sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Konuğun fotoğrafı. Solda beyaz dolap, arkada diploma çerçevesi, siyah koltukta konuk oturuyor. Saçları kahverengi tepeden topuz yapılmış, gözünde siyah çerçeveli gözlük, ekrana bakıyor, konuşur vaziyette ağzı açık.
SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ

Şule: Sevgili Umudun Kadınları dinleyenlerimiz,
Yine Özlem Ayata’yla birlikte ‘Hak mı Hukuk mu Lütuf mu’ köşesindeyiz. Bugün sizlerle deprem bölgesindeki hukuksal süreçlerden söz edeceğiz. Hoş geldin Özlem.
Özlem: Hoş bulduk, teşekkür ederim.
Şule: Evet, sen istersen deprem sürecindeki hukuki süreçlerden bir başla.
Özlem: Dünya çok acı. Hepimiz çok üzüldük. Coğrafyamızın yakın tarihte gördüğü en büyük felaket. Çok büyük bir bölgeyi etkiledi: Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Akdeniz, İç Anadolu Bölgesi’ne varana kadar etkiledi. Burada 11 il çok ağır hasar gördü hatta yurt dışında Suriye, Filistin, İsrail, Mısır’da bile hissedilen bir deprem yaşandı ve Suriye ve Lübnan’da da ciddi yıkım ve can kaydı oluştu. Evet, bu coğrafyamızda yakın tarihte yaşanan en büyük doğal afet ama felakete dönüşmesi insan eliyle söz konusu oldu. Aslında, bu kadar büyük doğal afet başka ülkelerde de oluyor. Japonya örneği çok sık veriliyor ve orada da daha büyük, şiddetli depremler olmasına rağmen, bugün felakete dönüşmüyor, neden acaba? Bir felakete dönüşmemesini beklememiz, istemememiz bir hak mı? Bunlardan biraz bahsedelim ama şöyle bir çerçeve çizmek istiyorum. Resmi rakamlara göre elli binin üstünde insanımızın öldüğü kayıt altına alındı. Daha kayıtlar var, bulunamayanlar var. Gene resmî rakamlara göre 129.000'dan fazla yaralı olduğu söyleniyor. Ama bir yandan bir Tweet paylaşımında, yaklaşık 180.000 GSM numarasının artık kullanılmıyor olduğu yazılıydı ve yaklaşık 110.000 kredi kartı hesaplarının hareketsiz olduğu söyleniyor. Resmi sayının çok üzerinde rakamlar olduğunu düşündürüyor bu sayılar bize. 5 milyondan fazla insanın o bölgeden göç ettiği söyleniyor. Teyitli 5 bin bina yıkımı var. Bulunamayan ya da bulunsa bile gerek korktuğu için gerekse yanında yakını olmadığı için ya da konuşmayı bilmediği için kimliği tespit edilemeyen çocuklar, uyumayan çocuklar var.
Burada tabi çok çeşitli hukuk meseleleri gündeme geliyor; en basitinden, ölümle birlikte sona eren evlilik dolayısıyla mal rejiminin tasviyesi davaları ama bunlar tabii yakın zamanda görülecek şeyler değil çünkü şu an orada insanlar hayatta kalmaya çalışıyorlar, en acil yaşam ihtiyaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar, en hızlı yapılan şey de delil tespiti. Oradaki binaların yıkılmasına neden olan bir kusurlu olabileceğini düşündükleri sorumlulara dair dava açmak için delil tespiti yapılması oldu. Burada çizdiğimiz çerçeve çok ürkütücü. Ben alanı bizzat görmedim ama düşünün ki İslahiye'nin yarısı yok oldu. Sayılardan öte, Hatay’ın asla bir daha aynı yerde, aynı şekilde kurulması mümkün değil. Bu orada yaşayan depremzedelerin gözlemi. Orada gerçekten nasıl bir büyük felaketle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Orada da çok fazla ihlal var; pek çok rapor yayınlandı. Örneğin, EŞİK kadın örgütlerinin bir araya gelerek oluşturduğu bu platform daha yakın zamanda oradaki kadınların insan hakları ve genel olarak insan hakları ihlalleriyle ilgili bir rapor yayınladı, TOHAV’da bir rapor yayınladı. Aynı zamanda Tabipler Odası da sağlık hakkı ihlallerine ilişkin, inşaat Mühendisleri Odası ilk gözlemlerine ilişkin yıkımın neden bu kadar yüksek olduğunu inceleyen Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu çeşitli raporlar yayınladılar. Bütün bu raporlar sonucunda bizim gördüğümüz, çok geniş çapta bir hak ihlali olduğu. İlk olarak yaşam hakkı ihlali. Oradaki ölümlerin hepsi açık birer yaşam hakkı ihlali tartışmasını gündeme getirdi, yaralanmalar vücut bütünlüğünün ihlali, insanların evsiz kalması barınma hakkı ihlali tartışmasını gündeme soktu. İnsanlar uzun sürelerle ambulans veya sağlık ekibi beklediler, yaralananlar zamanında müdahale görememiş oldu. Bu da sağlık hakkının ihlalini gündeme getirdi.
Buradan, bizi hukuk meselelerine getirecek olan İnşaat Mühendisleri Odası’nın raporundan bahisle, çok sayıda binanın yıkılma nedenlerini tespit etti. İlk tespiti, binaların çoğunun zayıf ve kötü zeminlere yapılmış olması. Bu binaların zayıf zeminlere yapılmasının pek çok sorumlusu var. Bunlardan biri de idare. müteahhitler, yükleniciler… Bu binaların inşaatının başından sonuna kadar uzmanlık sergileyerek yapma yükümlülüğüne sahipler. Buna ‘Eser Sözleşmesi’ denir. Burada işi alanlar, doğru yeri seçmek, doğru projeyi çizdirmek, doğru malzemeyi kullanmak zorunda. Örneğin müteahhit ucuza getirmek için kalitesiz malzeme kullanmak istediğinde “hayır. Burası iyi değil, yasal yükümlülüklerimizi şurası karşılıyor” demek zorundadır. Tabii ki müteahhitlerin çok ciddi bir sorumluluğu var ama bu binalara inşaat ruhsatı, oturma izni, iskân veren, elektriği, suyu bağlayan yerel yönetimlerin, bakanlıkların sorumlulukları var. Kentsel dönüşümdeki onay bakanlıklardan alınıyor, biliyorsunuz. İmara açılan bölgeler mesela Adana'da yıkılan evlerin tamamı ovaya yapılmış. Ovaya imar izni verilmeseydi, müteahhit istediği kadar çalsın-çırpsın, bu kadar bina yıkılmayacaktı. Dolayısıyla, bu kötü sonuçla doğrudan illiyet rabıtası var.
İnşaat Mühendisleri Odası’nın ikinci tespiti, malzemelerdeki zafiyetin bu yıkımlara neden olduğu. Üçüncüsüyse yapısal zafiyetler. Örneğin projelerin yanlış çizilmesi, kolon ve kirişlerin kesilmesi ya da proje uygulandıktan sonra yapılan değişiklikler.
Burada afet sonrasında, afet yönetiminde de pek çok sıkıntı yaşandı. Hava koşulları da kötüydü, yollar zarar gördü, hava limanının zarar görmesinin de çok büyük etkisi vardı. Bunun yanında, acil müdahale ve arama-kurtarmada da çok ciddi sıkıntılar yaşanmıştı. Bu, 99 depreminden sonra kurulan AFAD ve ülkenin stratejik planları, ülkenin afet planları, acil afetlerde uygulanacak planlamalar… Bunların zamanında yapılmış ve hayata geçirilebilir olması gerekirdi. Bunlar zamanında yapılmadığı için gıdaya, temiz suya, tuvalet ve hijyene ulaşımda depremzedeler çok güçlük çekti. Örneğin, mobil tuvalet bölgeye altı gün sonra gidebilmiş, yemek, şişe su 48 saat sonra ulaşabilmiş ve 13. gün hâlâ akan temiz su yok, hâlâ o şişe sularla insanlar ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar. Bu korkunç!
Şule: Bu süreci böyle anlatırsak, işin içinden çıkamayız.
Özlem: Hayır, ben şuraya bağlanmak istiyorum. Bu ağır tablo tabii ilk depremin büyüklüğünde üç tane deprem arka arkaya yaşandı. Evet, bu bir problem ama buradaki asıl problem buraya bizim İnsan Hakları Hukuku bakış açısıyla ve toplumsal cinsiyete duyarlı bakış ile bakmamız gerekiyor. Bu bakış açısıyla asıl gördüğümüz şey, bilime kulak asılmıyor olması, ortaya çıkan bu felaketi aklamak, kâr ve rant hırsı, bir de ayrımcılık. Ölüm sayılarının bu kadar artması, bu hak ihlallerinin yaşanmasının temel sebebi diye düşünüyorum.
Aslında olağan üstü hal ilan edilmesi, bölgeye daha hızlı gidilebilsin, yardımlar daha hızlı ulaşabilsin ya da hukuki süreçler çeşitli kolaylıklar sağlansın diye ama gene 99 depreminin önce ve sonrasında çıkarılan yasalarla afet yönetmeliğine, afette açılacak davalara afetle ilgili yürütülecek uyuşmazlıklara dair sağlanan kolaylıkların yer aldığı, pek çok yasal düzenleme zaten vardı. Bunlar ne demek istiyor bana olağanüstü hal tabii ki hızlı ve yerinde tedbirlerin alınabilmesi içindi ama tek çare olağanüstü hal değildi. Yasa orada bir avukata vekâlet verme şartı aramıyor yani bir avukatı sen el yazınla yetkilendirebiliyorsun. Bu çok önemli bir şey. Zaten her yer yıkılmış, viran olmuş, hukukî haklarını arayacaksın, avukat bulmak böylesi bir yıkımda çok zor. Bunu yapmak için noter bulacaksın, vekâlet çıkaracaksın ya da avukatta vekâletin var ama avukatın bürosu da yıkılmış… Bu açmazları aşabilmek için alelade bir yetkilendirmeyle hukukî süreç başlatılabiliyor. Bu zaten vardı. Afet kaynaklı davalara adlî yardım kapsamında bakılacağı düzenlenmiş. Bu demektir ki, senden harç almayacak yani sen o afetin zarar göreni olarak bir tazminat davası açtığımda, tazminatla orantılı olarak bir harç ödemem gerekirken afet bölgesindekiler adlî yardım kapsamında olduğu için herhangi bir tazminat alınmayacak adli yardımdan. Normalde ben burada bir tazminat davası açsam, devlet benden talep ettiğin tazminatla orantılı olarak yargılama gideri ve harç alır. Deprem bölgesindeki insanların adalete erişimi kolaylaşsın diye bu uygulama kaldırılmış. Bu nedenle bölgede bir süre sonra ilgili bir görevlendirme yapıldı. Barolar Birliği'nden 1500 avukat gitti. Onun dışında bölgeye savcı görevlendirmeleri yapıldı. Sebebi de şu; 12-14. günün sonunda enkazlar toplanmaya başladı ve her enkaz bir suç mahali aslında. Orada binlerce insan öldü. Eh, ölen insanların yaşam hakkı ihlal edildi. O müteahhidin bir kusuru varsa, yanlış imalattan dolayı yıkılmasına neden olmuşsa, hukuk önünde hesap verecek. O kepçelerle o enkazlar kaldırılıp atılırsa, deliller kaybolup gidecek. O yüzden bölgede çok ciddi bir delil tespiti faaliyeti yapıldı. Bu tespitler yapılırken o apartmanın sakinlerinden bağımsız bir taleple de yapıldı. Kayıt altına almaya çalıştılar. Ne kadar becerilebildi bilmiyoruz. Gerçi 99'dan sonra aralıklarla gelen beklenmedik deprem yönetmelikleriyle betonun niteliği, birbirine bağlanacak demirlerin özelliği, bir alandan geçecek demir sayısı, yani özellikle deprem bölgelerinde yapılacak inşaatlarla ilgili pek çok yasal zorunluluk var. Yıkılan binalarda bu kıstaslar uygulanmış mı, uygulanmamış mı? Eğer enkazlar kaldırılırsa, deliller tespit edilemeyecek. Bu nedenle bir an önce parçalar toplandı; enkazlardan demir, beton örnekleri alındı. Çünkü 99 depreminde bunu çok yaşadık. Tek bir kişinin adıyla anılan Veli Göçer tutuklandı ama gerçek sorumlular bulunamadı. Ölenler öldüğüyle, yaralananlar, organ kaybedenler sakatlıklarıyla geriye kaldı. Bu sefer barolar da hukukçular da bu süreçte daha aktif yer aldılar. Adapazarı, İzmit depreminde dilimiz yandığı için hemen delil tespiti için çok ciddi bir ön çalışma başlatıldı. Şimdi evleri yıkılan, hayatta kalanlar, orada hayatını kaybedenlerin yanında, onlar yıkım sonrasında zarara uğramış insanlar. Hukuk nazarında da bu zarara uğramış insanların hukuka başvurarak birtakım uğradıkları zararların tazmin edilmesini isteme hakları da var. Bunun dışında aynı zamanda ceza hukukuna göre de bu sorumluların yargı önünde cezalandırılmasını talep etme hakları var.
Kimler sorumlu diye düşünürsek, yönetmeliklere uygun davranmayan müteahhitler, zayıf beton kullanmışsa, yapılmaması gereken, altından fay geçen bir yere yapmışsa, kat sayısını fazlalaştırmışsa, ya da projeye onay alırken başka türlü göstermişler, iskanı alındıktan sonra balkonları içeri katıp da köşe kolonları zafiyetli yapmışsa %100 kusurludur zaten . Mesele bunların ispat edilmesi. Bundan doğan zararın tespit edilmesi. Bunun dışında, diyelim ki kiracıyız. Gene zarar gördük. Gayrimenkul bize ait değildi ama eşyalarımız zarar gördü ya da bedensel zararlar gördük, müteahhitle birlikte sahibinin kusuru sorumluluğu var. “Ben kiraladım, bilmiyordum” deme şansı yok. Müteahhidin kusurlu, yapı sahibinin kusursuz sorumluluğu var. Belediyelerin, burayı imara açan idari sorumluların, inşaat ruhsatı verenlerin, yapı denetim firmalarının iskân ruhsatı veren birimlerin tamamının hem cezai hem de hukuki sorumluluğu var. 99 depreminden sonra yapı denetim firmaları kuruldu. Bu firmalar, işi yaptırana ve müteahhide sorumlu olarak çalıştı. Bir süre sonra bu tartışılır hale geldi. Parasını işveren veriyorsa, sağlam olduğunu söyler. Bunların sorumluluğunu kim soracak. Bir süre sonra bunlar idareye bağlandı, tescillendi ve daha kontrollü hale geldi. Dökülen bütün betondan örnek alıp kayıt tutma, demirlerin sayısı, nasıl bağlandığı gibi konularda denetleyenlerin raporları ve onayları olmadan bir belediyenin oturum verme şansı yok. Önemli olan, bu raporların ne kadar gerçeğe ve hukuka uygun hazırlanıp hazırlanmadığı. Bu sorumlulardan, zarar gören tazmin isteyebilir. Evini, arabasını kaybeden herkesin, tazmin edilmesini isteme hakkı var. Zaman aşımı önemli değil. İzmir depreminden sonra yargıtay kararları var. Binanın yapıldığı ve teslim edildiğinden itibaren zaman aşımı işletilirse, zaman aşımı dolar. Depremin olduğu andan itibaren zaman aşımını başlattı yargıtay.
Şule: Dava açıp kazanan var mı?
Özlem: Var tabii. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin farklı bir kararıyla açıklayabiliriz bunu. Ümraniye’de çöplük patlamıştı ve pek çok insan ölmüştü. Çöplüğe yakın yerlerde gecekondular var. İmar ve ruhsat yok. Türkiye’deki mahkemeler, belediyenin bir sorumluluğunun olmadığına karar verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “sen oraya imar vermemiş olabilirsin ama önlemen lazımdı. Bu insanlara başka yer gösterecektin. Bu riski ön görüp izin vermeyecektin, sorumlusun” dedi. Burada da deprem fayının üzerinde bina yapıyorsan, sorumlusun. Stratejik planını yaptıysan, arama kurtarma ekipleri ulaşamıyorsa, sorun var demektir. İnsanlar 7-8 gün göçük altında kaldılar, yardım ulaşmadı, güvenlik sağlanamadı, hırsızlık oldu. Sadece dikiş atılıp gönderilen hastalar oldu. Sağlık hakkına ulaşamadılar. 11 ildeki kadın doğum da dâhil olmak üzere 15 hastane zarar gördü. Önümüzdeki ay doğum yapacak 25 bin kadın var. Hamile takibi, anne-bebek takibi, mama, su yok. Hava koşullarının ağırlığı, alanın büyüklüğü, işleri zorlaştırdı. Türkiye’de bitmeyecek davalar açılacak. Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sine taşınacak çünkü Anayasanın yaşam hakkı, sağlığa erişim, barınma hakları ihlal edildi. Temiz pede, tuvalete erişim sorunundan idare sorumlu. 6284 uzaklaştırma kararı almış, boşanma aşamasındaki kadınlar çadır kentlere soyadı ve akrabalık durumlarına göre yerleştirildi. Eşini öldürmeye çalışan kocayla aynı çadıra koydular. Adam kadını yaktı ve artçı sarsıntılar nedeniyle kaynar su döküldüğünü öne sürdü. Şiddet vakalarını önleyecek bir mekanizma kurulamadı. Bunlarla ilgili talepkâr olup olayların peşini bırakmadan dava açmalıyız. Cinsel sağlık, üreme sağlığı ile ilgili hiçbir destek yok. Özel duş alanları, açık alanlarda yeterince aydınlatma yok, kaç kadının tacize ve tecavüze uğradığını bilmiyoruz. Ailelerden şikâyet olmayınca Aile Bakanlığı müdahale etmedi. Genç kızlar bilmedikleri ortamlarda kaldılar.
Şule: Yeni yapılacak binalarla ilgili konuşalım.
Özlem: Bizi büyük bir deprem bekliyor. İstanbul’da bölgenin yüzde 40’ının Dask sigortası var, yüzde 60’ının yok. Yapmışlar ama yenilememişler. Yenilememek de aynı sonucu doğuruyor. Banka kredisi alınca banka Dask yapıyor. Aradan yıllar geçince yapmıyorlar. Bir yakınımın İzmir depreminden sonra evi ağır hasarlıydı. Dask yenilenmediği için para alamadı. Şu an yıkılan binalar için bölgede sigorta ödeme yapmaya başladı.
Şule: Evi hasarlı olanlara para ödendi, Daskları yoktu, neye göre ödeme yapıldı?
Özlem: Sosyal yardım özel bir uygulama çıkararak verdi. Zaman sınırlamasının devreye girdiği durum şöyle olabilir: eviniz ağır hasarlı olduğu halde, az hasarlı tespiti yaptılar. Üç gün içinde kredi alanların itiraz etmesi gerekir. İstanbul’da herkes oturduğu binanın durumunu öğrenmek istiyor. Bir kısmı da tespit yapıldığında sokakta kalacağından korkuyor. Belediye riskli olduğunu tespit ettiği binayı 90 gün içinde boşaltmak zorunda. Tapuya da binanın riskli olduğuna dair şerh düşüyor. Ev sahibine de kiracısına süre vermesini, onun çıkmamasından sorumlu tutulacağını söylüyor. Kiralar arttığı için evlerinden çıkamıyorlar. Milyonlar bu çaresizliği iliklerine kadar hissediyor. İdarenin yapması gerekenler var. Apartman yönetimleri olağanüstü toplantı yapıp deprem dayanıklılık performans raporu alacaklarına dair karar alabilirler. Özellikle bu işi yapan, üniversitelerle birlikte çalışan güvenilir firmaları araştırmak gerekir. İTÜ’de deprem mühendislerinin kurduğu enstitü var. Özel mühendislik firmalarıyla çalışıyorlar. Piyasada bakanlıkla çalışan sertifikalı firmalar var.
Şule: Vatandaşın evini yapan müteahhit, Bakanlığın anlaşmalı firması olduğu için yaptığı evi hasarlı buluyor ve güçlendirme yapmak için büyük para istiyor. Böyle bir güvensizlik de oluşmuş devlete karşı. Şu meseleye de değinebilir misin? Evinin hasarlı olmasından korkuyor çünkü satılırken daha ucuza gidecek endişesi var. Bu yüzden test yaptırmak istemiyor.
Özlem: Bu testi yaptırmadı ve evini kiraya verdi. Bir sorun olduğunda ev sahibi de sorumlu. Bir banka, bina hasarlı olduğu için taşınmış, orayı kiraya veremiyor. Bu bir duyum. Piyasada çok firma var, güçlendirme işi çok pahalı. İnsanlar kime inanacaklarını bilemiyor ve şaşırmış durumdalar. Belediye ‘Hızlı Tespit’ diye bir başvuru açtı. Kiracılar da başvurabiliyor. Buradan çıkacak sonuç, 6306 sayılı yasa kapsamında değil. Bu sonuçla kimse evini boşaltmak durumunda değil. Böyle bir garanti veriyor. İnternetten araştırabilirler. Kira kontratı ya da elektrik faturasının fotoğrafını yükleyebiliyor. Adresi veriyor. Sıraya giriyorlar. Şu an sırada 500 bin kişi var. Belediye ekip sayısını artırdı. Riskli ilçelere göre öncelik verdi. Hızlı tarama yapıyor. Çekiçle kolonlara, zemine bakıyor, kolonlarda sıyırma yapıyor. Bunları raporluyor. Hepimizin oturduğu binaların ve işyerlerinin durumunu öğrenmesi lazım. Mahalle olarak örgütlenip hazırlık yapmak gerekir. Muhtarlarla birlikte çalışan afet gönüllüleri var. İstanbul için bina, nüfus sayısı, depremin büyüklüğü düşünüldüğünde, iki günde ulaşmak da mümkün değil. Herkes bölge bölge, site site planlarını yapmalı. Millî Eğitim Bakanlığı önceden bütün okullar için istediği depreme dayanıklılık raporu alma konusunun süresini kısalttı. Deprem bilincini artırmak gerekiyor. Hastaneler için de bunların yapılması lazım. Hamidiye, sismik izolatör sistemiyle yapılmış. Depremle birlikte hareket eden bir sistem. İstanbul’da 6 Şehir Hastanesi bu sistemle yapılmış. Bundan sonra yapılacak hastanelerin de aynı sistemle yapılacağını duymuştum. Kamu binalarının da güvenliği çok önemli.
Şule: İnsanlar bu güçlenmeyi kendi olanaklarıyla yaptıracaklar. Devlet destek olmuyor.
Özlem: Şimdilik öyle evet. Belki ileride kentsel dönüşümde olduğu gibi, bankalar kredi verirken, teşvik edici uygulamalar yapmak zorunda kalacaklardır. Dönüşüm olmak zorunda. Olmadığında idare de sorumlu. İnsanlar son bir yıl içerisinde yoksullaştılar. En az 250 bin lira fiyat çıkıyor bir daire başına. İnsanların çoğu aç.
Şule: Belirtmek istediğin başka maddeler varsa onları da alıp toparlayalım istersen.
Özlem: Çarpıcı bir istatistik: Türkiye’nin nüfusu 85 milyon. 330 bin müteahhit var. Almanya nüfusu 83 milyon, 3800 müteahhit var. Müteahhit uzman olacak, inşaatı başından sonuna götürecek, kendi uzmanlığı yoksa uzman hizmeti satın alacak, ilime ve fenne uygun, deprem bölgesine dayanıklı binalar inşa edecek. Dünya çapında yapılan afetlerle ilgili istatistiklerde, kadın ve çocukların erkeklere göre 14 kat daha fazla hayatlarını kaybettikleri ortaya çıkmış. Kadınlar üzerlerini giyerek dışarı çıkmaya çalışırken, iki deprem arasında çocuklarına kıyafet almak, yemek yapmak için eve girerek hayatlarını kaybettiler. Kadınların hayatlarını kaybettikleri yeri bile toplumsal cinsiyet belirliyor. Kadınların çocuklarını kurtarmaya çalışırken hayatlarını kaybettikleri ortaya çıktı. Kadınların, çocukların, deprem bölgesinde yaşayan herkesin çok ciddi hak ihlalleri oldu. 11 Aralık 2022’de verilmiş bir imar affı kanun teklifi vardı. Deprem olmasaydı, yine af çıkacaktı. Sorumlular konusunda yargı son sözü söyleyecek. Bu mücadelede herkese kolaylıklar, sabır, azim diliyorum.
Şule: Umudun Kadınları Dergisi olarak çok teşekkür ediyoruz. Bayağı ayrıntılı hazırlanmışsın. Süremiz olsaydı, daha çok konuşacaktın. Dergimiz adına, deprem bölgesinde bütün hayatta kalan insanlara sabır ve mücadele, bizim için de sadece dayanışma, destek diliyorum. Umarım daha duyarlı politikalar geliştiren iktidarlarla buluşabiliriz ki en azından bu insanların yaraları sarılsın ve bir daha bu ihmaller yaşanmasın.
Özlem: Felaketlerin ihmallere dönüşmesi önlensin.
27 Mart 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.