Şule: Dergimizin sevgili takipçileri yine Neval Oğan Balkız’la birlikteyiz. Birçok konuyu konuşacağımızı söylemiştik. Bu konulardan bir tanesi de bizim sarılmamış yaramız olan deprem meselesi. Kendisi deprem sürecini yaşayanlardan biri. Hataylı olduğunu biliyoruz. Hala çalışmaları devam ediyor. Onun için sözü Neval Hanım’a bırakıyorum ben.
Neval: Teşekkür ediyorum. Depremi konuşmak öyle zor ki öncelikle Hatay ve diğer on ilde 6 Şubat ve 20 Şubat 2023 tarihlerinde yaşanan o korkunç felaketin ardından insanlar bugüne kadar biriktirdikleri ve kendilerini var ettikleri yaşam olanaklarının hepsini kaybettiler. Bu kayıp sadece maddi değil, en ağırı manevi olarak oradaki insanları, kuşakları etkileyecek, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir travmaya dönüştü. Deprem hiç şüphesiz ki bir doğa olayı ancak içinde bulunduğumuz toplumun, iktidarın ve onun beslediği yerellerdeki çıkar gruplarının, görevlerini yapmayan idari sorumluların kusur ve ihmalleriyle bugüne kadar yapmaları gerekenleri yapmayarak afet yönetiminde afet hukukunun gerektirdiği önlemleri almayarak büyük bir insani felakete dönüştürdükleri bir olay. Yani deprem jeolojik olarak bir doğa olayı ancak orada yaşayan insanlar için, yöneticilerin ve sorumluluğu olan kişilerin kasta varan ihmalleriyle felakete, onların onulmaz acılar çekmesine neden olan bir yıkıma dönüştü. Resmi rakamlara göre bu depremde 50.000 kişi hayatını kaybetti ancak gerçek rakamların, 300.000 civarında olduğunu biz biliyoruz. Bilim insanları, kamuoyu bunu biliyor. Yalnız Hatay'da 30-35.000 kişiye yakın insan, 297.000 konut yok oldu. Başta Hatay olmak üzere, Adıyaman, Malatya, Gaziantep, Kilis, Osmaniye, Adana gibi kentlerimiz etkilendi. Onlarca, yüzlerce, binlerce, 10binlerce insanın, şehirlerin alt ve üst yapılarının, bir daha hiçbir şekilde kültürel dokuyla, hafızalarıyla, sevdikleriyle geçmişte yaşamış oldukları anılarına bir daha kavuşamayacakları, onları yeniden kurma şanslarının olmayacağı, o kayıp duygusunun hayatları boyunca kendileriyle birlikte olacağını, büyük bir boşluk yaratan bir yaşam içerisinde hayatlarını yeniden kurmaya çalışıyorlar. Çok büyük acılar yaşanıyor. Bu acılar sadece ekonomik, sosyal, yaşamsal acılar değil. Öncelikle, deprem bölgesindeki insanlar sadece yaşam alanlarını kaybetmekle kalmadılar, gelecek ütopyalarını da kaybettiler. İnsanlar depremden sonra devleti yanlarında görmediler. Bundan sorumlu olan kamu otoriteleri, merkezi ve yerel idareler yani bakanlıktan tutun, AFAD, Kızılay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına, yereldeki belediyelere kadar o insanların yanında olmadılar. Biz Hatay'da 4 gün karanlıkta, yağmur altında, susuz, aç, sahipsiz… O yıkıntılar altından canhıraş bir şekilde yakınlarını arayarak “bizi kurtarın!” sesleri arasında kendi yakınlarımızı aradık. İnsanların kendi çocuklarını, eşlerini, tanıdıklarını, sevdiklerini nasıl aradıklarına tanık olduk. Kendi elleriyle o yıkıntılar altından kendi sevdiklerini kurtarmaya çalışmalarını izledik
Biz kendi yaşadığımız şokun, sevdiklerimizi kaybetmiş olmanın travmasını henüz atlatmadan, şehirlerin talan edildiğine tanık olduk ve biz kendi kendimize şunu sorduk: ‘Depremin üzerinden Bir buçuk yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına karşın deprem bölgelerinde insanların hala barınma hakkı neden yerine getirilmedi?’ İnsanlar hala konteyner denilen konserve kutularına benzer, hiçbir şekilde sağlıklı olarak yaşamlarını sürdüremeyecekleri koşullarda ,tıka basa, gettolaşmış, felaket koşulları içerisinde yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. İnsanlar halen temiz suya ulaşamıyor, halen güvenli okullarda çocuklarını okutma haklarına sahip değiller. Oradaki kamu binalarının, okulların, aile sağlığı merkezlerinin hiçbiri güvenli değil. Doktorlar, öğretmenler çok zor koşullar altında görev yapıyor. Her yağmurda o konteynerlari su basıyor, insanların beslenme, barınma, sağlığa erişme, çocuklarının eğitim, yaşamlarını sağlıklı sürdürme hakları yerine getirilmiş değil. Halen Hatay'da 7.400 çadırda yaşamaya çalışıyorlar. Bugün Hatay 200.000-300.000 konteyner kentle adeta bir konteyner şehre dönüşmüş durumda. İnsanların hijyen koşullarında, temiz bir ortamda ne banyo ne yaşam ne bir tuvalete gidebilme imkânları var ama bugün AKP yönetimi orayı hala büyük bir rant alanı olarak kendi yandaşlarına ihalelerle para kazandırma aracı ve ortamı olarak görüyor. Bugüne kadar yapılan belediyecilik de zaten sadece kentleri rant alanları yaratma, bölüştürme ve bölüştürdükleri rantlar üzerinden kendi yönetimlerini sürdürme araçları olarak gördü. İnsanların kendi kentlerinde, yaşam haklarını, beslenme haklarını, temiz bir çevrede temiz bir hava alarak belediyenin sağladığı müreffeh bir şekilde altyapısıyla, parklarıyla, ulaşımıyla, pazarlarıyla, sanatlarıyla, kültürleriyle bir şehir içerisinde yaşama haklarını, sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürme haklarını asla gözetmediler. Depremin yıkımının nedeni bugüne kadarki merkez yönetiminin ve yerel yönetimlerin kusurlarıdır. Hatay'dan bir örnek vereyim size, Hatay kadim tarihinde milattan sonra 115 yılından başlamak üzere 8 kez depremlerde yıkılmış, yok olmuş bir kent. Biliyorsunuz ki Türkiye deprem kuşaklarının en büyüklerinden biri, kuzey Anadolu fay hattıdır. Karadeniz'den geçer, İstanbul'da son bulur ki, İstanbul'u da büyük bir tehlike beklemektedir. İzmir'i, Muğla'yı da aynı tehlike beklemektedir. Son olarak biliyorsunuz Tokat'ta 5,6, 5,4 büyüklüğünde bir deprem oldu. Malatya sürekli sallanmakta, bilim insanları, jeologlar, deprem bilimcileri türkiye'yi sürekli uyarmaktalar. ‘En yaşamsal konu deprem,’ diyorlar ki doğrudur. Bu kadar yaşanan acı tecrübeye karşı halen önlem alınmamaktadır, halen önceliğimiz deprem olmuyor, ne yazık ki halen yaşanmışlıktan ders almış değiliz. Halen öyle bir şehircilik, planlama, belediyecilik anlayışına sahip değiliz ve gelecek kuşaklar, değişik şehirlerde aynı acıları yaşayacaklar. Çok üzülerek söylüyoruz, bu bilimsel bir gerçeklik. Düşününüz ki Hatay kadim tarihinde 8 kez yıkılmış; M.S. 115’te, 528’de, 1.876’da olmuş. Süregelen, deprem yıkımlarını yaşayan bir kent. Bu kentin 14 yıl belediye başkanlığını yapan kişilerin ya da bakanlığın, 2021’de il risk azaltma planı AFAD kapsamında Türkiye'de şehirlerin afetlere maruz kalma olanağını ve riskini anlatan raporlardır ve her kent için bir il risk azaltma planı düzenlenir. Keza Hatay için de 2021 yılında en son bir risk azaltma planı açıklanmıştı. O planda, böyle bir depremin yaşanacağı, felaketin boyutlarının ne olacağı, kaç insanın öleceği çok yakın bir şekilde tahmin edilmiş olmakla birlikte, devletin önlem alma yükümlülüğünün açıklanmış, alınması gereken tedbirlerin tek tek sayılmış olmasına karşın, ne yazık ki, ne belediye, ne merkezi yönetim bu yönde hiçbir önlem almamıştır. Bir afet yönetimi planı oluşturmadığı ve gerekli koordinasyonları sağlamadığı için de Hatay'da ve diğer illerde yaşanan deprem bir kuşağın maddi, manevi yok olmasına neden olmuştur. Bir kent yok olmuştur. Deprem insan haklarının top yekûn ihlalidir. Deprem bölgesinde yaşayan insanlar, deprem sonrasında yaşam hakkına sahip değiller. Yaşam hakkının korunması sorumluluğu yerine getirilmemiştir. Eğitim, sağlık, çalışma, sağlıklı çevrede yaşama, barınma, sağlıklı gıdaya ulaşma, çocuklarını güvenli yerlerde okutma, eğitim hakkına ulaşma… ve onun da ötesinde şu anda Hatay örneğini söyleyebilirim ki Gelecek öngörüsünü kaybetmiş bir topluluk halinde yaşıyor insanlar hala orada. İnsanlar nasıl bir yerde, nasıl bir kent planı içerisinde, nerede barınacaklarına, mevcut mülkiyet haklarının nasıl korunacağına, barınma haklarının nasıl sağlanacağına, güvenli bir ulaşımdan hırsızlara karşı kendi yaşamlarını nasıl savunacaklarına dair hiçbir öngörüye, olanağa sahip değiller. Depremin üzerinden bir buçuk yıl geçmiş olmasına karşın halen çok sistematik bir şekilde yağma olayları devam etmekte. İnsanlar çadırlarda ve konteynırlarda kendi yaşam güvenlikleri sağlanmamış şekilde tedirginlikle yaşamayı sürdürüyorlar. Günlük yaşam içerisinde doğal olarak bir insanın yaşamsal düzenini yani biyolojik, fizyolojik ve moral yönlerinin ki biz birer biyolojik yaratığız ve insan olarak gelişebilmek için bu 3 yönümüzle gelişmek, varlığımızı sürdürmek durumundayız ancak varlıksal koşullara sahip olmayan bir deprem kuşağı yaratıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ya da hükümet, devleti ayrı tutuyorum, Hükümet belediye seçimlerini kazandıktan sonraki Hatay’ı şu anda AKP almıştır. Seçimlerden 3 hafta önce Hatay'a gelen partili Cumhurbaşkanı demişti ki; ‘siz Hataylılar, garip kaldınız, mazlum kaldınız. Siz bize oy verin. Belediyeyi bize verin. Belediyeyle merkezi yapı paralel çalışırsa sizin sorunlarınızı çözeriz.’ Yani, Hatay'a şantaj yaptı dedi ki “Ey Hataylılar, bu koşulların değişmesini istiyorsanız AKP’ye oy verin. AKP ye oy vermediğiniz için de siz mazlum kaldınız.”
Halkı bu şekilde ayrıştıran, halk arasında bizden olanlar ya da bizden olmayanlar şeklinde ayrım yaparak kendisine oy vermeyeni cezalandıran bir siyasal mantık ile deprem bölgelerinin sorunlarını çözeceklerine çok ihtimal verdiklerini sanmıyorum. Ama ben insani duyarlılıktan, oradaki sivil kitle örgütlerinden, halkın dayanışma biçimlerine kadar, halkın kendi taleplerine, kendi yaşamına sahip çıkacağına, bunun takipçisi olacağına inanıyorum. Deprem bölgelerinde çok yönlü bir şekilde sivil kitle örgütleri, demokratik kitle örgütleri, sendikalar ciddi bir çalışma içindeler. Çok ciddi bir halk dayanışması örgütlediler. Deprem sonrasında halkın yanında oldular ve halk ayakta kalabildiyse emin olun bu şekilde sivil kitle örgütlerinin çok büyük desteğiyle ayakta kalabildi. Bu konuda kadın örgütleri de çok güçlüydü ve alandaydı. Onu da belirtmek gerekir.
Şule: Neval Hanım siz sık sık Hatay'a gidiyorsunuz ve bu çalışmalara eşlik ediyorsunuz. Neler yapıyorsunuz? Biraz da onu somut olarak anlatırsanız belki izleyicilerimiz daha da çok yararlanabilirler.
Neval: Kent tamamıyla yok oldu. Kentin binaları, sokakları, altyapısı, üstyapısındaki tüm yaratmış olduğu tarihsel, sosyal, ekonomik, varlıksal doku tamamıyla yok oldu ve oradaki eğitilmiş insan kuşağını da kaybettik. Biz örneğin doksan avukat arkadaşımızı kaybettik, seksene yakın doktorumuz yok oldu, Toprağa karıştı. Buna benzer yetişmiş insan gücünün, yaratılmış ekonomik zenginliğin yok olduğu, tarım alanlarıyla, işletmeleriyle büyük bir ekonomik yıkımın olduğu bir yerde deprem sonrasındaki halkın çok ciddi bir travma içerisinde, çok büyük bir stres altında çok ciddi bir belirsizlik; yaşamdan kopma sonrasında, kendini yeniden var etme gücüne kavuşma sorunu yaşadığını tahmin edersiniz. Biz ne yaptık? Depremden hemen sonra 6 ve 20 Şubat depremleri arasındaki o tarihte; ilk 4 gün Devlet ve belediye de yanımızda değildi. Alanda hiç kimseyi görmedik. Alanda sadece yıkımlar altında kalan insanlar, korkunç bir soğuk, elektriklerin, suların olmadığı, internet şebekelerinin yok olduğu, şu bir bardak suyu bile bulamayacak bir ortamda olan, canhıraş bir şekilde yakınlarını bulmaya, yıkıntılar altından kendi sevdiklerini kurtarmaya çalışan insanların büyük bir travması. Bir savaş sonrası görünümünde bir ortamda kaldı insanlar. Biz Depremden yaklaşık bir hafta sonra. Çadırların kurulmasını sağladık. Çadır temini için öncelikle toplu olarak yağmurdan korunabilecek alanların sağlanması için büyük bir Koordinasyon Merkezi oluşturduk. Her 3 mahallede bir mahallenin ihtiyaçlarını giderebilecek koordinasyon merkezlerini harekete geçirdik. Oradaki arkadaşlarımızla görev bölüşümü yaptık. Yoğun kayıpların yaşandığı merkezlerde, kayıp bildirim listelerinin oluşmasını sağladık. İnsanların çadırda sıcak bir çorbaya ulaşabilme olanağını sağladık. Yemek koordinasyonunu var olan olanaklarla insanların arasındaki dayanışmayla, birbiriyle paylaşmanın gücünü yaratmaya çalıştık. Önceliğimiz, ihtiyacı olan insanlara sağlıklı bir şekilde çadır temin etmek üzerine kuruluydu. Bunu Afad'la birlikte yapmaya çalıştık ama AFAD koordinasyonu o kadar yetersizdi ki bunu daha çok sivil kitle örgütleri, mahalle dernekleri, mahalle muhtarlarıyla birlikte yaptık.
Birincisi çadır teminiydi. İkincisi, kayıp yakınlarının bildirimleriyle kayıp listelerinin oluşturulmasıydı. Arkasından yemek dağıtımlarının yapılması, bu yemek dağıtımları sırasında öncelikle çocuklu annelerin, engellilerin ve yaşlıların bakımının sağlanacağı sağlıklı çadır alanlarının yaratılmasıydı. Sistematik olarak biz bunları önceledik. Daha sonra elde edebildiğimiz olanaklarla konteynerlara yerleştirmeye çalıştık insanları. Konteynerlar gelmeye başladığı zaman bunların taleplerinin, bunların sağlanmasının takipçisi olduk. Enkaz altında kalan ve kayıp olduğu bildirilen kişilerin listelerini, kimlik bilgilerini sağlıklı olarak elde etmeye çalıştık ve bunu yereldeki merkezi otoriteye, valilik ve kaymakamlıklara bildirmeye çalıştık. Sağlıklı bir şekilde 3 öğün yemek verilmesini sağladık ki burada İstanbul, İzmir, Mersin, Muğla Belediyeleri gerçekten yerelde çok iyi bir organizasyonla çok güzel yemekhane merkezleri kurdu o insanlara. Yemeklerin dağıtılması anlamında görevli arkadaşlarımızı oraya yönlendirdik. Oraya gelip yemek alabilecek durumda olmayanların bulundukları yere yemekleri ulaştırmak için koordinasyonlar oluşturduk. Özellikle gebe ve 06 yaş grubunda çocukları olan annelerin çadırlarda kalmasını, temiz suların oraya ulaşmasını, temiz suların herkese eşit şekilde dağıtılmasını sağlamaya çalıştık. Bunların bildirimlerini yapmaya çalıştık. En önemli sorun, depremden 4 saat sonra çok ciddi bir şekilde şehrin yağmalanmaya başlamasıydı. Hırsızlık olayları o kadar sistematik bir şekilde arttı ki, insanların can ve mal güvenliği zaten yoktu, o koşullarda ama çok daha sistematik bir şekilde yıkılmış olan evlere hırsızların dadandığı, sistematik hırsızlık olaylarının yaşanmaya başladığı, evdeki elektrik tablolarının dahil çalınmaya başlandığı bir yağma ve talan dönemi başladı. Çok korkunçtu. Bunların takibini sağlamak için mahalle örgütlenmelerini, mahallenin kendi gençlerinin örgütlenerek bu olayları takip etmesini sağladık. Bunlara eş zamanlı olarak yıkılan yerlerden hukukî davalarda kullanacağımız delilleri toplamak için örnek alımlarına başladık. Bunu koordine ettik. Hatay Barosunda ki arkadaşlarımızla birlikte çok yönlü olarak hukuksal anlamda bir örgütlenme yaptık, hukuk dillerini oluşturduk. Aynı şekilde yaşamsal bir örgütlenme yaptık. Beslenme ve sürdürülebilir gıda temini için oradaki insanlara temiz suyum, yiyeceklerin sağlanması, battaniye ve çadır dağıtımının sağlıklı yapılabilmesi için örgütlenmeler kurduk. Gelen yardımları oraya kanalize ettik. Gelen yardımların heba olmaması, adil bir şekilde dağıtılması, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için organizasyonlar kurduk, insanları çadırlara naklettik. İnsanların kayıp bildirimlerini listelemeye çalıştık. Kimlik bilgilerini sağlıklı tutmaya çalıştık.
Ne yazık ki bugün yok olan tarihsel kadim, birikimli bir kent yaşamının yok olmasıyla değil, gerçekten o kentin tarih boyunca getirdiği sosyal ilişkileriyle, anılarıyla, kültürüyle, yaşam zenginliğiyle yok olmasıyla karşı karşıya kaldık. Hatay kadim kimliğiyle yok oldu. Sadece Hatay değil eminim diğer yerlerde de aynı şekilde yaşandı ama şu anda hala insanlar orada kayıplarını arıyorlar ve halen devlet bunlara karşı bir girişimde bulunmuş değil. Halen Türkiye Büyük Millet meclisi buna ilişkin bir meclis araştırma komisyonu kurmuş değil ve halen o insanların acılarını dindirecek bir sistematik planlama, bir program yapmış değil.
Bunun ötesinde bu kadar büyük yıkıma uğramış kentlerde devlet halen mücbir sebep dediğimiz; o insanların işletmeleriyle, ekonomisiyle, esnafıyla, ticaretiyle SSK ve vergi borçlarını ödemek yönünde bir kolaylık sağlamak, bu borçları 2 sene 3 sene ertelemek, hatta bu borçları silmek anlamında onları yeniden eski çalışma koşullarına, kendi işletmelerini yeniden kurma, ekonomik faaliyetlerini sürdürme ve onları teşvik etme yönünde desteklemek yerine onların şu anda sanki hiçbir şey olmamış gibi vergilerini, SSK primlerini, borçlarını ödemelerini istiyor. Depremzedeye bunu reva görürken kendi yandaşlarına, o beşli çeteler diye anılan kesimlere devlet hazinesinden bol bol krediler dağıtırken, onlara yap işlet devret anlamında, tüm emekleri bu ülke halkının yarattığı tüm parasal değerleri kendi yandaşlarına aktarırken onlara peşkeş çekerken onların vergilerini silerken onlara muafiyet getirirken 11 ilde bu ülkenin en büyük gelirini sağlayan kesime; işverenlerine, sanayicisine, tarımcısına, esnafına maalesef bu kolaylığı sağlamıyor. Devlet maalesef yıkımlar altında halen kendisini ayakta tutmaya çalışan emekçilere bir vergi erteleme, bir SSK primini erteleme, hatta borçları silme, yeniden teşvikler sağlama, faizsiz kredi verme ve fon sağlama, bedelsiz fon, teşvikler sağlama yönünde bir program yapmış değil. Böyle bir kolaylık sağlamış değil. Bu da mağduriyetin çok daha büyük bir bölümünü oluşturuyor ne yazık ki.
Şule: Paylaşımlarınızdan aklıma takılan bir soru daha var. Hiç kuşkusuz sivil toplum örgütleriyle bayağı güçleniyorsunuz, enerji kazanıyorsunuz ama bir yanıyla da bireysel olarak bunlarla mücadele etmek, hele hele Hataylı biri olarak kayıplarını arayan birey olarak çeşitli sıkıntılar yaşıyorsunuz. Bireysel boyutlarıyla paylaşabilir misiniz? Yani nasıl bir baş etme mekanizması gelişiyor? Duygusal olarak insanın zaman zaman çok ağladığı, öfkelendiği anlar oluyordur mutlaka. Birazcık da bu süreçleri paylaşarak sonlandıralım isterseniz.
Neval: Her acının bireysel bir yönü, gir de toplumsal yönü var. Bireysel yönüyle bunlarla baş etmek inanın çok zor. Tek tek bu travmaları atlatmak anlamında her birimizin kendi iç dünyasını yeniden yapılandırması, yeniden ayağa kalkması, hayata tutunması, geçmiş acıları aşmak anlamında çabalarımız çok yoğundu. Bu travma unutulabilir mi? Asla unutamazsınız o travmayı. O travmayı kabullenerek yaşamayı öğreniyorsunuz, başka bir yolunuz yok. Ya yaşamı devam ettireceksiniz, ayakta kalacaksınız ya da o travmanın altında ezileceksiniz ve yok olacaksınız. Bizler, toplumsal sorumluluk duyan, bilimsel ve bireysel direnci olan insanlar, yaşamı yeniden kurma iradesini göstermek zorundayız. Biz kendimizi buna ikna ediyoruz. Travmamızla kendi kendimizi sağaltıyoruz ve inanın şunu söyleyebilirim, depremi yaşayan insanlar olarak biz yan yana durduğumuzda birbirimizin acısını alıyoruz. Hani derler ya ‘İnsanın acısını insan alır,’ Yaşar Kemal öyle demişti Birbirimizin acısını almayı, birbirimizin ruhunu iyileştirmeyi öğrendik. Bizi acı ortaklaştırdı. Ayrıca Hatay halkı diğer kentlerden farklı olarak ortak kadim bil geleneğin, kültürün, beraber gülmenin, beraber ağlamanın direncini çok iyi deneyimleyen bir halk. Biz bu konuda güçlüyüz. Hatay halkı birbiriyle dayanışmayı, birbirini sevmeyi, birbirini kabullenmeyi çok sever. Çünkü biz çok dilli, çok dinli, çok farklı etnisitelerden bir araya gelmiş bir halkız. Hatay'da Arap sünniler, Arap aleviler, Türkler ,çerkezler, Ermeniler, Yahudiler var. Katolik ve Ortodoks Hristiyanlar var. Biz tüm dilleri, tüm etnisiteleri isterleştirmiş, her birimizin bir kültür değerini, diğerinin de kültür değeri kabul etmiş, birbiriyle kaynaşmış, birbirinin acısını ve sevincini paylaşmayı öğrenmiş bir halkız. Hatay'da biz birbirimizin acısını iyileştirmeyi biliyoruz şu anda. Hatta Deprem sonrasında gitmiş insanların yüzde sekseni Hatay’a döndü. Hatay'da sağlam hiçbir bina yok hemen hemen ama biz bir arada konteyner'da birlikte yaşamayı tercih ediyoruz. Başka kentlerde olmaktansa orada olmak bize iyi geliyor. Daha çabuk iyileşiyoruz. Dolayısıyla biz kişisel olarak kendi kendimizi ayakta tutuyoruz. Hatay sevgisi, yaşama yeniden başlama direnci bizi ayakta tutuyor. Toplumun bir parçası olarak tüm Türkiye halkıyla birlikte şuna inanıyoruz; deprem Türkiye'nin bir gerçeği bugün Hatay ve 11 kent yıkıldı, diliyoruz ve umuyoruz ki aynı şey İstanbul'da, İzmir'de, Muğla'da, Denizli'de, Antalya'da yaşanmaz. Ama biz biliyoruz ki Türkiye'nin gerçeği bu ve bilim insanlarının dediği gibi yarın Malatya'da, öbür gün maalesef Bingöl Karlıova’da Doğu Anadolu fay hattının sonları kırılacaktır. Keza İstanbul'da kuzey Anadolu deprem fay hattının zomları kırılacaktır. Keza İzmir'de maalesef çok yoğun bir deprem tehlikesi var. Biz hep beraber merkezi ve yerel idarelere şunu söyleyeceğiz, deprem dirençli kentler istiyoruz, afete dirençli bir toplumu örgütlemek zorundayız. Biz afetlerle baş edecek önlemlerin alınmasını, insanların ölmeyecekleri kentlerin inşa edilmesini, ruhsata aykırı binalara izin verilmesinin engellenmesini, mikro bölgeleme dediğimiz sismik araştırmaların yapılarak kentlerin kurulmasını müteahhitlerin denetlenmesini, yapı denetim şirketlerinin bağımsız olmasını, inşaat Mühendisleri Odası’nın, Mimarlar odasının bu süreçte yetkili olmasını, üniversitelerin koyduğu raporların alınacak önlemlerin tek tek yerine getirilmesini, kentlerin, insanların mutlu bir şekilde yaşayacakları alanlar olarak inşa edilmesini istiyoruz. Müteahhitlerin ve oradan para, rant bekleyen müteahhit devletlerin, müteahhit rant üyelerinin kurbanı olmak istemiyoruz. Bu ülkede ölmeden, kuşaklar boyu güvenle içinde yaşayacağımız kentlerin kurulmasını istiyoruz. Rantçı belediyeciliğe hayır denmesini istiyoruz. Biz bunun takipçisi olacağız. Biz afete dirençli bir toplum olarak örgütlenmeyi öğrenirsek, depremlerde de övmemeyi öğrenmiş olacağız, tıpkı Japonya, Tayland gibi diğer ülkelerin öğrenmiş olduğu gibi.
Şule: Sevgili Umudun Kadınları izleyicilerimiz Neval Hanım'la çok güzel bir söyleşi gerçekleştirdik yine bir BİSET. (Bilim Sanat ve Eğitim) Derneğinde. Neval hanımın bayağı duygusallaştığını ses tonundan anladım. Epeyce rahatladığını da düşünüyorum. Bizi hem duygusallaştırdı hem de rahatlattı. Bu ikisini bir arada nasıl bize yaşattı onu da artık siz bu söyleşiyi izlerken daha iyi değerlendireceksiniz. Biz televizyonlarda ya da sosyal medyada izlediğiniz deprem konularını duygusallaştıran, onların daha çok acılarını ortaya çıkaran bir söyleşi yapmak istemedik. Ne yapılması gerektiğini, neler yaşandığını anlatan, duyguların ve mantığın bir arada olduğu düşünceler paylaştı bizimle neval hanım. Çok teşekkür ediyoruz. Başka söyleşilerde yine Neval Hanım'la farklı konularda sizlerle birlikte olacağız.
20 Nisan 2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.