Nurdan Yakın planda yüzü görünüyor. Hafif tebessüm ediyor, açık renk gözlere ve kısa kahverengi saçlara sahip. Bir elini başına yaslamış şekilde poz vermiş. Üzerinde açık renk bir hırka ve siyah bir üst var. Kafasında güneş gözlüğü bulunuyor. Arka planda dış mekân olduğu anlaşılıyor; bazı ağaçlar ve demir parmaklıklar seçilebiliyor.
Koltukta oturan yaşlı bir kadın ve kucağında bir bebek. Kadın başında açık renkli bir eşarp ve desenli koyu renkli bir elbise giymiş. Bebek açık renkli kıyafetler ve beyaz patik giymiş. Arka planda açık renk bir duvar ve koltuk var. Kadın hafif gülümsüyor ve bebek sakince oturuyor.
YAZAN: Nurdan MORGAN

‘Öze Yolculuk’ kitabından alıntıdır.

Cumhuriyetin 100. Yılı. Ninem Akide Hatun, anneannem Fatma Hanım ve cici annem Hatice hanıma ithafen.

Sabah başının zonklayan ağrısıyla uyandı. Yüzünü yıkarken aynaya dikkatlice baktı. Ela gözlerinin renk cümbüşünde hangi rengin yoğun olduğunu görmek istedi. Lisede ki sıra arkadaşı söylemeseydi hiç fark etmeyecekti, başı ağrıdığında bal renginin gözüne hâkim olduğunu. Ağladığında yeşilin, canı sıkıldığın da kahverenginin fark edilir derecede yoğunluğunu arttırdığını. Birde ninesi fark ederdi başının ağrıdığını. Yüzüne bakar ‘Hadi, kolonya ile yemeniyi getir dolaptan, yat dizime ovayım alnını geçsin gitsin derdi. O ovalarken kolonyanın alkolü mü yoksa yemeninin anlına sıkıca bağlandığında şakaklarda ki damarlara yaptığı baskı mı, Pembe ninenin fısıltı halinde okuyup yüzüne üflediği nefes mi bilinmez ama başının ağrısı geçer gibi olurdu.
Bir keresinde Pembe ninenin anneannesine, ‘Bu yavrunun baş ağrısı göz rengini bile değiştiriyor. Okudukça esneyesim geliyor. Kıyamam, nazardan bu, nazardan! dediğini duymuştu. Aslında birkaç kez doktora da götürmüşlerdi. Göz doktoru gözlük vermiş, astigmat var baş ağrısı yapar demiş. Bir başka doktorda “Hızlı büyümenin etkisi, buluğ çağında çok normal bu ağrılar” deyip ağrı kesici vermişti. Bir başka doktorun “Bu ilaçlar mideye dokunur” demesi, onun için kafa karışıklığından başka bir işe yaramamıştı. Ona en iyi gelen ninesinin kolonyası, yemenisi ve nefesiydi.
Ninesine ilk kez, “Sen kaç yaşındasın?” diye sorduğu anı hatırladı. Hesap kitap yapıp da altmış yaşında olduğunu bulmuşlardı. İşte şimdi kendisi altmış yaşındaydı. Daha sonra da ninesine en çok sorduğu yaşı ile ilgiliydi. Nedeni çocuksu merak mı, yoksa arkadaşının ninesi için ‘Eh, çok yaşlanmıştı rahmetli dedikleri için, evhamlandığından mı hatırlayamadı.
Ancak, cevabın hep aynı olduğu ezberindeydi. ‘Yangında altı yaşındaydım, sen hesapla gayri. Bakalım kaç olmuşum?’ Her defasında hesaplanırdı. “Dokuz Eylül bin dokuz yüz yirmi ikide altı yaşındaysan şimdi altmış yaşındasın ninem, nasıl geçti bu kadar yıl yaşarken, neler gördün, yaşadın?” diye sormuştu.
Oysa şimdi aynada ki görüntüsüne bakıp, kendi altmış yaşını inceliyordu. Göz rengine, saçının beyazlarına bakarken ninesinin yaşını ilk sorduğu yaşta, altmış yaşın da olduğunu fark etti. Tıpkı ninesinin ona verdiği cevap gibi, yılların nasıl akıp geçip gittiğini anlamamıştı. Şimdi yaşasaydı yüz yedi yaşında olacaktı diye geçirdi aklından. Bu defa hesaplamaya hiç gerek yoktu. Cumhuriyetin yüzüncü yılında ninem olsaydı da anlatsaydı o yılları diye hayıflandı.
İlk öğretmeni Yirmi Dokuz Ekim kutlama haftasında ninesini sınıfa davet etmişti. Anılarını çocuklara anlatmasını istemişti. O gün hiç duymadığı, bilmediği ninesinin çocukluğu ile tanıştı. Hem şaşırmış, hem gururlanmış, hem de kıskanmıştı ninesini. Öğretmen “Atatürk’ü gördünüz mü?” deyince, “İki defa gördüm birincisinde tren istasyonunda bir demet çiçek vermiştim. Şimdiki gibi çiçekçiden alınan buketler gibi değildi. Bahçeden, kırdan toplanmış bir demet işte! Atatürk de başımı okşadı, bana okula gidiyor musun demişti,” dediğinde nasıl yani Atatürk ninemin başını okşamış bana daha önce niye söylemedi diye o günkü çocuksu hüznünü yeniden hatırladı. Sonra öğretmen yeni Türkçe alfabeye nasıl geçiş yapıldığını Osmanlıca mı, Türkçe mi eğitim aldığını sordu. Pembe nine, “İlk yarı yılı Osmanlıca başladık, ara tatilden sonra öğretmenimiz Türkçe alfabeye geçiyoruz dedi. Osmanlıca öğrenirken Arap alfabesi ile yazması bize çok zor geliyordu, okumak kolaydı. Türkçe alfabe ile hem yazmak, hem de okumak, hatta matematik bile daha kolay geldi. Çabucak öğrendik. Bize tuhaf gelen şey sağdan sola yazarken birden soldan sağa yazmaya başlamıştık! En çok Cumhuriyet şiirlerini ezberlemeyi severdik” deyip üç sayfalık şiiri hiç karıştırmadan, duraksamadan okuması öğretmeni nasıl şaşırtmıştı. İstiklal Marşının seçilmedeki sürecini anlatırken de sanki o günleri yaşar gibiydi. Üç farklı marşı ezberlediklerini ve hatırlaya bildiği kadar da seçilmeyenlerden birkaç satır bestelenmiş haliyle söylemiş ve herkesi hayrete düşürmüştü.
Çocukluğundan aynada ki görüntüsüne dönerken, zaman kavramının inanılmaz akışını hissetti. Şimdi ninemin yaşındayım üstelik Cumhuriyetin yüzüncü yılında, onun anlattıkları dün gibiyken, bu güne hayıflanmasıyla içi burkuldu. İlk iktisat kongresinin Cumhuriyet’in ilanından da önce yapılmasında ki anlamını şimdiki nesil kavrayabilmiş midir? Yeni güçlü bir devletin var olacağını, ekonomisinin daha iyi olacağı müjdesini vermekteydi bu kongre. Halka ve ticaret ehlilerine güven vermiş, “Durun gitmeyin bu ülke size daha özgür, refah içinde yaşamayı vaat ediyor” diye umutları yeşertmiş! Bu günlerin ekonomisi için umut veren çok ama sonuç ortada. Yerli malı diye bir şey kalmadı boğazımızdan geçen.
Başının ağrısının hafiflediğini hissetti, aynaya yaklaştı, gözlerinin bal rengi yoğunluğunun yerine kahverenginin yoğunlaştığını görünce şaşırmadı.
Mutfağa geçti, çayı ocağa koydu. Hafiflese de baş ağrısı hala geçmemişti. “Kaç çeşit migren varsa galiba hepsi bende var” diye geçirdi aklından. Telefonunda ki mesajlara göz attıktan sonra da önceden kaydettiği listelerden beş ayrı sanatçıdan art arda aynı şarkının olduğu grubu seçti.
Telgrafın tellerine kuşlar mı konar,
Herkes sevdiğine böyle mi yanar. Yanıma gel yanıma da…
Zeki Müren’in ahenkli sesi, Müzeyyen Senar’ın efeler hey dercesine hışımla boğuk sesi ile söylemesi sanki farklı şarkı gibiydi, hoşuna gidiyordu. Candan Erçetin’in iki farklı dilde Yunanca ve Türkçe söylemesi şarkıyı evrenselleştirmiş gibiydi. Ne şarkıymış ama! Pembe ninenin unutamadığı 16 yaşındaki düğün şarkısı. Ninesine düğününü sorduğunda; ‘O zamanın düğününden ne olacak kuzum. Kadın kadına ev içinde ya da evin bahçesinde, bir dümbelek ile def. Bir de mahallede sözü geçen teyzenin Allah aşkına, ölümü gör diye nazlananı oynamaya kaldırması vardı. Oynamaya hevesli görünmek ayıptı diye, anlatırdı da detaylardan sonra bir türlü gerdek gecesine gelemezdi. Hep telgrafın tellerinde kalırdı hatıraları. Şarkıya eşlik ederken gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzüldü, kızarttığı ekmeğin üstüne düştü. Aynaya bakmaya gerek duymadı.
10 Temmuz 2023

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.