sulesepin06@gmail.com
Bir masada oturmuş, ciddiyetle önündeki kağıtları inceliyor. Kısa, koyu kahverengi, küt saçları, vişne çürüğü uzun kollu, çizgili bir kazağı var.
Gün batımında yüzü seçilemeyen uzun saçlı bir kadın kollarını havaya kaldırmış ve iki yana açmış. Kadının kollarında kopmuş zincir halkaları var.
YAZAN: Şule SEPİN İÇLİ

Bir varmış, bir yokmuş, eski zamanların bir döneminde, verimli toprakları olan bir köyde güzel mi güzel bir kız dünyaya gelmiş. Özellikle babasının yanında çok özel bir yeri olmuş bu kızın. Adını Gönül koymuşlar. Annesi, ablaları da onu çok sevmişler. Bir dediğini iki etmemişler, yediği önünde, yemediği arkasında, süslü giysilerle donatılmış bir kızmış Gönül. Öyle ki ailede herkesin iş yapma sorumluluğu olduğu halde Gönül geç kalkar, arkadaşlarıyla pijama partisi yapar, bolca gezer eğlenirmiş.

Gel zaman, git zaman Gönül 14 yaşına basmış ama gördüğü ilgi ve sevgi hiç değişmemiş. Mutlu, özellikle babasına şımaran bir kızmış. Babası arkadaşlarıyla kahvede sohbet ederken, aralarında bir şakalaşma başlamış. Akrabalarından biri babaya, kızı Gönül’ün çok güzel olduğunu, serpildiğini söylemiş. Hatırı sayılır bir arkadaşının oğluna kızını vermesini istemiş. Şakalaşma bu ya, baba, “neden olmasın, verdim gitti” deyivermiş.

Aradan bir hafta geçmiş. Akrabası sözünü ettiği oğlanın ailesiyle kapılarını çalmış. “Bana herkesin içinde kızını vereceğine söz vermiştin, biz de kızını istemeye geldik” demiş. Baba şaşırmış şaşırmış olmasına da bir türlü şaka yaptığını söyleyememiş. Sözlerini gerçek zanneden arkadaşına karşı çıkamamış ve sözünü tutacağını söylemiş.

Gönül’ün olanlardan hiç haberi yokmuş. Babası ona, başka bir eve gitmesi gerektiğini söylemiş. Gönül ağlamaya başlamış. “Bana ne, ben gitmem evimden başka bir eve, o zaman benim yerime sen git” demiş. Babası “tamam ben giderim kızım” deyince inanmış kız ve çok sevinmiş. Bir gün bir düğüne gitmişler. Gönül arkadaşlarının yanında kıpır kıpır oynamak isterken, kendisini kadınların yanında otururken bulmuş. Arkadaşlarına bakıp ağlamaya başlamış. “Ben de arkadaşlarımın yanına gideceğim” dese de kimse izin vermemiş ona. İşte o zaman anlamış, nişanlı bir kız olduğunu ve kadınlığa alışması gerektiğini.

Günlerce ağlamış, sızlamış. Daha sonra gözyaşlarını kimsenin görmediği zamanlarda akıtmaya başlamış. Bunun adı çaresizlikmiş. Babasının üzgün olduğunu görüyormuş fakat bir şey yapmadığına tanık olunca anlam veremiyormuş olanlara. Babası ondan yaşça çok büyükmüş. Peki, neden şaka yaptığını söyleyemiyormuş. Düşünceler beynini kemirip dururken, evden ayrılma vakti gelmiş. Gönül’ün yaşadığı ev, köyün evlerine göre daha şık döşenmiş bir evmiş. Ailesinin hali vakti yerindeymiş anlaşılan.

Hiç istemediği o eve gitmiş. Yaşadığı o ilk günün anları beynine kazınmış. Sanki yeni yaşanmış gibi anımsıyormuş o anları. Eski bir soba ve yatak… Hiç bilmediği bir ortam ve insanlar… Kendisini neyin beklediğinden de habersiz. Yapması gerekenleri anlatmışlar bir çırpıda. Çocuk arkadaşlarıyla oyun çağındayken nasıl uyum sağlasın bu ortama? Ağladığında bir tek kayınvalidesi teselli ediyormuş onu, onunla birlikte ağlıyormuş.

Gönül’ün bir tek hayali varmış, o da evine dönüp yine arkadaşlarıyla zaman geçirmek. Ailesinin yanına gittiğinde uzun süre kalır, hiç gelmek istemezmiş. Arkadaşlarıyla o meşhur pijama partilerini yapmaktan da geri durmazmış tabii. Küçük yaşta anne olması gecikmemiş. Her yaz ailesine geldiğinde, evine dönmemek için babasına yalvarırmış ama boşuna. Babası da olanlara çok üzülüyormuş ama elinden bir şey gelmiyormuş. Sözü geçen bir adama yakışır mıymış sözünü tutmamak?

Derken Gönül’ün dört çocuğu olmuş. Hayalleri de suya düşmüş. Kocası onu çok seviyormuş ve beklediği ilgiyi görse, karısı için yapmayacağı yokmuş. Gönül, kocasına yakın olamamış bir türlü. Konuşmalarıyla çevrede kendini sevdiren kocasının içini ondan başka kim anlayabilirmiş ki?

Bir gün Gönül çok hastalanmış. Belini hareket ettiremiyor, sürekli yatıyormuş. Kocası onunla yakınlaşmak istemiş ve Gönül onu reddetmiş. Öyle ya bu kadar hasta olan biriyle ilgilenmek dururken, yakınlaşmak istemek de neyin nesiymiş? İşte o zaman olan olmuş. Kocası Gönül’e okkalı bir tokat atmış. Gönül acısını mı dindirsin, yaşanan olayı mı anlasın, ne yapacağını bilememiş ve şok geçirmiş. En küçük oğlu olanları duymuş ve babasının karşısına dikilmiş. “Bir daha anneme el kaldırmayacaksın ve onun odasına gelmeyeceksin” demiş. Gönül bu sözleri duyunca, cesaret gelmiş üzerine. Çaresizliğe son vermenin artık zamanının geldiğini fark etmiş. Bu masal da burada bitmemiş tabii.

Masalların Gönül ablası, devamında olanları anlatmak için yanımızda hazırdı. Yine bir dost sohbetindeydik. Sürekli eski acılarını anlatan kişiye, “eskileri boş boş anlatmak sana hiçbir yarar sağlamaz, kendini yıpratırsın” dedi Gönül abla. Kocasının çok iyi bir insan olduğunu, onu sevebilseydi çok mutlu olacağını söyledi acılarından söz eden kadın. “Yaşadıklarımdan dolayı nerede eşini çok sevdiğini söyleyen insanları görsem ya da gerçekten birbirlerini sevdiklerine tanık olsam, sinir oluyorum” dedi.

Gerçekten bu sevgi miydi? Hastayken, birinden yakınlık beklemek bencillikten başka ne olabilirdi? Ayrıca birini sevememek, istememek suç olabilir miydi? İçimden bu düşünceler bir film şeridi gibi geçerken, sohbet başka bir yöne kaydı. “Kocandan ayrılmasaydın, şimdi emekli maaşın olacaktı ve çocuklarına muhtaç olmayacaktın” dedi acılarını sürekli anlatan kadın. Gönül abla etkili bir hayat dersi verdi bize şu sözleriyle: “Küçük oğlumun o desteği, yıllardır içimde kurduğum hayali gerçekleştirmemi sağladı. Bana cesaret geldi. Hiç istemediğim ilişkiye beni kimse mahkûm edemezdi. Bana yüklenen o ağırlıktan kurtulmak için bir an bile bekleyemezdim. Evet, isteseydim, onun parasını alabilirdim. Şu an hiç istemediğim kadar özgürüm ve çocuklarım çantamdan paramı hiç eksik etmediler. Çok mutluyum, bir kuş gibi hafifim. İstemediğim bir yaşama katlanmadığım için hiç pişman değilim. Geçmişe takılmıyorum, geleceğe bakıyorum. Kendim olduğumu hissetmekten daha güzel ne olabilir ki?”

Gönül ablayla birçok ortamda bulunduk. Aramızdaki ilişki, yemek, kahve ikramlarından öteye gitmemişti demek. Bu kısa sohbet çok öğreticiydi. Fırsat verildiğinde, çaresizliğin umuda ve kararlılığa dönüştüğünü anlattı bizlere. Birinin, ilgi göstermesi, sevmesi, iyi bir insan olması, para kazanması, bunların tümü karşılıklı ilişkilerde yaşananlar içinde anlamını buluyor. Başkalarının ne hissettiğinden çok, insanın yaşadıkları ve hissettikleri önemli. Çocuk yaşta evlendirilen kadınların öyküleri çok ağır ve travmalarla dolu. Şimdiye kadar dinlediğim öykülerin hiçbirinde, “iyi ki beni evlendirmişler” diyeni duymadım.

Hala çocuk yaşta evlendirilme var ve dahası bu evliliklere insanlar özendiriliyor, yasalar deliniyor. Yargılarımıza değil, kadınların yaşanmış deneyimlerine kulak versek nasıl olur?

24 Mart 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.