YAZAN: Emine KAMÇI
Etkinliğe davet edildiğim o gün, elim, kolum kırılmış, adeta bedenim uyuşmuş gibiydi.
Yurdumuzun çeşitli yerlerinde çıkan orman yangınları hiç kimsede moral bırakmamıştı. Ciğerlerimiz yanıyordu; ormandaki tüm canlılar, hayvanlar yanıyordu. Köyler, mahalleler yanıp kül oluyordu ve elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Yanıp küle dönen evler, mahalleler ne zaman yeniden inşa edilir, yaralar nasıl sarılırdı bilemem ama umarım kısa zamanda insanlar evlerine kavuşurlar da depremzedelerin yazgısını yaşamazlardı.
Birkaç yıl önce Akdeniz bölgesini tutsak alan bu orman yangınları, yine yüreklerimizi yakmış, aynı çaresizlikle kıvranıp durmuştuk. Bugün olduğu üzere o günlerde de yardımların yetersizliği nedeniyle ormanların günlerce sönmediğine tanık oluyorduk. Haberlerde, can kaybı olmadığını söylediklerinde,
Bir kez daha yüreğimiz yanıyor, çeşitli hayvanların, ağaçların canlı sayılmaması ne kadar da acı veriyordu. Orman yangınları çıktığı zamanlarda hep şunu düşünmüşümdür. ’Yangını fark edebilen kuşlar, alevlerle birlikte gökyüzüne savrularak kaçıp kurtulmayı başarabiliyorlar mıydı ya da topraktaki sürüngenler toprağın derinliklerine yanmadan ulaşabiliyorlar mıydı? Veya herhangi bir memelinin çabucak kaçıp kurtulma şansı olabiliyor muydu?’ diye.
Konu yangın olunca, acı kayıplarımız olunca bu etkinliğe gitmek benim için farz olmuştu. Tarih 2 temmuzdu; Madımak katliamının üzerinden tam 32 yıl geçmişti.
Söz konusu etkinlik, unutmayanların, unutturmayanların katılımlarıyla gerçekleşmişti. Günün konuşmacısı, yazar, şair, aynı zamanda radyo oyunları yazan Hidayet Karakuş’tan başkası değildi. Hidayet Karakuş, 32 yıl önce Sivas’taki Madımak oteli vahşetine maruz kalanlardandı. Yaşamını yitirmemesine karşın, Madımak yangınında yitirmiş olduğu canlar kadar acı yüklü ve bir o kadar da ölümcüldü. Nasıl olmasındı ki? Ben bir katılımcı olarak yerimden onun anlattıklarını dinlerken bile adeta acımdan ölürken, öfkeden bedenime sığmazken, Hidayet Hoca’nın duyumsadıklarını varın siz düşünün artık.
Hidayet Karakuş, yıllar önce yazmış olduğu ‘Şeytan Minareleri’ adlı romanında bu olayları tüm ayrıntılarıyla, nedenleriyle gözler önüne sermiş, bense bir okur olarak bu acılardan, ölümün korkutucu yüzünden nasibimi almıştım.
Kaldırım taşları sökülüyor, bu kocaman taşlar otele fırlatılarak camlar, kapılar kırılıyordu. Bunlara karşılık olaraksa, oteldekiler, bir sandalye, bir sehpa bacağını savunma aracı olarak kullanmak için hazırda bekliyorlardı.
Bir süre sonra dışardaki saldırganlara bu taşlama yeterli gelmemiş olacak ki oteldekilere zarar vermenin başka bir yolunu buldular. Otelde kalanların bazıları merdivenlere yöneldiğinde aşağıdan yükselen sıcaklığa tanık oldular. Otel yanıyordu. Derhal hedef değiştirerek çatıya tırmandılar. Oradan da yandaki binaya nakledildiler.
Yan binaya alınanlar tabii ki o sırada arkadaşlarının yanıp öldüklerinden habersiz öylece bekleşirken muhtemelen herkesin yangından kurtulduğunu düşünüyorlardı.
Şairler, ozanlar, gazeteciler, aydınlar, otel görevlileri olmak üzere 35 kişi yaşamını yitirmişti. Altmıştan fazla yaralı vardı. Yaralılar arasında yazar Aziz Nesin de bulunuyordu. Hidayet Karakuş tüm bunları anlatırken, okumuş olduğum ‘Şeytan Minareleri” adlı romanda tüm duyumsadıklarım canlanmış, geri gelmişti.
Madımak anma programı bitince, Hidayet Hocayla da vedalaşarak yoğun duygularla oradan ayrıldım.
Eve geldiğimde, bir ara sözcü televizyonunu izlerken bir şey dikkatimi çekti ve kulak kesildim. Televizyon Almanya’ya bağlanarak Madımak’ta yanarak hayatını yitiren Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin’i konuk ediyordu. Olayların yaşandığı yıl, hamile olduğu için etkinliğe katılamamış, eşinin yanında bulunamamıştı. Olaylar sonrasında defalarca duruşma için Türkiye’ye gelerek hazır bulunmuştu. Yeter Gültekin, yangının enkazının dışında, anne enkazlarının da olduğunu söylüyordu. O günkü yetkililer vaktinde yardım getirmiş olsalardı, bu denli can kaybının yaşanmayacağını belirtiyordu. Otelde ölen babalardan geriye kalan çocuklu eşler, acılarıyla baş etmenin yanında, çocuklarının sorunlarıyla da elden geldiğince ilgilenmek zorundaydılar. Anneler, kanser gibi hastalıklara da yakalanmışlardı. Bir yandan da iyileşmenin peşindeydiler.
Yeter Gültekin bunları anlatırken, Çocuğunun fazla travma yaşamadığını belirtiyordu. Ancak zaman zaman ‘sen Haslet Gültekin’in oğlu musun?’ gibi sorular karşısında, bocalamaları olduğunu vurguluyordu. Örneğin, babanın adı var, herkes tanıyor ama hiçbir yerde yok. Bu durumu, çocuk altı yaşına geldiğinde, pedagog eşliğinde açıkladıklarını belirtiyor konuk.
Aynı şekilde, Madımak’la ilgili görüntüleri de ilk kez Yeter Hanım oğluna yine yanında pedagog bulundurarak izlettiriyordu.
Söyleşi sırasında spiker Eren adında bir gençten mesaj alarak Yeter hanıma iletiyor. Eren: ’ben, Haslet abinin türkülerini ve kendisini çok seviyorum; hep onun eserlerini çalıyorum!’ diyor.
Son olarak spiker Yeter Gültekin’e: ‘Sizce umut var mu?’ diye sorduğunda, Yeter Hanım, ’Eren’ler oldukça umut hep vardır!’ diyor.
Biz de umutla bu dileklere katılarak’ Madımaklar yakılmasın, Kartalkaya’lar yanmasın; ormanlarımız yok edilip küle dönmesin!’ diyoruz.
Etkinliğe davet edildiğim o gün, elim, kolum kırılmış, adeta bedenim uyuşmuş gibiydi.
Yurdumuzun çeşitli yerlerinde çıkan orman yangınları hiç kimsede moral bırakmamıştı. Ciğerlerimiz yanıyordu; ormandaki tüm canlılar, hayvanlar yanıyordu. Köyler, mahalleler yanıp kül oluyordu ve elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Yanıp küle dönen evler, mahalleler ne zaman yeniden inşa edilir, yaralar nasıl sarılırdı bilemem ama umarım kısa zamanda insanlar evlerine kavuşurlar da depremzedelerin yazgısını yaşamazlardı.
Birkaç yıl önce Akdeniz bölgesini tutsak alan bu orman yangınları, yine yüreklerimizi yakmış, aynı çaresizlikle kıvranıp durmuştuk. Bugün olduğu üzere o günlerde de yardımların yetersizliği nedeniyle ormanların günlerce sönmediğine tanık oluyorduk. Haberlerde, can kaybı olmadığını söylediklerinde,
Bir kez daha yüreğimiz yanıyor, çeşitli hayvanların, ağaçların canlı sayılmaması ne kadar da acı veriyordu. Orman yangınları çıktığı zamanlarda hep şunu düşünmüşümdür. ’Yangını fark edebilen kuşlar, alevlerle birlikte gökyüzüne savrularak kaçıp kurtulmayı başarabiliyorlar mıydı ya da topraktaki sürüngenler toprağın derinliklerine yanmadan ulaşabiliyorlar mıydı? Veya herhangi bir memelinin çabucak kaçıp kurtulma şansı olabiliyor muydu?’ diye.
Konu yangın olunca, acı kayıplarımız olunca bu etkinliğe gitmek benim için farz olmuştu. Tarih 2 temmuzdu; Madımak katliamının üzerinden tam 32 yıl geçmişti.
Söz konusu etkinlik, unutmayanların, unutturmayanların katılımlarıyla gerçekleşmişti. Günün konuşmacısı, yazar, şair, aynı zamanda radyo oyunları yazan Hidayet Karakuş’tan başkası değildi. Hidayet Karakuş, 32 yıl önce Sivas’taki Madımak oteli vahşetine maruz kalanlardandı. Yaşamını yitirmemesine karşın, Madımak yangınında yitirmiş olduğu canlar kadar acı yüklü ve bir o kadar da ölümcüldü. Nasıl olmasındı ki? Ben bir katılımcı olarak yerimden onun anlattıklarını dinlerken bile adeta acımdan ölürken, öfkeden bedenime sığmazken, Hidayet Hoca’nın duyumsadıklarını varın siz düşünün artık.
Hidayet Karakuş, yıllar önce yazmış olduğu ‘Şeytan Minareleri’ adlı romanında bu olayları tüm ayrıntılarıyla, nedenleriyle gözler önüne sermiş, bense bir okur olarak bu acılardan, ölümün korkutucu yüzünden nasibimi almıştım.
Kaldırım taşları sökülüyor, bu kocaman taşlar otele fırlatılarak camlar, kapılar kırılıyordu. Bunlara karşılık olaraksa, oteldekiler, bir sandalye, bir sehpa bacağını savunma aracı olarak kullanmak için hazırda bekliyorlardı.
Bir süre sonra dışardaki saldırganlara bu taşlama yeterli gelmemiş olacak ki oteldekilere zarar vermenin başka bir yolunu buldular. Otelde kalanların bazıları merdivenlere yöneldiğinde aşağıdan yükselen sıcaklığa tanık oldular. Otel yanıyordu. Derhal hedef değiştirerek çatıya tırmandılar. Oradan da yandaki binaya nakledildiler.
Yan binaya alınanlar tabii ki o sırada arkadaşlarının yanıp öldüklerinden habersiz öylece bekleşirken muhtemelen herkesin yangından kurtulduğunu düşünüyorlardı.
Şairler, ozanlar, gazeteciler, aydınlar, otel görevlileri olmak üzere 35 kişi yaşamını yitirmişti. Altmıştan fazla yaralı vardı. Yaralılar arasında yazar Aziz Nesin de bulunuyordu. Hidayet Karakuş tüm bunları anlatırken, okumuş olduğum ‘Şeytan Minareleri” adlı romanda tüm duyumsadıklarım canlanmış, geri gelmişti.
Madımak anma programı bitince, Hidayet Hocayla da vedalaşarak yoğun duygularla oradan ayrıldım.
Eve geldiğimde, bir ara sözcü televizyonunu izlerken bir şey dikkatimi çekti ve kulak kesildim. Televizyon Almanya’ya bağlanarak Madımak’ta yanarak hayatını yitiren Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin’i konuk ediyordu. Olayların yaşandığı yıl, hamile olduğu için etkinliğe katılamamış, eşinin yanında bulunamamıştı. Olaylar sonrasında defalarca duruşma için Türkiye’ye gelerek hazır bulunmuştu. Yeter Gültekin, yangının enkazının dışında, anne enkazlarının da olduğunu söylüyordu. O günkü yetkililer vaktinde yardım getirmiş olsalardı, bu denli can kaybının yaşanmayacağını belirtiyordu. Otelde ölen babalardan geriye kalan çocuklu eşler, acılarıyla baş etmenin yanında, çocuklarının sorunlarıyla da elden geldiğince ilgilenmek zorundaydılar. Anneler, kanser gibi hastalıklara da yakalanmışlardı. Bir yandan da iyileşmenin peşindeydiler.
Yeter Gültekin bunları anlatırken, Çocuğunun fazla travma yaşamadığını belirtiyordu. Ancak zaman zaman ‘sen Haslet Gültekin’in oğlu musun?’ gibi sorular karşısında, bocalamaları olduğunu vurguluyordu. Örneğin, babanın adı var, herkes tanıyor ama hiçbir yerde yok. Bu durumu, çocuk altı yaşına geldiğinde, pedagog eşliğinde açıkladıklarını belirtiyor konuk.
Aynı şekilde, Madımak’la ilgili görüntüleri de ilk kez Yeter Hanım oğluna yine yanında pedagog bulundurarak izlettiriyordu.
Söyleşi sırasında spiker Eren adında bir gençten mesaj alarak Yeter hanıma iletiyor. Eren: ’ben, Haslet abinin türkülerini ve kendisini çok seviyorum; hep onun eserlerini çalıyorum!’ diyor.
Son olarak spiker Yeter Gültekin’e: ‘Sizce umut var mu?’ diye sorduğunda, Yeter Hanım, ’Eren’ler oldukça umut hep vardır!’ diyor.
Biz de umutla bu dileklere katılarak’ Madımaklar yakılmasın, Kartalkaya’lar yanmasın; ormanlarımız yok edilip küle dönmesin!’ diyoruz.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.