Bir zamanlar uyumamak için beynime hükmetmeye çalışan ben şimdi neredeyse uyumak için ona yalvarıyorum. Ne yazık uyuduğum saatler azaldıkça o kıymetli uyku anlarında beni bırakmıyor düşlerim. Onlar da dar zamanların resimleri oldu. Oldubittiye getirilen kısacık zamanlarda birlikte oluyoruz artık.
Ne demişti bir bilen, uykunuz kaçınca, uyuyamadım diye dertlenmeyin. Takılırsınız uyuyamadığınıza… En iyisi kitap okumak. Uyku okurken yakalasın beni. Ama uyuyunca elinden düşen kitabın sesi hiç de hafif değil. O zaman sil baştan…
Okuduğum sayfadan kaç kez geri döndüm. Bu yazar da söyleyeceğini ne kadar dolandırıyor. Okur anlamazsa daha derin bir yazar mı olacak acaba? Anlaşılmaz olursa yazdıklarının değeri artıyor demek. Okuduğumdan hiçbir şey anlamadım. Şimdi de takarım kafayı. Ben bu kadar yetersiz miyim? Kitabı yok satan yazarı anlamıyorum. Pes etmemeliyim, okuyacağım. Yok öyle anlamadım diye vazgeçmek. Üçüncü kez aynı sayfayı okuyorum.
O gözümün önünden geçen siyahlık da ne? Bir daha bir daha. Gözlerime bir şey mi oldu? Satırları göremiyorum. Bir satır silindi sanki. Sözcük aralarında boşluklar nasıl oluştu. Diş değiştiren çocukların gülünç ağzı gibi cümleler. Sayfadaki harfler nereye gidiyor? Yastığımda, yerde, terliklerimin içinde harfler. Bak birkaçı da başka bir kitabın içine saklandı. Acaba nereye ulanıp nasıl bir sözcük oluşturacak? Sayfalar siliniyor birer ikişer. Daha öncekiler de. Sözcükler kaçıyor benden. Harfler ya da. Artık geride bembeyaz ak sayfalar var. Gölgesi bile kalmamış harflerin. Elimde sözcüklerini yitiren kitap, sesini yitiren şarkılar gibi hüzünlü. Uyudum mu? Gördüklerim düş mü yoksa.
Artık uykuyu düşüncelerimle dürterek rahatsız etmeden susmalıyım. Şimdi de sesler… Demir alan bir geminin, ya da pranga mahkûmlarının zincir şakırtıları. Metalik… Ağır… Sancılı. Üst üste düşüyor demir halkalar. Düşüncelerimin halkaları. Akıp geliyorlar bir yerlerden. Sanki gökten bir zincir boşalıyor. Altında kalırsam düşüncelerim bitebilir… Susarım, uyurum, üstelik düş de görürüm belki.
Düşlerimde benimle olan sevdiklerim, yitirdiklerim, hiç tanımadıklarım, korkup kaçtıklarım ben uyanınca nereleresaklanıyorlar? Sanki gün ışığıyla gizemi bitecek gölgeler gibi kuytulara sığınıyorlar. Belki başucu kitabımın arasına, dolabın üstüne, giysilerin ceplerine, ayna sırıyla camının arasına. Bir sonraki gece yeniden gelmek için…
İnsanın nasıl bir çaresizliğidir istediği bir düş görürken uyanırsa biteceğini düşünüp korkmak, yüreğine sızan sevincin gerçek olmayışına üzülmek. Tam kâbus görürken “Korkma, bu bir düş uyanacaksın her şey bitecek.” demenin tam tersi. Düş olduğu için sevinmek ya da üzülmek... Hep ikilemlerimiz.
Annemi, babamı görüyorum. Çok sıcak duygularla, kopma anı hiç yaşanmamış gibi. Damağımda annemin tatlısının tadı. Birlikte olmanın sevincini yaşıyoruz. Neden sızar o sevincin arasına düş denen o kısacık uyanış. Anında içimde bir sızı…“Bu yalan, bu biraz sonra silinecek bir resim, uyanınca kocaman bir boşlukta yine yalnızlığınla kalacaksın… Birkaç gün geçsin izi bile kalmayacak, zamanla unutulup gidecek içindeki sevinç…” der o kıskanç gerçek.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.