selvetbayraktarr@hotmail.com
Uzun, gür, kahverengi saçları, mavi kazağıyla, elleri klavyenin üzerinde çalışıyor.
Güneşli bir havada dört katlı bina inşaatı aşağıdan yukarı doğru görüntülenmiş. İnşaatın yanında uzanan büyük bir inşaat asansörlü aracı görünüyor.
YAZAN: Selvet BAYRAKTAR TOKAT

Ülke olarak halen tarihi deprem felaketinin etkilerini yaşıyoruz. Son yıllarda önce bütün dünyayı kasıp kavuran pandemi, şimdi de halkımıza toplu yas yaşatan deprem trajedisi yaşamlarımızda derin izler bıraktı.

Binlerce insanımızı yitirdiğimiz, bu süreç herkesi hızla oturduğu evlerin sağlam olup olmadığını kontrol ettirme girişimine sevk etti. Bunlardan biri de İstanbul Avrupa yakasında oturan arkadaşımdı. İstanbul Büyükşehir belediyesine başvurmasını önerdiğim de, “bizim zamanımız yok bir an önce başvurmalıyız bir an önce sonuç almalıyız” diye cevap verdi bana. Özel bir firmaya binasını test ettirmek için müracaat ettiler apartman olarak. Ne kadar tezattır ki, ülkemizde bu testleri yapan firmalar aynı zamanda müteahhitlik görevini de icra ediyor. Başka bir ülkede böyle bir şey olabilir mi? Kendisi de binaların inşaatını yapan bu deneticiye ne kadar güvenilir tartışılır. Tabii ki bu firma Çevre ve şehircilik Bakanlığından onay alan bir firma. Kanun denetim yapan kişiye müteahhitlik yapma hakkını da tanıyor.

Binanın gerekli testi yapıldı. Sonuç şuydu: “Bina %90 oranında hasarlı” dendi önce. Herkesi bir panik havası kapladı. Binanın iskanı da yoktu. Bahsettiğimiz bina en az 25 yıllık. Testi yapan mühendis apartman sakinleri ile konuşmaya geldiğinde herkes büyük bir kaygı içine girdi. Şunu öneriyordu firma görevlisi apartmanda oturan kişilere. “Binayı güçlendirelim. Her biriniz 70 bin TL’nin üstünde para ödersiniz bina güçlenir. Depremde yıkılırsa en azından kaçma imkânınız olur.” Yıkılmayacağına garanti vermiyordu anlayacağınız. Nasıl yani? Bu insanlar bu parayı ödeyecek. Yaptıkları masraf karşılığında yine de bina depreme dayanamayabilecek.

Sorunlar bununla da bitmiyordu üstelik. Belediyenin binaya verdiği ruhsat dört kat üzerine verilmişti. Oysa apartman altı katlıydı. Tapular daire tapusu değil, hisseli tapuydu ve hissedarların ikisi de ortada yoktu.

Dolayısıyla binada iki kat kaçak bulunduğundan belediyeye başvurulamıyordu, zaten belediye de hiçbir şekilde 2000 yılından önce yapılan binalara güçlendirme vermediğini belirtiyordu şifahen yapılan görüşmelerde.

Denetimi yapan firma sahibi o kadar rahat davranmıştı ki “Hiç önemli değil ben partide tanıdıklar bulurum, devreye sokarım ve bu işi hallederim” diyordu. Onca insanımızı kaybetmiştik? Hala enkaz altında yakınlarını bulamayan insanlar vardı. Hiç mi ders almıyorduk? Neydi bu kar hırsı? Neydi bu gözleri bürüyen para tutkusu? Ne zaman kazanacaktı insanlığımız? Zaten bu kanunsuzluklar değil miydi bu kadar canın kaybına neden olan?

Binada oturan bazı kişiler sessiz sedasız güçlendirme yapılmasını kabul etti. Bunca acı dan ders alan yürekler de vardı elbette. Yasal olarak olmayan bir hakkı el altından halletmek ağır geliyordu yüreklerine. “Bu güçlendirme belediyelerden habersiz yapılırsa, şikâyet ederim” diyenler oldu. Hiçbir şeye cesaret edilemedi. Ne binanın hasarlı olduğu belediyeye bildirildi ne de güçlendirme kararı alınabildi. Eğer Belediyeye haber verilseydi, bina 90 gün içinde yıkılmak zorundaydı. Evinde kiracısı olan ev sahipleri “Bu bina zaten yeterince kar etmiyor, ne gerek var kentsel dönüşümü kabul etmeme” diyordu. Bazıları da “Alabildiğim kadar kira alırım” diye düşünüyordu. Evini başkasına kiraya verip oradan çıkma düşüncesi akla gelse de kendisinin oturamadığı bir evde başkasını oturtmak benim arkadaşımın hayata bakış açısına uygun değildi.

Sonuç olarak şimdilik bina üzerinde herhangi bir işlem yapılamadı. Ekonomik koşulların zorlukları, kiraların fahiş ücretleri nedeniyle bina sakinleri hala orada oturmaya devam ediyor. İnsanlar kaderini bekliyor gibi sanki. Birçok insan binasına test yaptırmaktan korkuyor. Neden? İşte bu sebeple. Ya bina hasarlı çıkarsa? Biz ne yaparız duygusunu yaşıyorlar. Haksızlar mı peki? İstanbul’da 6000 TL’nin altında kiralık daire yok neredeyse. Bir de bunun depozitosu, emlakçı komisyonu var. Taşınma bedeli ayrı bir ücret tabii.

Deprem konutlarını bile büyük paralarla yakınlarını ve evlerini kaybeden kişilere vereceğini söylüyor devlet. Sosyal devlet olgusu sadece kanun maddelerinde, yayınlanan haberlerde, verilen vaatler de sanırım. Şimdi soruyorum sizlere biz ülke olarak ne yapmalıyız?

“1999 Marmara depreminden sonra ilan edilen deprem toplanma alanlarının birçoğu şu an alış veriş merkezi. Trump Tower, Zorlu Center, bunlardan sadece ikisi. Buralara imar izni verenler İstanbul’da olabilecek can kayıplarının hesabını verebilecek mi?

24 yılda geldiğimiz nokta bu. Son 20 yılda bütün devlet kurumları özelleşti. Depremle ilgili hiçbir tedbir alıcı çalışma yok. 14 Mayıs’ta ülkede cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapılacak. Bundan sonra gelenler ne yapabilir bilemiyorum. Verilen siyasi vaatlere çok inandığımı söyleyemem. Ama en azından depremi yaşayan vatandaşlara evlerini ücretsiz verebilmeyi düşünen, bunun sözünü veren kişilerin olması umut verici. On kez daha düşünelim bence oylarımızı kullanırken. Vatandaşını düşünen, sosyal devlet ilkesini uygulama hedefini belirleyen, kadın haklarını sonuna kadar savunan, kadına şiddet konusunda en etkin önlemleri uygulama kararlılığında olan, İstanbul Sözleşmesine vakit kaybetmeden geri dönmeyi vaat eden, çağdaş, laik cumhuriyet ilkelerini koruyan, halkların eşitliğine inanan bir iktidarın göreve gelmesi için yapmalıyız tercihlerimizi diye düşünüyorum.

24 Nisan 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.