e_mine_ortakaya@hotmail.com
Beyaz örtülü bir kanepede oturmuş, uzun siyah saçları omuzlarının arkasında, koyu lacivert kazağı var.
Yuvarlak, siyah bir pankart. Üzerinde kırmızı ve beyaz harflerle "10 EKİM'İ UNUTMAYACAĞIZ!" yazıyor. Yazının tam ortasında bir tel örgü ve onun üzerinde beyaz bir karanfil yer alıyor. Arka planda bulanık bir şekilde insanlar ve diğer pankartlar görülüyor. Bu pankart, 10 Ekim Ankara Garı katliamını anmak için yapılmış bir etkinlikte taşınıyor.
YAZAN: Emine ORTAKAYA

10 Ekim 2015. Türkiye’nin her yerinden bir yığın ‘Barış Eylemcisi’ Ankara Tren Garı’nda toplanmıştı; oradan Sıhhiye Meydanı’na doğru yürüyeceklerdi. Her eylem alanına girişteki aramalarda parfümlerimizi, kolonyalarımızı, hatta bazen nasılsa kimsenin kitleyi provoke etmemek için ses çıkaramayacağını bildiklerinden, insanların ellerindeki-çantalarındaki kağıtları bile atmalarını, eylem alanına sokmamalarını emreden polis, o gün ne iş görüyordu hiçbirimiz bilmiyoruz. Sonunda olan oldu ve saat sabah 10.04’te peş peşe iki büyük patlama duyuldu, ortalık can pazarına, mahşer yerine döndü. Ambulans beklenirken alanı önce çevik kuvvet şereflendirdi ve ilk icraatı olarak zannetmeyin ki bombacıları araştırdı, yaralılara yardım eden sağlıkçılara biber gazı sıktı. Eh ne de olsa gazsız eylem, eylem sayılmazdı. Sanki önceden tembihliymiş gibi geç gelen ambulanslar da o kargaşada alana girmekte, yaralı ve ölülere müdahale etmekte çok zorlandı. Olay yerindeki eylemcilerden sağ kalan sağlıkçılar etraflarındaki insanlara canhıraş yardım etmeye çalıştı ama yanlarında ne teknik donanım ne ilaç vardı. Hatırlarsınız; hepimiz bu olayları elimiz yüreğimizde, yüreğimiz ağzımızda izledik. Sevdiklerimizden, arkadaşlarımızdan bir nebze iyi haber alabilmek için çırpındık durduk… Tabi ki telefonlarımıza hiçbir şekilde cevap alamıyorduk.
İki kişi tarafından eşzamanlı düzenlenen bu intihar saldırılarında 103, kimi kaynaklara göre de 110 kişi yaşamını yitirdi ve 500'den fazla kişi de yaralandı.
Bu olay, Türkiye tarihinin en kanlı intihar saldırısı olarak kayıtlara geçti. Bu olaydan sonra nice çocuklar ebeveynsiz, nice ebeveynler evlatsız kaldı. Ne uğruna? Bir de Cumhurbaşkanı beyefendi kalkmış, ülkemizdeki genç nüfusun azaldığından dem vuruyor ve ailelere bol çocuk yapmalarını tavsiye ediyor; güya bu yılı ‘Aile Yılı’ tayin etmişler. Tabi böyle söylenince hepimiz bir ürktük çünkü ‘Emekliler Yılı’nda ne olduğunu gördük. Acaba aile yılında da yeni katliamlar mı gelecek diye… Gerçi alçak, ahlaksız erkekler bol bol kadın öldürüyorlar zaten... Biz doğuralım, siz korumayıp öldürün öyle mi? Siz çok öldürün diye biz çok çocuk doğuramayız, kusura bakmayın ya da bakarsanız da bakın! Ayrıca Çocuk doğurma potansiyeli olan insanları kendinizden saymayıp, Suruç katliamlarında, Gar katliamlarında… acımadan öldürüyor ya da ölmesine göz yumuyorsunuz. Onları tedavi edecek olan hekimlere ‘Giderlerse gitsinler,’ diyorsunuz çünkü gidenler sizin doktorlarınız değil, halkın doktorları. Böylece, halk tıbbî tedaviye ulaşmakta zorlanıyor ve yine onları bu politikalarınızla ölüme terk etmiş oluyorsunuz.
Gar katliamının ardından eylemdeki devletin güvenlik zafiyeti sorgulanmaya başlanınca, o dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu akıllara seza o ünlü sözünü söyledi gözümüzün içine bakarak:
“Biz aslında katilleri tespit edebiliyoruz fakat patlatmadan onları yakalayamıyoruz…” İnsanın içinden, ‘keşke sizi patlatsalardı,’ demek gelmiyor mu sizce de? Bu arada, katliamı IŞİD İntihar bombacılarının yaptığı ortaya çıktı. Artık sözün gücünü yitirdiğini düşünüyorum ama bu adamlar yurt-dışından birkaç gün önce gelip bütün hazırlıklarını yapmışlar ve devlet bunlara en ufak bir engel çıkarmamış. Eli kanlı katiller her zaman becerikli olur fakat ya devletin zafiyeti?...
Bu sene İzmir Demokrasi Güçlerinin organize ettiği bir 10. Yıl anması yapıldı Alsancak Tren Garı’nın karşısında. Tam o noktada İzmir Büyük Şehir Belediyesi katliamda ölenlerin anısına bir anıt yaptırmıştı. Saygı duruşuyla başlayan anmamız bu anıt çevresinde yapıldı. Türkiye İnsan Hakları Vakfının İzmir Şubesi yöneticilerinden bir arkadaşımız patlamada arkadaşlarını ararken bir kadın arkadaşla karşılaşıyor. Kadının yüzünden kanlar akıyor ve kriz halinde ağlıyor. İHD yöneticisi olan arkadaşımız ona sarılıyor ve diyor ki ‘Göz yaşın göz yaşıma karıştı, kanın kanıma, terim terine karıştı. Artık biz kardeşten de öteyiz.’
Sonra bulabildiği bir mendille kadının yüzünü siliyor ve görüyor ki onun yüzünde herhangi bir yara yok. Ardından kadın biraz kendini toparlayınca birinin kanının yüzüne fışkırdığını hatırlıyor, bunu arkadaşımıza söylüyor. Tabi ikisi de hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar; ‘Artık iki değil üç kardeş olduk bu kan sayesinde. Onun şu anda adını bilmediğimize göre buradaki herkesle kardeş olduk,’ diye trajik bir konuşma geçiyor aralarında. 10. Yıl dönümü anmasında da karşılaştılar ve bu olayı bizimle de paylaştılar. Biz Sedat Peker’in, Barış Akademisyenleri için, “Kanlarınızla duş alacağız” dediği gibi kanla değil, tertemiz saf sularla duş almak istiyoruz.
Devletin kolluğu ise katillere yapamadığını eylemcilere yapmaya devam ediyor; dayanaksız bir şekilde gözaltına alıyor, yerine göre copunu – gazını esirgemiyor, dövüyor, önüne katıp kovalamaktan en ufak bir hicap duymuyor, ne de olsa arkası sağlam. Kimseye hesap vermiyor nasılsa…
Şimdi de devlet yöneticileri kendince bir barış inşa etmeye çalışıyor. ‘Barışın en kötüsü savaştan iyidir,’ denir fakat eze eze barış olmaz. Bir yandan Kürt-Türk toplumlarını birbirine karşı kışkırtacaksınız, öte yandan ‘Ben Barış yapıyorum. Barışı kim istemez ki,’ diyeceksiniz…
Yine söylüyorum; sözün bir hükmü kalmadı ama: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Kendimi de katarak söylüyorum:
Diren ey halkım. İyiden, doğrudan ayrılma. Kendi gücünü fark et, hisset. Senin zaten bizzat yolcusu olduğun barış alanını kimsenin kirletmesine izin verme. Bu hak her şeyden önce Türküyle, Kürt’üyle senin, benim, bizim.
KAYNAKÇA:
https://www.bbc.com/turkce/articles/cd1103ddn9ko
Ekim 2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.