sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Nazik Işık, kıvırcık beyaz saçlı, gözlüklü ve gülümsüyor. Bir bilgisayarın önünde oturuyor ve kulaklık takıyor. Boynunda inci bir kolye ve üzerindeki siyah kıyafetin üstüne kırmızı çiçek desenli açık renkli bir fular takmış. Elleriyle bilgisayarın klavyesine dokunuyor. Önünde bir mikrofon, masada ayrıca bir telefon, mavi bir kupa ve çeşitli kağıtlar bulunuyor. Mutlu görünüyor. Bir toplantı odasına benzer modern bir mekânda oturuyor.
SÖYLEŞİYİ YAPAN: Şule SEPİN İÇLİ

Şule: Sevgili izleyicilerimiz, Arı Kovanı köşemizde daha önce benim çok yakından tanıdığım bir konuğumuz var, Nazik Işık. Belki pek çoğunuz da bu ismi duymuşsunuzdur. Duymayanlar da merak etmesinler. Nazik'i biz zaten ayrıntılı olarak tanıyacağız bugün. Hoş geldin Nazik'ciğim.
Nazik: Merhaba, hoş bulduk.
Şule: Öncelikle kendini bize tanıtabilir misin?
Nazik: Ben İzmirliyim. 1957 yılında İzmir'de doğdum. Karşıyaka'da büyüdüm. Karşıyaka'da kız lisesini bitirdikten sonra Siyasal bilgiler Fakültesinde öğrenim görmek istediğim için ilk kez de o sene merkezi yerleştirme sistemi uygulamaya girdi. Kazandım, geldim ve mülkiyeden mezun oldum. Devlet Planlama Teşkilatı'nda çalışmak için mülkiyeyi istemiştim. Bilinçli bir tercihti. Benim yıllarımda çok bilinçli üniversite tercihlerinin yapıldığını söylemek biraz zor. Hangi bölümlerden hangi mesleklere geçiş yapılıyor çok bilinen şeyler değildi. Ama ben Mülkiyeyi Planlama Teşkilatında çalışmak için arzu etmiştim. Türkiye'nin değişimci güçleri arasında yer almak istediğim için Onu sağlamış oldum. Ama Devlet Planlama Teşkilatı o zaman arada bir sınav açan bir kuruluştu. Ben sınav için beklemek zorunda kaldım. İşte o dönem iş müfettiş yardımcılığı sınavına girdim. Çalışma Bakanlığı'nda bir süre iş müfettiş yardımcılığı yaptım. Devlet İstatistik Enstitüsü'nde, Sosyal Hesaplar Müdürlüğü'nde nüfus sayımlarıyla ilgili çalışmalar yaptım o dönemde. Aynı bölümde, aynı yerde ekonomik politikaları alanında bir mastır derecesi aldım. Bu arada Devlet Planlama Teşkilatı'nın da açtığı sınavla 1979'da Planlamaya girdim. 12 Eylül döneminde planlamadan 1402 sayılı kanun çerçevesinde atıldım. Yargılandım. 1989'da belağat ettim. Arada uzun bir zaman var. O uzun zamanda ben özel sektörde serbest kaldıktan sonra çalıştım. İki çocuk sahibi oldum. 1989'da dava belli bir aşamaya geldi. Yargıtay aşamasında da bitti. İdare mahkemeleri ve Danıştay'da davalar yürüttüm. Sıkıyönetimin kalkmasıyla birlikte başlayan bir süreç oldu. 1402 sayılı kanun sıkıyönetimin öngörmesi üzerine işten atılmaya ilişkin olduğunu şimdi gençler bilmezler. 89 Aralık’ında da işime geri döndüm Planlama uzmanı olarak. 1989 sonundan 2002 sonlarına kadar Devlet Planlama Teşkilatı'nda iş güç piyasasıyla, çalışma sorunlarıyla ilgili uzman olarak çalıştım. Bu arada bir dönem Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdür Yardımcılığı yaptım. Devlet Planlama Teşkilatı, planlama uzmanlarının bu tür görevlere, geçişleri konusunda kanunen oluşturulmuş hakları vardır. İki yıl kadar yurt dışında tekrar mastır yaptım. Özel bir çalışma yürüttüm, kalkınma çalışmaları alanında devlet burslusu olarak gittim. 2002'de kendi isteğimle emekli oldum. Çünkü aktif siyasi hayatın içerisinde yer alma konusunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabii çalıştığım için imkân yoktu. Mecliste çok uzun yıllar plan bütçe komisyonunda görev yaptım planlama teşkilatının gerektirdiği bir iş olarak. Her zaman siyasetle ilgili bir insan oldum. Aktif siyasetin içerisinde üniversite yıllarımdan başlayarak yer aldım ama devlet memuru olduktan sonra parti üyesi olma şansımız olmadığı için o dönemi 2002'de kapatmak ihtiyacı duydum. Emekliliğimi istedim. 99-2000'de başlamış olduğum Hacettepe Üniversitesi'ndeki sosyal hizmetlerle ilgili yüksekokuldaki sosyal politika planlama, toplumsal cinsiyet ve sosyal hizmet derslerimi 2012'ye kadar sürdürdüm. 2012'de İzmir'e dönmüştüm. CHP'den milletvekili adayıydım 2011 seçimlerinde. Bu benim için bir vesile oldu. Kendi memleketime dönmüş oldum. O tarihten bu yana da İzmir'de yaşıyorum. Aktif çalışmalarımı sivil toplumda da partide de sürdürüyorum. 2003-2004'den 2009'a kadar bir 5-6 yıllık süre Birleşmiş Milletler Nüfusunun da çeşitli Avrupa Birliği projelerinin yöneticiliğini yaptım, danışmanlıklarda bulundum. Çeşitli Birleşmiş Milletler Ajanslarında da danışmanlık ve uzmanlık işleri gerçekleştirdim.
Şule: Evet birkaç şapkanı da bu arada birlikte öğrenmiş olduk. Ama biz bunların ayrıntılarına gireceğiz tabi. İstersen önce Sivil toplum örgütlerinden bahsedelim. Pek çok sivil toplum örgütünde bulunuyorsun. Onları paylaşabilir misin bizimle?
Nazik: Benim sivil toplum örgütleriyle çalışmam oldukça eski. İlk başladığım sivil toplum örgütü Halk evleriydi. 1971'de Karşıyaka Halkevlerinde öğrencilere yönelik fen ve matematik dersleri veriyordum. Daha sonra, 75'te üniversitede birinci sınıftayken 18 yaşını bitirdim. Kendime iki tane ödül verdim. Birinde Cumhuriyet Halk Partisi'ne üye oldum. Öbüründe de bir kadın örgütü aradım. İçinde yer alabileceğim. Bu arayış epeyce sürdü ama Haziran'da o sene İlerici Kadınlar Derneği kuruldu. Başka kadın dernekleri de sol örgütlerin içerisinde vardı. Onların hepsini sırayla ziyaret ettim, Halk Evlerinin Kadın Çalışmaları dahil. Sonuç olarak İlerici Kadınlar Derneği'ne üye oldum. Kendime verdiğim bir diğer ödül. Bunun dışında tabii zaman içerisinde, mülkiyeden mezunum, Mülkiyeliler Birliği üyesiyim, , KAOSGL'nin kuruluşundan beri üyesiyim, Konak Mülteci Merkezi Derneği'nin, KADER üyesiyim, yani sayabileceğim çok sayıda örgüt var. Mesela şu anda Yerel Reform Girişimi Derneği diye yeni bir derneğimiz var, Sosyal Demokrasi Derneği'nin, 2 tane sosyal demokrasi kuruluşu var Türkiye'de. TÜSES, SODE ve SDD dediğimiz Sosyal Demokrasi Derneği. Ben ikisinin üyesiyim.
Şule: Bir de Eşit Yaşam Derneği'nde çalışıyorsun değil mi?
Nazik: Şu anda başkanıyım Eşit Yaşam Derneği'nin. 2013'te kurduk biz Eşit Yaşam Derneği'ni. İzmir merkezli bir dernek. Şu anda şubesi de yok zaten. Biz onu kurarken özellikle yerel yaşamda eşitlik perspektifiyle yerel yönetimlerle çalışmayı hedeflemiştik. O perspektifle çalışmaya devam ediyoruz. Ben aynı zamanda şu anda Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği'nin de yönetim kurulu üyesiyim (STGM.)
Şule: Bu kadar işi bir arada nasıl yürütüyorsun?
Nazik: Tabii bütün saydığım sivil toplum örgütlerimde aktif olarak yer almıyorum. Tüketici Derneği'nin de üyesiyim ama orada belli şeyleri izliyorum. Kongrelerine görevim olduğu sürece katılmakla ilgileniyorum. Aidatımı düzenli öderim bütün kuruluşlarımı. Kadın Dayanışma Vakfı'nın kurucularından biriyim ben, hala üyesiyim. Kadın Dayanışma Vakfı'nın artık kongrelerine geliyorum ama onun dışındaki şeylerinde herhangi bir çalışma yürütmüyorum. Yani üye olduğun her kuruluşta aktif üye olarak, çalışkan üye olarak bulunmak değil, aidatını düzenli ödeyen, kendisinden istenen işleri bir şey talep edildiği zaman yapan üye olmak bana yeterli oluyor bir kısmımda bunların. Belirli zamanlarda yaptığım işler var. Şu anda yoğun olarak çalıştığım iki tane sivil toplum örgütü var. Biri Eşit Yaşam Derneği yönetim kurulunda yer aldığım için öbürü de Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği. Kent Konseylerinde çok uzun yıllar yerel gündem 21'den beri emeği olan insanlardan biriyim Türkiye'de. Ama mesela şu anda kent konseylerinde aktif görev yapmıyorum.
Şule: Biraz da siyasi yaşamdan söz edelim. Bildiğim kadarıyla sen de söyledin zaten milletvekili aday adaylığın olmuştu. Bir de sanıyorum İzmir'de bir belediye başkan aday adaylığın olmuştu.
Nazik: Oldu, evet. Ben aslında siyasette böyle bir oraya bir buraya her bulduğun aday olma ihtimali olan yere aday adayı olma meselesini hiç sevmem. Bir kere 2002'de milletvekili olmakla ilgili olarak başvurumu yaptım ve iddiamı, ısrarımı hep milletvekili üzerinden sürdürdüm bugüne kadar da. 2019'da farklı bir durum oldu. İzmir'de Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na başvuran Cumhuriyet Halk Partisinden aday adayı olan kadın arkadaşımız çıkmadı. Ben de bunu kendime yediremedim. Başvurumu yaptım. Benle aşağı yukarı aynı günlerde bir de jinekolog, milletvekilliği yapmış Canan Arıtman arkadaşımız vardı, rahmetli oldu. O başvuru yaptı. Biz iki kadın başvuru yapmış olduk o dönemde. Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na bir aday adaylığım var. Milletvekilliğimde 2011'de adaydım. Aday adayı değildim. Seçilemedim o ayrı ama adaydım.
Şule: Senin kadın bakış açın, insanlara yaklaşımın, ben bunları çok yakından bildiğim için aslında bir kadın milletvekili olmak açısından çok kıymetli. Seçilememe nedenini ne olarak görüyorsun?
Nazik: Partinin çeşitli zamanlarda farklı listeleri yaparken farklı öncelikleri oluyor. Bunun iki boyutu var. Hem genel merkezde hem yerel düzeyde. Yani her zaman, örneğin son dönemde İzmir taşıyıcı illerden biri olduğu için sistemde biliyorsun Türkiye Milletvekilliği yok. Biz de altı siyasi parti bir anlaşmayla girdik. İzmir'e mesela bizim seçilebilir sıralarımızdan, farklı siyasi partilerden, Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olmayan dört kişi daha eklendi ve o arkadaşlar milletvekili seçildi. Şimdi onlardan ikisi Cumhuriyet Halk Partisi'ne üye olmuş vaziyetteler ama bu şehirde 12-13 milletvekili çıkarma kapasitemizin dördü bu insanlara gidince doğal olarak bizim yerimiz azalmış oluyor. İkinci bir meselemiz, elbette kadınların siyasette erkekler kadar şansı yok. Yani bir bölgede bir kişi konduğu zaman listenin başına, seçilecek yere, “Size de verdik ya, kadınlar da seçiliyor ya” diyen çok insan çıkıyor. Partinin politikası bu olmamakla birlikte. Çok kısa bir zaman öncesine kadar Cumhuriyet Halk Partisi'nde milletvekilleri için kota yoktu mesela, cinsiyet kotası. Daha doğrusu şöyle vardı, merkezden atamayla belirlenen bir yüzde on beşimiz var bizim. O yüzde on beşin içerisinde kotaya uyulur deniyordu. Yani listenin tamamında kota milletvekilliği için yoktu. Büyükşehir Belediye Meclisi üyeleri ve belediye meclis üyeleri için var aslında bu kota. Özellikle ilçeler tabii ki belirleyici burada. Orada vardı kota. Orada da partideki Cinsiyetçi yaklaşımdan etkilenmişlik kendini gösteriyor. Fermuar sistemi olmadığı için ön sıralara, seçilebilir yerlere daha az kadın konuyor. Listenin sonlarına kadınlar yerleşiyorlar genellikle. Bu ayrımcılık, parti içerisinde cinsiyet kotası olsa da büyük ölçüde devam ediyor. Zihniyet değişimi çok zahmetli, uzun soluklu bir iş biliyorsun. Ben bunların hepsinden nasibimi aldım. Yerel de ön seçime katılmadım 2015'te bir ön seçim yapıldı. Çünkü zaten ön seçimden seçilenlerin sadece beşi, ilk beşinin seçilme olasılığı vardı ve bu beşin arasına girebilecek bir kadın yoktu. Benim en iyi ihtimalle çıkabileceğim yer ki ön sıralarda bir kadın olarak çıkma olasılığım çok yüksekti. İyi tanınırdım örgütte, sevilende bir insandım. Ama araya genel merkez kontenjanından yerleşecekleri de dikkate aldığında benim gelebileceğim en iyi sıra 8 veya 9'du. CHP'nin de o tarihte burada bölgelerde 7'den fazla vekil çıkarma olasılığı yoktu. Nitekim 7-7 ile bile hatta 7-6 ile iki bölgede kaldık. Öl seçimden de çıksan ve o kadar enerji harcamış olmana rağmen seçilebilir bir yerde olma olasılığı yok. Sistemin de getirdiği bazı şeyler. Kadın kolları genel sekreterliği, parti meclisi üyeliği yaptım. Çeşitli programla ilgili çalışmalarda, bilim, yönetim, kültür platformu çalışmalarında farklı görevler üstlendim. Benim genel sekreterlik yaptığım dönemde mesela engelli kadınlarla ilgili komisyonlar bile oluşturmuştuk, çalışmıştık birlikte. Yani emek vermekle partide ille bir yere seçileceksiniz, bir yere geleceksiniz, aday adayı olduğunuz yerde olacaksınız diye bir kural maalesef. Yok. Kadınlar bundan daha fazla etkileniyorlar. O da bir gerçek. Kotalarda bu anlamda daha fermuar sistemiyle desteklenmediği sürece daha zor hale geliyor.
Şule: Tabii biz senin gibi bir insanın seçilmesini çok istiyoruz. Bundan sonraki dönemde aday olmayı düşünüyor musun?
Nazik: Siyaset şöyle bir şey, ben iki tane virüs bilirim. Vücuda girdi mi çıkmaz. Bunlardan bir tanesi feminizmdir, öbürü de siyaset aşkıdır. Ben sadece siyasi parti anlamında söylemiyorum. Hayatın çeşitli alanlarında, sivil toplum çalışmalarında da hak temelli oldukları sürece geniş anlamda siyasetin bir parçası olarak görüyorum. Hayırsever Dernekleri gibi çalışmaları dışarıda tutarak söylüyorum benim gibi hak temelli bakış açısıyla olanları. Siyaset yapmaya devam edeceğiz. Ediyoruz da imkânlarımız neye elveriyorsa, şartlarımız nerelerde bulunmaya elverişliyse Oralara aday da olacağız. Seçiliriz, seçilmeyiz, o ayrı bir şey ama iddiamızı sürdürmek gerekir diye düşünüyorum.
Şule: Çok mantıklı bakıyorsun olaylara gerçekten. Peki, biraz kadın hareketi üzerinden konuşalım. Senin kadın hareketine olan ilgin, yani feminizmle tanışman, feminist olman, bu nasıl oldu? Bu süreci biraz paylaşabilir misin bizimle?
Nazik: Benim engelli bir abim var. Doğduğum anda abimin ablasıydım ben. Onu korumak, kollamak, ona kol kanat gelmek gibi bir misyonla doğmuş bir çocuğum. Abimle ilgili farklılığın yol açtığı ayrımcılık meselelerine çok erken yaşta tanık oldum. Bunun getirdiği bir duyarlılık oluşumu söz konusu oldu bende. 5 yaşında okuma yazma öğrendiğimde, okuma yazma öğrenmiş olduğum keşfedildiğimde, Karşıyaka gibi bir yerde bile çevremde ki biz çok kalabalık ve büyük bir aileydik. Araştırdım merakla herkes böyle beş yaşında kendi kendine okuma yazmayı öğrenmiş mi diye. Bana neredeyse madalya takmak üzereydi. O nedenle çok duyarlı büyük bir iş başarmış olmanın şeyi vardır ya çocuklukta. Şimdi de olsa hepimiz gurur duyarak söyleriz bir özelliğimiz olsa. O zaman herkese soruyordum, “Ben okuma yazma biliyorum, sen de biliyor musun?” diye. Hiç erkek yoktu okuryazar olmayan tanıdığım, çevremde gördüğüm, sorduklarım arasında. Ama kadınlar vardı. Hala da olduğu gibi. Ben kadınların farklı olduğunu, okuma yazmada bile eşit olmadığını o çocuk aklımla belki böyle ifade etmedim ama o zaman ilk fark ettim ve okuma yazma öğrenmeleri için çok zorladım kadınları o tarihlerde. Komik komik hikâyelerim de vardı. Okuma yazma öğretmeye kalkışmak gibi kadınlara. Abimin engelli olmasından kaynaklı duyarlılık, farklıların eşitsiz olduğunu, ayrımcılığa uğradığını belki bu dille değil ama anlama becerilerim o zaman gelişmeye başladı. Kadınlarla ilgili de bu okuma yazma meselesinden sonra hep böyle Aynı mı, farklı mı konusu kafamı kurcaladı açıkçası. Ortaokuldan sonra daha sol, sosyalist görüşlere eğilimli bir insan oldum. O zaman zaten eşitsizliklere daha da bir duyarlı hale geliyorsun, sınıfsal eşitsizliklerden başlayarak. Ama bu sınıfsız eşitsizliklere aşırı vurgu yapmanın, o dönemki sosyalist hareketin de bana getirdiği en önemli özellik, devrim olacak, her şey dümdüz, her şey güzel olacak yaklaşımı içerisinde geçmek oldu. Kadınlarla çalışmayı üniversite yıllarında tercih etmiş olsam da gençlik örgütlerinde çok yer almadım. Ben kadın hareketine geçiş yaptım doğrudan. CHP'de de kadın kollarında çalışarak başladım 75'te. Feminizm o zaman çok da matah bir şey olarak anlaşılmıyordu. Sosyalist hareket, sol hareket içerisinde erkek düşmanlarıyla özdeşleştirilen, mücadele bölücüsü gibi tarif edilen bir şeydi. Benim feminist olmam 12 Eylül'den sonrasıdır. Daha doğrusu 4-5 yılı bulan bir okuma, araştırma, düşünme döneminden sonra, 12 Eylül sonrasında, kendime böyle bakınca, “Ya ben bilmem kaç yıldır bal gibi feministmişim, yaptığım şeyler feministliğin ta kendisiymiş” diye bir noktaya geldim. Ve çok erken yaşlardan itibaren aslında feminist olduğumu söyledim. Ama bunu itiraf etmek, buna sıfat olarak soyunmak, üstüne giymek 12 Eylül sonrasıdır benim için.
Şule: 12 Eylül sonrasında ne oldu da bu karar kesinleşti?
Nazik: Cezaevi dönemi geçirdim. Cezaevi dışındaki kadınlar ve çocuklarla çok yoğun bir dönem yaşadım. İlerici Kadınlar Derneği'nden gelen birikimim vardı. Sol hareketler içerisinde kadınların yine eşitsiz konumda olduğunu yaşamış insanlardan biriydim. Cumhuriyet Halk Partisi'ne dâhil olmak üzere. Bütün onların bende bir birikimi olduğunu düşünüyorum. Bir diğer tarafı işin 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan Avrupa'daki ikinci dalga Feminist Hareketi'nin Türkiye'ye yansımaları başlamıştı. Somut yayınlarının başlaması, çevirilerin başlaması, Ankara'da bilinç yükseltme gruplarının oluşmaya başlaması gibi bunların içerisinde kadına yönelik şiddetle ilgili konularla ilgilenmeye başlamam gibi şeyler oldu. Bu ikisinin birleşimidir benim kendimi, yaptıklarımı sorgulamam. Şiddetle ilgili çalışan her konuyu toplumsal cinsiyet perspektifinden görebilen bir noktaya gelmiş kadın erkek, herkes için geçerli bir nokta. Kadınla ilgili şiddetle ilgili çalışıyorsanız, bu şiddetin cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilişkisini ve bunun ne kadar eşitsiz bir ilişki olduğunu, öğrenilmiş davranışları anlamamanız mümkün değil ki. Bu da feminist teorinin çok önemli bir bölümü.
Şule: Kadınların dayanışması, güçlendirilmesi bizim için çok önemli. Önce kadınlar açısından bunu biraz irdelemek istiyorum. Yani kadınlar acaba güçlenirken, dayanışırken kaçırdıkları bir şeyler oluyor mu? Yani kendi güçlerini zayıflatabiliyorlar mı? Kendi aralarında mesela bazen eril davranışlar olabiliyor, hırslar ihtirasa dönüşebiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
Nazik: Dayanışmanın her türlüsü kadınlar için de bulunduğu zorluktan çıkışla ilgili anlamlı ve önemli bir katkı sağlayan olaylar, davranış şekli dayanışma. Kadınlar için de eşitsizlikle mücadelede dayanışma çok özel bir konumda. Özellikle de kendi aralarındaki dayanışma. Bunu sağlayabilmek için de kadınların kendilerini güçlendirmeye ihtiyaçları var tabii ki. Sadece dayanışma deyince, dayanışma kendiliğinden olmuyor. Biz de bu toplumun ürünü varlıklarız. Kendimizle özel olarak uğraşmadığımız sürece bu toplumda geçerli, hiyerarşik. Yani şu ya da bu şekilde bu cinsiyetçi toplumun ayrımcı dilini, ayrımcı erkek egemen hiyerarşisini, davranışlarını bir şekilde biz de bünyemizde barındırıyoruz. Bunları öğrenerek yetişiyoruz. Toplumsal cinsiyet dememizin de önemli bir nedeni. Bu zaten cinsiyet rollerimizi, toplumun özelliklerinden edindiğimiz birikim bu sonuçta bünyemize yerleşmiş, içselleşmiş olan kısım. Zaten zorluk da burada başlıyor. İnsanın kendini değiştirmesi, dönüştürmesi de kolay bir mesele değil. Onun için bu anlayıştan, bu yaklaşımdan çıkmakta da hepimizin Yardıma ihtiyacı var. Kendimizle uğraşmaya ihtiyacımız olduğu gibi birbirimize de destek olmaya ihtiyacımız var. Mekanizmaları, yasaları, toplumsal davranış kalıplarını, cinsiyet kalıplarını değiştirmek için yapmamız gereken pek çok şeyi tek başına başarmamız mümkün değil. İyi rol model olmak bu açıdan güzel görünüyor insanlara, teşvik edici görünüyor ama çok yetersiz ve insanları bazen parçalanmaya kadar götüren özellikler taşıyabiliyor. Ona da yetiş, buna da yetiş. Tek taşımı kendime aldım vaziyetinde her şeyi beceren kadın, güçlü kadın olmak gibi bir noktada kendimizden çok şey verir duruma geliyoruz. Onun için dayanışma, mücadele içerisinde birlikte olma bizim açımızdan özel bir önem taşıyor bu zorlukları el birliğiyle aşabilmek açısından.
Şule: Özellikle karma örgütlerde kadınların durumunun ben çok fazla gündeme alınmadığını, değerlendirilmediğini düşünüyorum. Mesela Kader daha çok kadın muhtarlarla ilgileniyor ama sendikalarda, derneklerde bakıyorum kadınlar daha çok evde nasıl mutfaklarında çalışıyorlarsa, o örgütlerde de mutfak işlerini daha çok yürütüyorlar, çok çalışıyorlar, çok emek veriyorlar. Ama orada erkek egemen sistem sanki kadınları Ayrı ayrı yerlere koyuyor. Yani bir arada olamıyorlar, bir yere gelemiyorlar. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misin? Yani karma örgütlerde gerçekten kadınların yaşadığı sorunlara sen de tanık oldun mu?
Nazik: Tabii tabii. Bu çok uzun yıllar hepimizin gözlemlediği, çok emek verdiği alanlar içerisinde. Ben daha çok kadın örgütleri içerisindeki konulardan haberdarım ama sol örgütlerin içerisinde de pek çok mücadeleye tanıklık ettim. Karma örgütlerde, sendikalarda, meslek örgütlerinde de bu eşitsiz konumu elbette yaşadım ve gördüm. Hem tanık oldum hem bizzat yaşadığımda oldu siyasette. Siyaset de bir karma örgüt modeli biliyorsunuz. O açıdan bunlar bilindik hikâyeler. Bugün Türkiye'de geldiğimiz nokta açısından şunu söylemek mümkün: Hem meslek örgütlerinde hem de özellikle karma örgütlerin bir kısmında, mesela TÜMOP benzeri örgütler, meslek örgütleri, barolar gibi örgütleri kastediyorum. Hala bir barolar birliği başkanı, ulusal çattaki Başkanı bir kadın olmadı şu ana kadar. Mülkiyeliler Birliği gibi bir yerde iki kadın başkan gördük bunca yılda. Buralarda da hala zorluklarımızın olduğunu görüyorum ama burada bir değişim olduğunu da görüyorum. Bu da bizim Osmanlı döneminden bugüne kadar uzanan mücadelemizin de çok önemli sonuçlarından biridir. Belki Türkiye'de demokrasinin insan haklarına saygının, hepimizin refahına, huzuruna, ülkenin kalkınmasına, gelişmesine ne kadar verimli, yararlı bir katkı olduğunu görebilsek, keşfedebilsek, cinsiyet ayrımcılığının da demokrasiyle ilişkisini daha net ortaya koyabilsek, Bu anlamda çoğunluğu kazanabilsek bu değişim daha da hızlanacak. Ama ben kendi gençlik yıllarımla karşılaştırdığım zaman mesafe alındığını düşünüyorum. Her ne kadar sendikal hareket çok zayıflamış gözükse de Türkiye'de, DİSK'in başında genel başkanı olarak bir kadın var mesela. Bu akıl alacak bir şey değildi benim gençlik yıllarımda. Birçok örgütte, meslek örgütlerinde şube başkanları kadın olmaya başladı. Delegeler arasında partilerde olduğu gibi kotayla belirlenen cinsiyet kotaları var, eşitlik tutum belgeleri, kadına yönelik mobilg tutum belgeleri var. Bunlar da bence önemli gelişmeler. Bütün bu kadınlara ayrılan sandalyelerin, koltukların sayısının azlığına rağmen başarılmış işler.
Şule: Bir de son kertede kadınlar üzerine çok fazla geliniyor. Yani artık kadınlar hangi konularda eylem yapacaklarını bilemiyorlar. Sanki şeriatın adımları tek tek üzerimize geliyor gibi. Ben endişeleniyorum. Tamam kadınlar olarak çok güçleniyoruz, mücadele ediyoruz. Bu tek başına yetiyor mu? Bundan sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsun?
Nazik: Doğrusunu istersen ben de çok riskli bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum ve 2011'den bu yana bu riskin her geçen gün arttığını üzerimize üzerimize gelmekte olduğunu görüyorum. 2007'den sonra bir duraklama dönemi yaşadık ama 2011'den bu yana başka bir perde açıldı iktidar sahnesinde. Ve Türkiye bir tek adam rejimine geçiş yaptı biliyorsun 2016'dan bu yana da. Yani bütün bu gidişatın, otokratik yönetimlerin, tek adam rejimlerinin, tek adamın kadın olması halinde bile bir ayrımcılık, bir şiddet, bir demokrasiden uzaklık, katılımcılıktan uzaklık içerdiğini görmezden gelmemek lazım. Ve bunların hepsi kadın erkek eşitliğinin oluşması, gerçek anlamda hayatın içinde yaşanan bir eşitliğe ulaşmamız açısından son derece tehlikeli. Son derece önemli, problemli gelişmeler. Bunların üzerine bir de bugün karşımızda olan iktidar, gerçek anlamda bir muhafazakarlıktan da öte, İslami muhafazakarlık çerçevesinde örüntülenen bir iktidar. Yani bizim her insanın bir fıtratı varken İslami fıtratla anlaşılan şey bizim cinsiyet ayrımcılığının aynen devam etmesi, katmerlenmesi, kadınlar ve erkeklerin belirli rollere sığdırılması, biyolojik cinsiyetin aynı zamanda toplumsal kalıp haline gelmesi demek. İşte bunun çatırtısını yaşıyoruz biz bugün. Bunun hesaplaşmasını yaşıyoruz. 2000'lerin başında mevzuatta, yasalarda yaptığımız çok önemli değişikliklerin sonuncusuydu medeni kanun ve ceza kanunu değişikliği o dönemde. Ve 90'lar boyunca biz yasalarda çok önemli gelişmeler sağlamış bir kadın hareketiyiz dünyada baktığın zaman özel bir örneğiz aslında. Çok büyük değişikliklerle, zorlamalarla karşı karşıyayız bugün. Kadın haklarını belirli bir cinsiyet kalıbı çerçevesine oturtulmak üzere kadınlara baskı yapılıyor. Ortadaki mesele bu. Ben senin kuşkularına katılıyorum bu anlamda. Şimdiye kadar hep bir yasa değişikliği gündeme geliyor, NAFAKA ile ilgili. Püskürtmeye çalışıyoruz. Başka bir yerden kürtajla ilgili bir şey geliyor, onu değiştirmeye çalışıyoruz. Ama mesela bugün fiilen devlet hastanelerinde kürtaj yapılamaz duruma gelmiş durumda. Nafaka ile ilgili düzenlemenin 11. yargı paketinde tekrar geleceğini biliyoruz. Evlenme yaşıyla, yaşı düşürmekle ilgili şeyler. Ve toplum içerden adım adım erken yaşlarda bu tür kalıpların, beyinlere dolduran çalışmaların da yoğunluğuyla adeta zehirleniyor. Bundan da doğrusu çekiniyorum.
Şule: Bir şapkan daha var benim bildiğim. Bu da yazma meselesi. Daha önce Umudun Kadınları Dergisine bir yazı yazmıştın ve çok güzeldi. Senin kitapların da var galiba ya da kitap yazma konusunda ekip oluşturduğun dönemler var sanıyorum. Biraz da onları paylaşır mısın?
Nazik: Benim doğrudan kendi adıma yazdığım bir kitap yok, SEDAV Başvuru Kitabını saymaz isek. Ama farklı farklı kitapların içerisinde yer almış makalelerim var. Çeşitli çalışmaların içerisinde yayınlanmış yazılarım var. Yazmaya da devam ediyorum. Çeşitli yayın organlarında yer verdiğim gazete yazılarım da var. Yazmak her zaman sevdiğim bir iş. Her zaman çok başarılı değilim zaman ayırmak açısından. Bugün daha bir kitap tanıtımındaydık. İzmir'de iz bırakan kadınların hikâyesini yazdık bu süre içerisinde. 15 kadın biri de benim, Kadın Yazarlar Derneği ile bir yayın haline getirdik. Çünkü biliyorsun kadınların yaptıkları da kendileri de çok görünmezleşebiliyor. Hâlbuki bir ömür veriyor her kadın bu mücadeleye. Bu tür kitaplar da çıkarıyoruz tabii. Yani hareketin de tarihini yazılı bir belleğe kavuşturmak için yaptığımız çalışmalar da var. Oraları da yazıyorum. Yerel siyaset çalışmalarına çok emek verdim. 2002'den bu yana bu alanda çok emeğim var. Ankara Kader'de yaptığımız çalışmalarda pek çok yayın benim de elimden geçti. Çeşitli kadın örgütlerinin hazırlıklarına, kitaplarına editörlük yaptığım olur, yazdığım olur. Yazma serüvenim böyle. Raporlarım var tabii çeşitli alanlarda. Gölge raporların hazırlanmasından tut, mesleki raporlara kadar tezlerim var. Yazmayla çeşitli düzeylerde ilişkim var yani. 80 yaşına geldiğimde daha sokaktan ayağımı içeri çekmiş olacağımı varsayarak yazmak istediğim bir romanda dolanıp duruyorum.
Şule: Umarım bunu 80 yaşından önce gerçekleştirirsin. Daha çok gençler de okur. Sevgili Nazik, biz senden bir söz alalım ya da yeniden bir hatırlatalım. Umudun Kadınları Dergisine yazmanı çok istiyoruz. Eğer bir iki yazınla katkıda bulunabilirsen çok mutlu oluruz.
Nazik: Çok mutlu olurum ben de. Sevna ile ilgili konuyu sen gündeme getirdiğinde ben kendi sesimden seslendirmek de istemiştim Sevna'ya bir şey olsun diye sadece yazmak değil. Sen gönderiyorsun çıkan sayıları, o nedenle izleme şansım oluyor.
Şule: Son olarak izleyicilerimize bir mesaj vermek istesen ne söylerdin?
Nazik: Değişim çok uzun süreli bir şey, bir toplumsal değişimden söz ediyorsak ve hiç de kendiliğinden oluşmuyor. Onun için bu mücadeleyi sürdürmek isteyen, bu mücadelede şu ya da bu nedenle yer almak isteyen, eşit bir dünyanın en güzel dünya olacağına, şu ya da bu ölçüde inanan herkesin yanımızda olmasını istiyorum. Bütün kadınların, hatta çocukluktan başlayarak her cinsten insanın. O nedenle ben hep “Asla yalnız yürümedim” derim. Asla yalnız yürümemelerini diliyorum.
Şule: Çok teşekkür ediyoruz katıldığın için.
Nazik: Ben de teşekkür ederim değer bulup bu söyleşiyi yaptığınız için.
Şule: Sevgili izleyicilerimiz, Nazik Işık'la birlikteydik. Nazik Işık'ı İzmir'e yolunuz düşerse bizzat tanımanızı çok isteriz. Çünkü gerçekten son derece dayanışmacı, son derece alçak gönüllü, yani böyle mahallede karşılaştığınız, üniversitede birlikte olabileceğiniz, her telden çalabilen bir arkadaşımız. Onu biz bu şekilde tanıttık ama siz yüz yüze ya da telefonla tanışma fırsatı bulmak isterseniz bize ulaşabilirsiniz. Umutla kalın.
3 Ekim 2025

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.