YAZAN: Emine KAMÇI
Genellikle akşama doğru gelirler, tepemizde dönüp dururlardı. Ne aradıkları belliydi. Birkaç lokma bulabilmek için ta deniz kıyısından yokuşları aşarak buralara dek uçarlardı. Artık şimdilerde onlar için besin bulmak buralarda daha kolaydı.
Bizim bahçemiz çok aşağıdaydı. Onlara bir şeyler vermem oldukça zordu. Belki küçük kuşlar buraya kadar gelebilir, bahçemizin tek ağacı olan eriğe konabilirdi. Oysa martılar çok iriydi. Tepedeki çitleri aşıp erik ağacına ulaşmaları çaba gerektirirdi. Onlarsa bu zahmete hiçbir zaman katlanmazlardı.
Fakat yine de şanslıydılar. Çoğu kez apartmanın üst katlarında oturanlar, çitlerin ötesindeki okul bahçesinde onları yemler, öyle ki bu bahçeyi bir şölen alanına çevirirlerdi. Martılarsa çığlık çığlığa yemlerini paylaşırken sanki bir mutluluk ezgisi bestelerlerdi.
Bense bu ezgiyi dinlerken adeta onların aralarındaymışım gibi mutluluk duyardım.
Arada bir de kırlangıçlar geçerdi yukarıdan. Onlar da hep akşama doğru gelirdi. Zaman zaman da eriğe kondukları olurdu. Fakat uzun sürmezdi bu konaklama. Onların evi başka yerdeydi sanırım.
Bu bahçede yaz akşamları güzel olurdu. Hafif bir esinti, bazen bir çiçeğin, bazen de yakınlardaki bir ekmek fırınının kokusunu taşırdı.
Bu bahçede otururken kimi zaman etli bir yemek kokusuyla irkilir, tıpkı çocukluğumdaki gibi annemin yemek yaptığı sanısına kapılırdım. Oysa o günler çok geride kalmıştı. Annemse çok yaşlıydı ve artık hiç yemek yapamıyordu.
İşte bu bahçe bu kokularla çalkalanırken yepyeni bir kokunun evi oluverirdi. Ansızın silkelenen temiz ıslak bir çamaşır kokusunu saçıverirdi. Bu kokuyu acaba hangimiz güzel bir çiçek kokusuna eşdeğer biçmezdi.
Böylece ben bu bahçenin koku cümbüşüne dalıp gitmişken martılar da ortalığa çöken karanlıkla yuvalarına dönmüşlerdi. Gerçekten de onların bir yuvası var mıydı? Bu kalabalık kent yaşamında kendilerine bir yuva edinmişler miydi acaba?
Genellikle akşama doğru gelirler, tepemizde dönüp dururlardı. Ne aradıkları belliydi. Birkaç lokma bulabilmek için ta deniz kıyısından yokuşları aşarak buralara dek uçarlardı. Artık şimdilerde onlar için besin bulmak buralarda daha kolaydı.
Bizim bahçemiz çok aşağıdaydı. Onlara bir şeyler vermem oldukça zordu. Belki küçük kuşlar buraya kadar gelebilir, bahçemizin tek ağacı olan eriğe konabilirdi. Oysa martılar çok iriydi. Tepedeki çitleri aşıp erik ağacına ulaşmaları çaba gerektirirdi. Onlarsa bu zahmete hiçbir zaman katlanmazlardı.
Fakat yine de şanslıydılar. Çoğu kez apartmanın üst katlarında oturanlar, çitlerin ötesindeki okul bahçesinde onları yemler, öyle ki bu bahçeyi bir şölen alanına çevirirlerdi. Martılarsa çığlık çığlığa yemlerini paylaşırken sanki bir mutluluk ezgisi bestelerlerdi.
Bense bu ezgiyi dinlerken adeta onların aralarındaymışım gibi mutluluk duyardım.
Arada bir de kırlangıçlar geçerdi yukarıdan. Onlar da hep akşama doğru gelirdi. Zaman zaman da eriğe kondukları olurdu. Fakat uzun sürmezdi bu konaklama. Onların evi başka yerdeydi sanırım.
Bu bahçede yaz akşamları güzel olurdu. Hafif bir esinti, bazen bir çiçeğin, bazen de yakınlardaki bir ekmek fırınının kokusunu taşırdı.
Bu bahçede otururken kimi zaman etli bir yemek kokusuyla irkilir, tıpkı çocukluğumdaki gibi annemin yemek yaptığı sanısına kapılırdım. Oysa o günler çok geride kalmıştı. Annemse çok yaşlıydı ve artık hiç yemek yapamıyordu.
İşte bu bahçe bu kokularla çalkalanırken yepyeni bir kokunun evi oluverirdi. Ansızın silkelenen temiz ıslak bir çamaşır kokusunu saçıverirdi. Bu kokuyu acaba hangimiz güzel bir çiçek kokusuna eşdeğer biçmezdi.
Böylece ben bu bahçenin koku cümbüşüne dalıp gitmişken martılar da ortalığa çöken karanlıkla yuvalarına dönmüşlerdi. Gerçekten de onların bir yuvası var mıydı? Bu kalabalık kent yaşamında kendilerine bir yuva edinmişler miydi acaba?
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.