YAZAN: Emine KAMÇI
Sabahki şiddetli yağmur yüzünden kursa gidemeyince içimde bir boşluk hissetmiş, birtakım uğraşlarla bu boşluğu doldurmaya çalışmıştım. Öğleden sonra ise yağmurun kesildiği bir anı kollayarak dışarı çıkıp sağlık ocağında iğnemi olduktan ve az miktarda bir alışveriş yaptıktan sonra eve geri dönmüştüm.
Bu geçen zaman içinde sabah uyandığımdan beri beni kıvrandıran baş ağrısı ve mide bulantısını yok saymış, işlerime devam etmiştim. Ancak eve döndükten sonra bu yakınmalarım artınca her şeyi bir yana bırakıp bir battaniye alarak uzandım; dahası, bir saat kadar da uyumuşum.
Uyandığımda ezan okunuyordu. Hocanın sesi öyle güçlü geliyordu ki bir an için balkon kapısını açık bırakmış olduğumu düşündüm. Uyku sersemliğiyle elimi yana uzatınca yarım bir çerçeveye dokundum. Gelgelelim çerçeve olması gereken yerde değil, yatmakta olduğum kanepenin üzerinde duruyordu ama yarısı yoktu ve penceredeki yeri de doğal olarak boştu. Ezan sesinin neden bu kadar yüksek geldiği de böylece anlaşılıyordu. Oysa gerçeğe dönebilmem için bir kez daha uyanmam gerekiyordu. Tamamen uyandığımda sokaktan gelen bir köpek havlamasından başka bir ses duyulmuyordu.
Ayağa kalkıp biraz yemek yedikten sonra yine uzandım ama bu kez yatarak da olsa bir şeyler yapmalıydım, örneğin birkaç gün önce başlamış olduğum kitabı okuyabilirdim. Bir süre bunları düşünürken telefonum çalmaya başladı. Arayan çok yakınlarda oturan bir arkadaşımdı ve beni bir buçuk saat sonra başlayacak olan tiyatroya davet ediyordu; hem de on dakika içinde hazır olmamı istiyordu. Önce nazlandım, baş ağrımı falan bahane ettim. Ne var ki arkadaşım benim söylediklerimi pek geçerli bulmuyor ve bu daveti elinden geldiğince çekici hale getiriyordu. Sonunda ben de pes ettim ve arkadaşımdan bir beş dakika daha istedim. Anlaşma sağlanınca telefonu kapadık. İlk iş olarak bir ağrı kesici yuttum ve hazırlandım. On dakika içinde buluşma yerindeydim.
Baş ağrıları, mide bulantıları, saçma sapan görülen düşler ve sonunda tiyatrodaydık işte. Bu tiyatronun özel bir yanı vardı. Bazı engelli sorunlarının göz önüne serildiği daha doğrusu gözlere sokulduğu bir oyunu, çeşitli engelli grubundan kişilerin oynamış olmalarıydı.
İzleyiciler arasında, huzurevinden gelenler de vardı. Dahası, bu oyunu yazan, huzurevinde yaşamakta olan yazar bir arkadaşımın öğrencisiydi. Ben de bunu orada karşılaştığım arkadaşımdan öğrenmiştim. Onunla karşılaşmak da bana sürpriz olmuştu. Çünkü geleceğinden habersizdim. Gerçi kendi gideceğimden de haberim yoktu ya! Her neyse, iyi ki de gitmişim, iyi ki bu oyunu izlemişim. Oyunun yazarı görme engellilere karşı yanlış yaklaşımları iyi yakalamıştı. Bunları düşünürken görme engelli biri olarak bana ya da diğer arkadaşlara karşı yapılan yanlış tutumlar, yanlış yönlendirmeler geldi aklıma. Örneğin, kaldırımlarda yürürken arkamızdan, ‘düz git, düz git,’ diyenleri, sol yerine ‘sağa git, ’ sağ yerine de ‘sola git,’ diye bağıranları; sonra da bu yanlış yönlendirmeler sonunda çarpmaları, düşmeleri düşünüyorum ürpertiyle. Sessizce gelip kolumuza girenleri, bastonumuzun ucundan tutup karşıdan karşıya geçirmek isteyenleri saymıyorum bile. Kaldırımlara, dahası sarı çizgilerin üzerine sıralanmış motosikletlerin, çeşitli eşyaların sözünü bile etmiyorum. Vereceğim örnekler saymakla bitmez ya; en iyisi yine tiyatroya dönmek.
Orada başka karşılaştığım arkadaşlar da vardı. Bunlar, sıcak, içten karşılaşmalardı. Bütün bu güzellikler yaşanınca ne baş ağrısı ne de hastalık kalmıştı.
Bu tür anlamlı etkinliklerin çoğalması dileklerimle.
Sabahki şiddetli yağmur yüzünden kursa gidemeyince içimde bir boşluk hissetmiş, birtakım uğraşlarla bu boşluğu doldurmaya çalışmıştım. Öğleden sonra ise yağmurun kesildiği bir anı kollayarak dışarı çıkıp sağlık ocağında iğnemi olduktan ve az miktarda bir alışveriş yaptıktan sonra eve geri dönmüştüm.
Bu geçen zaman içinde sabah uyandığımdan beri beni kıvrandıran baş ağrısı ve mide bulantısını yok saymış, işlerime devam etmiştim. Ancak eve döndükten sonra bu yakınmalarım artınca her şeyi bir yana bırakıp bir battaniye alarak uzandım; dahası, bir saat kadar da uyumuşum.
Uyandığımda ezan okunuyordu. Hocanın sesi öyle güçlü geliyordu ki bir an için balkon kapısını açık bırakmış olduğumu düşündüm. Uyku sersemliğiyle elimi yana uzatınca yarım bir çerçeveye dokundum. Gelgelelim çerçeve olması gereken yerde değil, yatmakta olduğum kanepenin üzerinde duruyordu ama yarısı yoktu ve penceredeki yeri de doğal olarak boştu. Ezan sesinin neden bu kadar yüksek geldiği de böylece anlaşılıyordu. Oysa gerçeğe dönebilmem için bir kez daha uyanmam gerekiyordu. Tamamen uyandığımda sokaktan gelen bir köpek havlamasından başka bir ses duyulmuyordu.
Ayağa kalkıp biraz yemek yedikten sonra yine uzandım ama bu kez yatarak da olsa bir şeyler yapmalıydım, örneğin birkaç gün önce başlamış olduğum kitabı okuyabilirdim. Bir süre bunları düşünürken telefonum çalmaya başladı. Arayan çok yakınlarda oturan bir arkadaşımdı ve beni bir buçuk saat sonra başlayacak olan tiyatroya davet ediyordu; hem de on dakika içinde hazır olmamı istiyordu. Önce nazlandım, baş ağrımı falan bahane ettim. Ne var ki arkadaşım benim söylediklerimi pek geçerli bulmuyor ve bu daveti elinden geldiğince çekici hale getiriyordu. Sonunda ben de pes ettim ve arkadaşımdan bir beş dakika daha istedim. Anlaşma sağlanınca telefonu kapadık. İlk iş olarak bir ağrı kesici yuttum ve hazırlandım. On dakika içinde buluşma yerindeydim.
Baş ağrıları, mide bulantıları, saçma sapan görülen düşler ve sonunda tiyatrodaydık işte. Bu tiyatronun özel bir yanı vardı. Bazı engelli sorunlarının göz önüne serildiği daha doğrusu gözlere sokulduğu bir oyunu, çeşitli engelli grubundan kişilerin oynamış olmalarıydı.
İzleyiciler arasında, huzurevinden gelenler de vardı. Dahası, bu oyunu yazan, huzurevinde yaşamakta olan yazar bir arkadaşımın öğrencisiydi. Ben de bunu orada karşılaştığım arkadaşımdan öğrenmiştim. Onunla karşılaşmak da bana sürpriz olmuştu. Çünkü geleceğinden habersizdim. Gerçi kendi gideceğimden de haberim yoktu ya! Her neyse, iyi ki de gitmişim, iyi ki bu oyunu izlemişim. Oyunun yazarı görme engellilere karşı yanlış yaklaşımları iyi yakalamıştı. Bunları düşünürken görme engelli biri olarak bana ya da diğer arkadaşlara karşı yapılan yanlış tutumlar, yanlış yönlendirmeler geldi aklıma. Örneğin, kaldırımlarda yürürken arkamızdan, ‘düz git, düz git,’ diyenleri, sol yerine ‘sağa git, ’ sağ yerine de ‘sola git,’ diye bağıranları; sonra da bu yanlış yönlendirmeler sonunda çarpmaları, düşmeleri düşünüyorum ürpertiyle. Sessizce gelip kolumuza girenleri, bastonumuzun ucundan tutup karşıdan karşıya geçirmek isteyenleri saymıyorum bile. Kaldırımlara, dahası sarı çizgilerin üzerine sıralanmış motosikletlerin, çeşitli eşyaların sözünü bile etmiyorum. Vereceğim örnekler saymakla bitmez ya; en iyisi yine tiyatroya dönmek.
Orada başka karşılaştığım arkadaşlar da vardı. Bunlar, sıcak, içten karşılaşmalardı. Bütün bu güzellikler yaşanınca ne baş ağrısı ne de hastalık kalmıştı.
Bu tür anlamlı etkinliklerin çoğalması dileklerimle.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.