Kendi özgürlüğünüzle, kendi seçimlerinizle yaşamak istediğiniz vakit şu durum kaçınılmaz bir son oluyor... Sürekli bir direnme ve ayakta kalma çabası...
Bu topraklarda bir kadının kendi varlığını yaşaması zor zanaat.
Bunu boşanma davası 4 yıl sürmüş bir kadın olarak söylüyorum. Bırakınız sonrasını, dava sürecinde dahi kadının nasıl geçineceği düşünülmeyen, nasıl bir psikolojide olacağına hiç aldırış edilmeyen bir ülke ne yazık ki bu ülke...
Velhasıl buralarda hala KADININ ADI YOK...
Bırakınız ezilsinler, bırakınız sussunlar prensibi, hala yükselen değer bu topraklarda...
Evlilik birliğinin bozulmasına sebep olan şahıs için, mahkeme kayıtlarında iri puntolarla, "AĞIR KUSURLU " kaydı geçilmesine rağmen, o şahıs pişkin pişkin hayatına devam eder.
Kadın ise sil baştan, sıfırdan başlamak durumundadır. "Bunca yıllık karım" diye bir zamanlar kolunda gezdirdiği kadın, birdenbire azılı düşmanı oluverir karşı tarafın.
"Dizini kırıp otursaymış ya, neyi eksikmiş ki" diye de kendini haklı çıkarmaya çalışır.
Oysa kadın sadece mutlu olmadığı, kendini iyi hissetmediği, anlaşılmadığı, değersizleştirildiği yerden gitmek istemiştir ki bu en insani hakkıdır.
Yoksa aklını peynir ekmekle yememiştir. Hangi kadın büyük bir hevesle kurduğu evini, çiçeklerini, balkonunu, mutfağını bırakıp gitmek ister ki? Ama ne yazık ki buralarda bunu anlayan hala yoktur...
En yakın arkadaşınız bile size "Geri dönme ihtimalin yok mu, affetsen." diye sorabilir mesela... Oysa kalbinizdeki cam kırıkları sizi hala içten içe kanatırken, canınızı bir kez daha yakar bu teklif...
KADININ TESLİMİYETİ esastır ne de olsa... Çünkü o kadın için başka kurtuluş yolu yoktur. Öyle öğretilmiştir. Belki de çoğumuzun kodlarında aynı dürtü vardır. Koşulsuz teslimiyet hali... Birey olarak varlığımızın saygısızca örselendiği, değersizleştirildiği evlerde yaşama çabası...
"Asi olmayacaksın. Susmasını bileceksin. Kocan sinirlendiğinde yan odaya geçip, susup bekleyeceksin... "
Hepimiz için ne kadar tanıdık değil mi bu öğretiler???...
İçimizden avaz avaz bağırmak gelirken susmamız salık verilmiş.
Annemin bile boşanırken bana “Keşke biraz sussaydın kızım." dediğini hiç unutmuyorum mesela... Ne de olsa onlar suskunluk çağının kuşağı idi, nasıl kızabilirim ki?...
Bu suskunluk çağı bitmeli artık içimizde. Biz kadınlar bağıra çağıra korumalıyız haklarımızı.
Ağız dolusu kahkahalar atmalıyız. Şarkılar söylemeliyiz yüksek sesle. Kırmızı rujlar sürmeliyiz. Boşanmış kadın olmamıza rağmen rakı kadehlerimizi kendi şerefimize kaldırmalıyız. Ayrıca rakı içmek de en çok kadına yakışır aslında. Erkek içkisi olarak yaftalanması abesle iştigaldir. Çünkü rakı inceliklerin içkisidir.
Yaşadığımız tüm acılara rağmen sevda türküleri söylemeliyiz biz. Her şeye rağmen savurmalıyız saçlarımızı. Ağız dolusu gülmeliyiz artık.
Hayat bu kadar güzel duyguyu taşırken, karanlıklara gömülüp, bile bile kendi mezarımızı kazmak ne acı...
Velhasıl bu çukurdan çıkabilmek yürek istiyor. Evet, zorlu bir süreç bekliyor o savaşçı kadını ama en azından sabahları mutlu uyanma hakkını veriyor kendisine...
Zaman zaman yoruluyor, isyan ediyor, çaresiz hissediyor, hatta bazıları tekrar dönüyor o sessiz hapishanesine... Günün sonunda mücadele edenler kazanıyor.
Evet, bu ülkede kadın olmak, bu ülkede boşanmak, bu ülkede kendi varlığını korumak çok zor zanaat...
Ne sistem ne yasalar ne sosyal hayat kadına destek veriyor. Aksine ötekileştiriyor, kafasını kopartmaya çalışıyor.
Ama vazgeçmeyin KIZ KARDEŞLERİM... Bizi ancak biz kurtarabiliriz.
Bizim biricik hayatımız, hiç kimsenin komutasında olmamalı...
Ferah nefesler alacağımız, ağız dolusu güleceğimiz günler en doğal hakkımız. Varsın bir şeyler eksik kalsın, varsın eski konfor alanlarımız olmasın, varsın hep mücadele olsun...
Siz bu sabah nasıl uyandınız o küçük, güzel evinizde, bana ondan bahsediniz...
Velhasıl, BOŞANMA DAVASI, kadının VAROLUŞ davasıdır. "Ben de varım" dediği, kendi varlığını ispatladığı davadır.
Başkaldırmanın, direnmenin, sorgulamaların, yeni ve daha güzel bir hayat olacağına dair yaşama sevincinin davasıdır.
Susmadan, sinmeden, razı olmadan, kişiliğini kaybetmeden yaşamanın davasıdır bu.
Belki sular durulmayacak, belki hep bir mücadele hali devam edecek ama bileceksin ki, bu senin VAROLUŞ MÜCADELEN...
Bir gün boşa kürek çekmediğini göreceksin.
Yolun, huzurlu mavi bir koya çıkacak.
Yüzünü güneşe dönüp öylece duracaksın ki durmayı en çok özlediğin anda olduğunu düşüneceksin.
Ve bundan sonra orada şiirden, sanattan, yazacağın yeni kitabın satırlarından ya da ne bileyim fasulyenin neden bir türlü pişip pişmediğinden, yani iyi şeylerden bahsedeceksin. İşte o an İYİ Kİ dediğin yerde olacaksın.
Yol uzun, meşakkatli belki ama sonu çok güzel kız kardeşim...
Dedim ya bu ülkeyi kadın gülüşleri kurtaracak... Hem de bu en güzelinden olacak.
Sahi siz bu sabah nasıl uyandınız???...
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.