YAZAN: Sevgi MART GÖCEN
Merhaba dostlar, bu sayfalardan ilk kez sesleniyorum sizlere. Verdikleri bu fırsattan dolayı tüm Umudun Kadınları Dergisi ekibine çok teşekkür ederim. Bu yazımda, ‘Evrilen Kadınlık’ anlayışını konuşmak istedim sizlerle.
Hani bir masal anlatılır ya, avcı-toplayıcı toplumda, erkek egemenmiş. Kadın mağarada oturur, erkeğinin avladığı yiyecekleri getirmesini beklermiş. Gerçek bilimsel araştırmalar, o işin gerçekte öyle olmadığını koyuyor ortaya. Öncelikle şunu düşünelim, o dönemde mağara denilen yerler, öyle kapısı çelikten, duvarları örülü, sıcacık, güvenli bir yer değil. Kaya oyuklarından oluşan ve çoğu tehlikeye açık olan alanlar. Dolayısıyla, kadının, çocuklarını da kucağına alıp, sıcacık sobasının başında kocasını beklemek gibi bir lüksü yok ve en az erkeği kadar, hatta belki ondan da fazla avcılık yeteneklerine sahip olmak zorunda. Zira korumak zorunda olduğu, sadece kendi canı değil, aynı zamanda varsa kendisiyle birlikte kalan aile bireylerinin de canı.
İnsanlık daha sonra, tarımla tanışmış. Tarım işçiliği ortaya çıkmış ve kısmen yerleşik hayata geçilmiş. Bu dönem için yapılan araştırmalarda da kadınla erkeğin, hayatı eşit biçimde omuzladıklarını görüyoruz. Tarlada ekin ekip, sulama yapmaktan; ev işlerinin yürütülmesine kadar, kadınla erkek omuz omuza ve yan yana. Elbette bu süreci, devlet işlerinde de gözlemlemek mümkün. Özellikle Türk Toplumunda Tomris Katun başta olmak üzere, devlet idaresini üslenip, başarıyla yürüten çok fazla Bey ve Katun olduğunu biliyoruz.
Tarım toplumundan sonra ortaya çıkan sanayileşmeyle birlikte, bir “Normal” algısı oluşturulmuş. Çünkü sanayi demek para demek, kapitalizmin desteklenmesi ve beslenmesi demek. Oluşturulan düzende, sağlıklı, güçlü, çalışabilecek durumda olan erkek işçiler “Normal” kabul edilmiş ve bu tanımın dışında kalan herkesin, emeğine, gücüne, kişisel becerilerine hiç değer verilmemiş. Kadın da sadece cinsiyetinden dolayı, erkeğin arkasında kalmaya mahkûm bırakılmış. Toplumun devamlılığı için kaçınılmaz olan doğurganlığı, hastalık olarak kabul edilmiş. Annelik misyonu dikkate alınmamış. Erkeklerle eşit hatta onlardan çok daha fazla çalışmasına rağmen, emeği hiçe sayılmış ve çoğu zaman yarı ücret yeterli görülmüş. Kendilerine güçlü damgası vurulan erkekler, kadın üzerinde her türlü hâkimiyete sahip olduklarını düşünmeye başlamışlar ve kadın, bir birey olarak değil, fabrikada köle, tarlada ırgat, yatakta zevk nesnesi, evinde dilenirse bir anda çöpe
fırlatılabilecek bir eşya olarak algılanmaya başlamış. Toplum hayatında varlığı yavaş yavaş silinmiş ve kendi hayatı üzerinde bile karar veremez hale getirilmiş. Çocuklarının hayatı hakkında hiçbir söz söyleyememiş, dayanabilirse, bir köşede yaşamış; dayanamazsa, izleri beşikteki bebeğinde, duvardaki yazmasında, mutfaktaki önlüğünde kalmış. Daha sonra onlar da silinmiş ve yeni bir kadın gelmiş yerine, döngü onun için başlamış bu kez. Ekonomik gücü elinden alınıp, bekârsa babasına, ailesine; evliyse kocasına bağımlı hale dönüştürülmüş. Zira ekonomik güç ve eğitim, bireyi kendi olma mücadelesinde güçlü yapan en değerli silahlardır. Hangi okula gidebileceğine, kaç yaşında evlendirileceğine, kiminle evleneceğine, kaç çocuk doğuracağına, bu çocukları kaç yıl arayla doğuracağına hep başkaları karar vermiş.
Geldiğimiz noktada, kadının geçirdiği evrim, ileriden geriye doğru dönüşmüş. Elbette her dönemin farklı istisnaları vardır. Ben sadece genel bir portre çizmeye çalıştım sizlere. Bugün sivil toplum hareketinde kadın varlığı, genel sayının dörtte birine bile ulaşmıyor. Siyasi hayata kadınların katılımını sağlamak için, kotalar koymak zorunda kalıyoruz. Kız çocukları, çocuk hatta bebek yaşta evlendirilmesin diye mücadele etmemiz gerekiyor. Hem kadın hem engelli iseniz, uğranılan ayrımcılık iki katına çıkıyor. Cinsel hayatınızdan, aile yaşamınıza kadar her türlü sorguya maruz bırakılıyor ve serbestçe, fütursuzca denetlenebiliyorsunuz. Bu noktada biz kadınlara düşen evrim sürecimizi tekrar tersine çevirmek; ihtiyaç duyan herkesin yanında olarak, mücadele gücünü artırmak; kız çocuklarımıza, saraylarda cariye değil, başta kendi hayatları olmak üzere toplum yaşamında katun olabileceklerini anlatmak ve onları bu bilinçle yetiştirmek. Elbette oğlan çocuklarımıza da kadınların, onların kölesi olmadığını; var olabilmenin tek koşulunun kadın ve erkeğin omuz omuza yaşadığı toplumlar olduğunu anlatmak. Kadınların gerçekten birey olarak görüldüğü, eşitliğin hâkim olduğu, özgürlüğün ayak seslerinin toplumun her aşamasında yankılandığı, çok daha adil günlere ulaşmak dileğiyle, herkese kolaylıklar.
13 ARALIK 2022
Merhaba dostlar, bu sayfalardan ilk kez sesleniyorum sizlere. Verdikleri bu fırsattan dolayı tüm Umudun Kadınları Dergisi ekibine çok teşekkür ederim. Bu yazımda, ‘Evrilen Kadınlık’ anlayışını konuşmak istedim sizlerle.
Hani bir masal anlatılır ya, avcı-toplayıcı toplumda, erkek egemenmiş. Kadın mağarada oturur, erkeğinin avladığı yiyecekleri getirmesini beklermiş. Gerçek bilimsel araştırmalar, o işin gerçekte öyle olmadığını koyuyor ortaya. Öncelikle şunu düşünelim, o dönemde mağara denilen yerler, öyle kapısı çelikten, duvarları örülü, sıcacık, güvenli bir yer değil. Kaya oyuklarından oluşan ve çoğu tehlikeye açık olan alanlar. Dolayısıyla, kadının, çocuklarını da kucağına alıp, sıcacık sobasının başında kocasını beklemek gibi bir lüksü yok ve en az erkeği kadar, hatta belki ondan da fazla avcılık yeteneklerine sahip olmak zorunda. Zira korumak zorunda olduğu, sadece kendi canı değil, aynı zamanda varsa kendisiyle birlikte kalan aile bireylerinin de canı.
İnsanlık daha sonra, tarımla tanışmış. Tarım işçiliği ortaya çıkmış ve kısmen yerleşik hayata geçilmiş. Bu dönem için yapılan araştırmalarda da kadınla erkeğin, hayatı eşit biçimde omuzladıklarını görüyoruz. Tarlada ekin ekip, sulama yapmaktan; ev işlerinin yürütülmesine kadar, kadınla erkek omuz omuza ve yan yana. Elbette bu süreci, devlet işlerinde de gözlemlemek mümkün. Özellikle Türk Toplumunda Tomris Katun başta olmak üzere, devlet idaresini üslenip, başarıyla yürüten çok fazla Bey ve Katun olduğunu biliyoruz.
Tarım toplumundan sonra ortaya çıkan sanayileşmeyle birlikte, bir “Normal” algısı oluşturulmuş. Çünkü sanayi demek para demek, kapitalizmin desteklenmesi ve beslenmesi demek. Oluşturulan düzende, sağlıklı, güçlü, çalışabilecek durumda olan erkek işçiler “Normal” kabul edilmiş ve bu tanımın dışında kalan herkesin, emeğine, gücüne, kişisel becerilerine hiç değer verilmemiş. Kadın da sadece cinsiyetinden dolayı, erkeğin arkasında kalmaya mahkûm bırakılmış. Toplumun devamlılığı için kaçınılmaz olan doğurganlığı, hastalık olarak kabul edilmiş. Annelik misyonu dikkate alınmamış. Erkeklerle eşit hatta onlardan çok daha fazla çalışmasına rağmen, emeği hiçe sayılmış ve çoğu zaman yarı ücret yeterli görülmüş. Kendilerine güçlü damgası vurulan erkekler, kadın üzerinde her türlü hâkimiyete sahip olduklarını düşünmeye başlamışlar ve kadın, bir birey olarak değil, fabrikada köle, tarlada ırgat, yatakta zevk nesnesi, evinde dilenirse bir anda çöpe
fırlatılabilecek bir eşya olarak algılanmaya başlamış. Toplum hayatında varlığı yavaş yavaş silinmiş ve kendi hayatı üzerinde bile karar veremez hale getirilmiş. Çocuklarının hayatı hakkında hiçbir söz söyleyememiş, dayanabilirse, bir köşede yaşamış; dayanamazsa, izleri beşikteki bebeğinde, duvardaki yazmasında, mutfaktaki önlüğünde kalmış. Daha sonra onlar da silinmiş ve yeni bir kadın gelmiş yerine, döngü onun için başlamış bu kez. Ekonomik gücü elinden alınıp, bekârsa babasına, ailesine; evliyse kocasına bağımlı hale dönüştürülmüş. Zira ekonomik güç ve eğitim, bireyi kendi olma mücadelesinde güçlü yapan en değerli silahlardır. Hangi okula gidebileceğine, kaç yaşında evlendirileceğine, kiminle evleneceğine, kaç çocuk doğuracağına, bu çocukları kaç yıl arayla doğuracağına hep başkaları karar vermiş.
Geldiğimiz noktada, kadının geçirdiği evrim, ileriden geriye doğru dönüşmüş. Elbette her dönemin farklı istisnaları vardır. Ben sadece genel bir portre çizmeye çalıştım sizlere. Bugün sivil toplum hareketinde kadın varlığı, genel sayının dörtte birine bile ulaşmıyor. Siyasi hayata kadınların katılımını sağlamak için, kotalar koymak zorunda kalıyoruz. Kız çocukları, çocuk hatta bebek yaşta evlendirilmesin diye mücadele etmemiz gerekiyor. Hem kadın hem engelli iseniz, uğranılan ayrımcılık iki katına çıkıyor. Cinsel hayatınızdan, aile yaşamınıza kadar her türlü sorguya maruz bırakılıyor ve serbestçe, fütursuzca denetlenebiliyorsunuz. Bu noktada biz kadınlara düşen evrim sürecimizi tekrar tersine çevirmek; ihtiyaç duyan herkesin yanında olarak, mücadele gücünü artırmak; kız çocuklarımıza, saraylarda cariye değil, başta kendi hayatları olmak üzere toplum yaşamında katun olabileceklerini anlatmak ve onları bu bilinçle yetiştirmek. Elbette oğlan çocuklarımıza da kadınların, onların kölesi olmadığını; var olabilmenin tek koşulunun kadın ve erkeğin omuz omuza yaşadığı toplumlar olduğunu anlatmak. Kadınların gerçekten birey olarak görüldüğü, eşitliğin hâkim olduğu, özgürlüğün ayak seslerinin toplumun her aşamasında yankılandığı, çok daha adil günlere ulaşmak dileğiyle, herkese kolaylıklar.
13 ARALIK 2022
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.