YAZAN: Menekşe KOÇAK
“Duygularımızı ifade edebiliyor muyuz?” sorusu ile başladık yazmaya... Ancak “Başkalarının duygularını fark edebiliyor ve doğru tepkiyi verebiliyor muyuz?” sorusunu hiç sormadık.
Duyguları ifade edebilmek ve başkalarının duygularını anlayabilmek bir terazinin iki kefesi gibidir. Dengedeyse huzur vardır. Denge bozulursa önce insan ilişkileri, sonra doğanın dengesi bozulur. Çünkü sevgi korku, özlem, merak gibi tüm duygular dünyamızın ve evrenin enerji kaynağıdır.
Bu duygular, dünyada hareket halindeki her şeyin lokomotifidir. İnsanı, hayvanı hatta bitkileri, dağı, taşı peşinde sürükler. Ancak insanın hem dünyanın hem duyguların efendisi olduğu düşüncesi, bencilliği ve beraberinde sevgisizliği hâkim kıldı. Mesela hayvanların duygu dünyalarını içgüdü gibi algılamamıza neden oldu.
Ancak belgesellerde ve sosyal medyada dolaşan hayvan görsellerinde sevgi, üzüntü, neşe, şaşkınlık... duygularını hayvanların da yaşadığını net olarak görüyoruz. Ayrıca kedi, köpek, kuş gibi hayvanı olan birine, “Hayvanların duyguları yok.” derseniz size güler geçer. Çünkü evcil hayvan ailenin bir üyesidir ve aile ile yaşadığı yoğun duygu alışverişini anlatmaya sözcükler yetersiz kalır.
Bugün “Bitki ve cansız varlıkların duyguları vardır.” demek şu an bize komik, tuhaf geliyor. Ancak teknoloji geliştikçe, biz evreni anlamaya çalıştıkça, bu bakış açımız da değişecektir. Çünkü Einstein “Bir şey ölçülünceye kadar yoktur. Ölçülünce vardır.” der. Yani kuantum fiziği geliştikçe bugünkü doğruların yanlış olduğunu göreceğiz.
Mesela öğrenciyken bize “maddenin en küçük parçası atomdur.” diye öğrettiler. Bugün atom altı bozanlar, laptonlar, kuarklar karşımıza çıktı ve bunların frekans olduğu kabul edildi.
Bu nedenle kuantum fiziği her şeyin bir frekans olduğunu belirtiyor. Belki bir gün bitkilerin, dağın, taşın frekansını ölçebileceğimiz bir teknoloji geliştirilecek; onların da insanlar ve hayvanlar gibi zengin bir duygu dünyası olduğunu göreceğiz.
Maalesef bilim gelişirken bizler, yanı başımızdakileri görmüyoruz. Günlük koşuşturma içinde, ne kendi iç dünyamızın ne de başka varlıkların farkındayız... Bunu fark etmemi balkonuma yuva yapan bir çift kumru sağladı.
Kumruları, büyükşehirlerin semalarında, parklarda, sokaklarda görüp geçeriz. Sayıları diğer kuş türlerine göre hızla arttığı için istilacı türdür. Balkonlarımıza musallat olduklarında bize epey iş çıkartırlar...
Yazın mutfağımın balkonuna da bir çift kumru musallat oldu. Çerçöp toplamaya başladı. Ben de yuva yapmasınlar diye çerçöpleri attım ve kumruları kovdum. Meğer kumruların yumurtlaması için derli toplu yuvaya ihtiyaçları yokmuş. Attığım çerçöplere yumurtlamış. Ben onları kovalarken yumurta yuvadan yuvarlanmış. Balkonu temizlerken yumurtayı görünce üzüldüm. Kumruların neden balkonun etrafında canhıraş uçtuklarını anladım.
Bir hafta sonra yine geldiler. Mutfağın balkonunda oğlum Koray’la çok vakit geçiriyoruz; kumrulara tahsis edemezdim. Ben kovaladım, onlar geldi. Bir hafta sürdü bu mücadele... Bir gün çok sinirlendim “Gidin salonun balkonundaki limon ağacının dibine yapın yuvanızı; burayı size vermem.” diye bağırdım ve yine kovaladım.
Ertesi gün mutfağın balkonuna gelmediler. Kurtuldum diye sevindim. Akşama doğru salonun balkonuna gittiğimde bir çift kumrunun, yuva yapmaya bile gerek görmeden salonun balkonundaki limon ağacının dibine yumurtladığını gördüm.
Onların, mutfağın balkonundan kovduğum kumru çifti olduğunu düşündüm, Bir kez daha yumurtayı atıp onları kovalamaya kıyamadım. Hayvanlar adrese teslim yuva kurmuşlardı. Sanki beni anlamışlar, sadece iki kanadı bir karış açık olan cam balkondan içeri girmişler ve söylediğim yeri yuva bellemişlerdi.
Koray balkondan aşağı sarkar kaygısıyla açamadım camları. Gerçi Koray yapmaz ama ben de kaygı düzeyi tavan yapmış durumda. Çünkü Koray çok sıkıntılı... Ergenlik nedeniyle artan huzursuzluğunu sakinleştirmek için doktorların verdiği ilaçlar, onu çok daha kötü hale getirdi ve hayatımızı cehenneme döndürdü.
Bu sıkıntının üstüne bir de Ankara yandı kavruldu bu yaz. Ben Koray’ın öfke nöbetleri ve huzursuzluğu ile boğuşurken kumru da kuluçkaya yattı. Üç hafta boyunca hiç boş bırakmadılar yumurtayı. Ne zaman baksam yumurtanın üstünde bir kumru vardı. Hangisi anne, hangisi baba ayıramadım. Benim de onların da işi zordu... Zaman zaman kırk dereceye ulaşan sıcaklıkta, ben Koray’ı sakinleştirmek ve bu sıkıntılı süreci atlatmak; kumru çifti ise yavrusunu dünyaya getirmek için mücadele ediyordu.
Kumru ve ben yani insan ve hayvan çile dolu olan bu yolda yavrularımızı yaşatmak için çabalıyorduk. Kumrular da benim yaşadığım sevgi, umut, korku, kaygı... gibi birçok duyguyu yaşıyordu. Onların duygularının benimkinden zerre farkı yoktu. Sadece duyguların yaşandığı bedenin değiştiğini şaşırarak izliyordum.
Koray’ın öfke anında benim yaşadığım korku ve çaresizliği, onlar da ilk zamanlarda limon ağacını sulamak için onlara yaklaştığımda yaşıyorlardı. Biz balkona girip çıktıkça yaşadıkları korku ve kaygı duyguları açıkça görülüyordu. Benim gücüm karşısında savunmasız, kahverengi gözleriyle bana öyle anlamlı bakıyorlardı ki söze ne hacet. Sonra bize alıştılar. Korku yerini huzura bıraktı. Onlara dokunmadan iyice yaklaşmamıza tepki vermediler. Ankara’nın sıcağına camın sıcağı eklendi ama kumru çifti vazgeçmedi yavrusundan. Nihayet yavru çıktı, tüylendi.
Koray ve ben sık sık onları seyrettik. Yavruyu beslemeleri, yavrunun onlara sokulması, neşe ile ötmesi öyle güzeldi ki... Yavru tüylenince yuvada tek bıraktılar, uzaktan takip ettiler, sadece beslemek için yanına geldiler yani yavruyu hayata hazırlamaya başladılar...
Tüm bunları defalarca Koray’a anlattım. Hiç tepki vermedi ama sık sık seyretti onları. Bir gün “Oğlum, kuşun neyi olmuş?” diye sordum. Koray “Kuzusu.” diye cevapladı. Otizmliler mecazları anlamakta zorlanır. Burada kuzu kelimesi yavru anlamında Koray için. Çünkü ben onu “Anasının kuzusu, yüreğinin sızısı” diye sever öperim. Sık sık kuzum diye sarılırım.
Yakında kumrular, Koray’ın dediği gibi kuzusuyla uçup gidecekler ve bizler için parklardaki her hangi kuştan biri olacaklar... Onların da duygu dünyası olabileceği, çok yoğun sevgi ve emeğin eseri olduğu aklımıza bile gelmeyecek.
Koray’ın öfke nöbetlerinin tavan yaptığı o zor günlerde bir çift kumru ve onlardan evimize yayılan sevgi bize çok iyi geldi... Unutmayalım ki sevgisizliğin, hoyratlığın karanlığında evrenin dilinin sevgi olduğunu hatırlamaya herkesin çok ihtiyacı var ...
KAYNAKÇA
1.Aydın İsmail Hakkı, Frekans Büründüm Beyin Diye Göründüm, s; 83
12 Eylül 2023
“Duygularımızı ifade edebiliyor muyuz?” sorusu ile başladık yazmaya... Ancak “Başkalarının duygularını fark edebiliyor ve doğru tepkiyi verebiliyor muyuz?” sorusunu hiç sormadık.
Duyguları ifade edebilmek ve başkalarının duygularını anlayabilmek bir terazinin iki kefesi gibidir. Dengedeyse huzur vardır. Denge bozulursa önce insan ilişkileri, sonra doğanın dengesi bozulur. Çünkü sevgi korku, özlem, merak gibi tüm duygular dünyamızın ve evrenin enerji kaynağıdır.
Bu duygular, dünyada hareket halindeki her şeyin lokomotifidir. İnsanı, hayvanı hatta bitkileri, dağı, taşı peşinde sürükler. Ancak insanın hem dünyanın hem duyguların efendisi olduğu düşüncesi, bencilliği ve beraberinde sevgisizliği hâkim kıldı. Mesela hayvanların duygu dünyalarını içgüdü gibi algılamamıza neden oldu.
Ancak belgesellerde ve sosyal medyada dolaşan hayvan görsellerinde sevgi, üzüntü, neşe, şaşkınlık... duygularını hayvanların da yaşadığını net olarak görüyoruz. Ayrıca kedi, köpek, kuş gibi hayvanı olan birine, “Hayvanların duyguları yok.” derseniz size güler geçer. Çünkü evcil hayvan ailenin bir üyesidir ve aile ile yaşadığı yoğun duygu alışverişini anlatmaya sözcükler yetersiz kalır.
Bugün “Bitki ve cansız varlıkların duyguları vardır.” demek şu an bize komik, tuhaf geliyor. Ancak teknoloji geliştikçe, biz evreni anlamaya çalıştıkça, bu bakış açımız da değişecektir. Çünkü Einstein “Bir şey ölçülünceye kadar yoktur. Ölçülünce vardır.” der. Yani kuantum fiziği geliştikçe bugünkü doğruların yanlış olduğunu göreceğiz.
Mesela öğrenciyken bize “maddenin en küçük parçası atomdur.” diye öğrettiler. Bugün atom altı bozanlar, laptonlar, kuarklar karşımıza çıktı ve bunların frekans olduğu kabul edildi.
Bu nedenle kuantum fiziği her şeyin bir frekans olduğunu belirtiyor. Belki bir gün bitkilerin, dağın, taşın frekansını ölçebileceğimiz bir teknoloji geliştirilecek; onların da insanlar ve hayvanlar gibi zengin bir duygu dünyası olduğunu göreceğiz.
Maalesef bilim gelişirken bizler, yanı başımızdakileri görmüyoruz. Günlük koşuşturma içinde, ne kendi iç dünyamızın ne de başka varlıkların farkındayız... Bunu fark etmemi balkonuma yuva yapan bir çift kumru sağladı.
Kumruları, büyükşehirlerin semalarında, parklarda, sokaklarda görüp geçeriz. Sayıları diğer kuş türlerine göre hızla arttığı için istilacı türdür. Balkonlarımıza musallat olduklarında bize epey iş çıkartırlar...
Yazın mutfağımın balkonuna da bir çift kumru musallat oldu. Çerçöp toplamaya başladı. Ben de yuva yapmasınlar diye çerçöpleri attım ve kumruları kovdum. Meğer kumruların yumurtlaması için derli toplu yuvaya ihtiyaçları yokmuş. Attığım çerçöplere yumurtlamış. Ben onları kovalarken yumurta yuvadan yuvarlanmış. Balkonu temizlerken yumurtayı görünce üzüldüm. Kumruların neden balkonun etrafında canhıraş uçtuklarını anladım.
Bir hafta sonra yine geldiler. Mutfağın balkonunda oğlum Koray’la çok vakit geçiriyoruz; kumrulara tahsis edemezdim. Ben kovaladım, onlar geldi. Bir hafta sürdü bu mücadele... Bir gün çok sinirlendim “Gidin salonun balkonundaki limon ağacının dibine yapın yuvanızı; burayı size vermem.” diye bağırdım ve yine kovaladım.
Ertesi gün mutfağın balkonuna gelmediler. Kurtuldum diye sevindim. Akşama doğru salonun balkonuna gittiğimde bir çift kumrunun, yuva yapmaya bile gerek görmeden salonun balkonundaki limon ağacının dibine yumurtladığını gördüm.
Onların, mutfağın balkonundan kovduğum kumru çifti olduğunu düşündüm, Bir kez daha yumurtayı atıp onları kovalamaya kıyamadım. Hayvanlar adrese teslim yuva kurmuşlardı. Sanki beni anlamışlar, sadece iki kanadı bir karış açık olan cam balkondan içeri girmişler ve söylediğim yeri yuva bellemişlerdi.
Koray balkondan aşağı sarkar kaygısıyla açamadım camları. Gerçi Koray yapmaz ama ben de kaygı düzeyi tavan yapmış durumda. Çünkü Koray çok sıkıntılı... Ergenlik nedeniyle artan huzursuzluğunu sakinleştirmek için doktorların verdiği ilaçlar, onu çok daha kötü hale getirdi ve hayatımızı cehenneme döndürdü.
Bu sıkıntının üstüne bir de Ankara yandı kavruldu bu yaz. Ben Koray’ın öfke nöbetleri ve huzursuzluğu ile boğuşurken kumru da kuluçkaya yattı. Üç hafta boyunca hiç boş bırakmadılar yumurtayı. Ne zaman baksam yumurtanın üstünde bir kumru vardı. Hangisi anne, hangisi baba ayıramadım. Benim de onların da işi zordu... Zaman zaman kırk dereceye ulaşan sıcaklıkta, ben Koray’ı sakinleştirmek ve bu sıkıntılı süreci atlatmak; kumru çifti ise yavrusunu dünyaya getirmek için mücadele ediyordu.
Kumru ve ben yani insan ve hayvan çile dolu olan bu yolda yavrularımızı yaşatmak için çabalıyorduk. Kumrular da benim yaşadığım sevgi, umut, korku, kaygı... gibi birçok duyguyu yaşıyordu. Onların duygularının benimkinden zerre farkı yoktu. Sadece duyguların yaşandığı bedenin değiştiğini şaşırarak izliyordum.
Koray’ın öfke anında benim yaşadığım korku ve çaresizliği, onlar da ilk zamanlarda limon ağacını sulamak için onlara yaklaştığımda yaşıyorlardı. Biz balkona girip çıktıkça yaşadıkları korku ve kaygı duyguları açıkça görülüyordu. Benim gücüm karşısında savunmasız, kahverengi gözleriyle bana öyle anlamlı bakıyorlardı ki söze ne hacet. Sonra bize alıştılar. Korku yerini huzura bıraktı. Onlara dokunmadan iyice yaklaşmamıza tepki vermediler. Ankara’nın sıcağına camın sıcağı eklendi ama kumru çifti vazgeçmedi yavrusundan. Nihayet yavru çıktı, tüylendi.
Koray ve ben sık sık onları seyrettik. Yavruyu beslemeleri, yavrunun onlara sokulması, neşe ile ötmesi öyle güzeldi ki... Yavru tüylenince yuvada tek bıraktılar, uzaktan takip ettiler, sadece beslemek için yanına geldiler yani yavruyu hayata hazırlamaya başladılar...
Tüm bunları defalarca Koray’a anlattım. Hiç tepki vermedi ama sık sık seyretti onları. Bir gün “Oğlum, kuşun neyi olmuş?” diye sordum. Koray “Kuzusu.” diye cevapladı. Otizmliler mecazları anlamakta zorlanır. Burada kuzu kelimesi yavru anlamında Koray için. Çünkü ben onu “Anasının kuzusu, yüreğinin sızısı” diye sever öperim. Sık sık kuzum diye sarılırım.
Yakında kumrular, Koray’ın dediği gibi kuzusuyla uçup gidecekler ve bizler için parklardaki her hangi kuştan biri olacaklar... Onların da duygu dünyası olabileceği, çok yoğun sevgi ve emeğin eseri olduğu aklımıza bile gelmeyecek.
Koray’ın öfke nöbetlerinin tavan yaptığı o zor günlerde bir çift kumru ve onlardan evimize yayılan sevgi bize çok iyi geldi... Unutmayalım ki sevgisizliğin, hoyratlığın karanlığında evrenin dilinin sevgi olduğunu hatırlamaya herkesin çok ihtiyacı var ...
KAYNAKÇA
1.Aydın İsmail Hakkı, Frekans Büründüm Beyin Diye Göründüm, s; 83
12 Eylül 2023
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.