. Meclis ağını ihmal etmeden, oradaki insanları zorlayarak herkesin meselesi yapmakla ilgili bir tavrımız, tutumumuz olacak. Ama “Neyi öngörüyorsunuz?” derseniz, hiç bilmiyorum. Belki de en zor olanı bu.

Şule: Belki de en zor vermiş olduğunuz yanıt da bu. Gerçekten ne olacağını hiç bilmiyoruz. Bildiğimiz bir tek şey var, o da mücadele etmek. Siz de o kadar yoğun bir temponun içerisindesiniz ki bizimle zaman ayırarak böyle bir söyleşiyi yaptığınız için ayrıca

teşekkür ediyoruz. Çünkü çok yoğun günlerden geçiyorsunuz. Sizin paylaşmak istediğiniz, dergimizin aracılığıyla iletmek istediğiniz başka mesajlarınız varsa, onları da almak isteriz.

Halime: Öncelikli olarak yoğun olabiliriz. Ama siz çok kıymetli bir iş yapıyorsunuz. Sesimizin duyulmasını, devamlılığını sağlıyorsunuz. Bu nedenle çok teşekkür ederim. Son olarak da kişisel düşüncemi söylemek isterim. Biz seçim dönemi yaşadık. Bazı heyecanlarımız, beklentilerimiz, umutlarımız oldu ve biz seçimi kaybetmedik. Biz aslında umudumuzu kaybettik. Bu bence seçimin en ağır maliyetiydi. Fakat umut olmadan da direnç olmadan da yaşamın anlamı kalmaz. Akbelen, çok sık farklı, farklı konjonktürde farklı farklı ideolojilerden, farklı farklı disiplinlerden bir araya gelen insanların ortaklaştığı ve mücadele ettiği, gözünün önünde ağaç kesilirken alanı terk etmediği, umudun yeşerdiği bir yer. Buradan ilerlemek lazım. Umudumuzu tutup ve umudumuzu yeşerterek devam edelim. Çok teşekkür ederim.

Şule: Biz de dergimizin adını bu nedenle ‘Umudun Kadınları’ koyduk zaten. Gerçekten umuda çok ihtiyacımız var ve herkes bir cümlenin başında, sonunda ya da ortasında umut kelimesini kullanıyor. Bu da çok önemli. Bu tespitlerinize katıldım açıkçası.

Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz, ‘Arı Kovanı’ köşemizin bir söyleşisi daha burada sona erdi. Başka bir söyleşide yine farklı farklı konuklarla birlikte olacağız. Biz de her yerin, bütün Türkiye'nin Akbelen olmasını diliyoruz. Bu konuda da mücadele veren bütün arkadaşlara başarılar diliyoruz. Yanınızda olduğumuzu söylüyoruz ve kutluyoruz.

18 Ağustos 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.