YAZAN: Filiz GÜLMEZ
Vitrinde görüp beğendiğim kazağı almak için birkaç kez mağazaya girmiş, almaya karar veremeyerek mağazadan çıkmıştım. Bu kararsızlıkla kaç kez mağazaya gittim, bilemiyorum. Bir gün, artık bu son olsun, diyerek daldım içeriye. Cüzdanı çıkarırken, çantamdan bir kâğıt mendil düştü. Eğilip aldım. Mendilin kat yerleri kirlenmiş, mendil iyice eprimişti. Çantamı sık sık boşaltır, temizlerim, ama bu eski ve kirli mendil gözümden kaçmış olmalıydı. Onu atmak üzere mağazada çöp kutusu ararken, mendildeki yazılar gözüme ilişti. Kâğıdın hemen her yanı kargacık burgacık yazılarla doluydu. İlgimi çekmişti doğrusu, okumadan atamazdım. Yakın gözlüğümü takınca tanıdık biri gibi gülümseyiverdi yazılar.
“22 Ekim 2000, Bursa “
İlk anda, bu tarihle bağlantı kurabilecek bir şey gelmedi aklıma. Tarihin altındaki, pek de okunaklı olmayan yazıyı okumaya çalıştım:
“O muydu yanımdan geçen, o muydu beni fark etmeyen... O muydu beni bestekâr eyleyen... Endamından eser kalmamış, saçlar ağarmış, omuzlar çökmüş. O muydu yanımdan geçen, o muydu beni fark etmeyen...”
Nasıl da çıkmıştı aklımdan. Oysa bu şarkıyı ne çok severdin. Ankara’ya her gelişimde aratırdın bana. Neredeyse gitmediğim müzik evi kalmamıştı, çoğunu tek tek dolaşmıştım. İyi hatırlıyorum, Mediha Şen’indi bu şarkı. Radyodan bir iki kez birlikte dinlemiştik de “Bu şarkıyı çok severim, bana bir iyilik et de bu şarkının bulunduğu kaseti alıver.” demiştin. CD’ler yeni yeni çıkmıştı o yıllarda. Çok yaygın değildi daha. “ Olur, CD’sini bulursam, onu alırım.” diyerek nasıl bir heyecanla aramıştım. Mediha Şen’e ait kasetler vardı ama içlerinde o şarkı yoktu. Her sefer eli boş dönüyordum. Eve geldiğim zaman gözlerinde bir umut ışığı yanardı. “Buldun mu?” Bulamadım, demek öylesine zordu ki, seni avutmak için sevdiğin başka şarkıların kasetlerini alırdım. Bir de CD almıştım.
Gönül Şarkılarımızdan yedinci albümdü. Gazeteden kupon biriktirerek aldığın müzik setinin yalnızca radyosunu dinleyebiliyordun. “Elektronik cihazlara aklım yetmiyor, nasıl kullanıldığını bilemiyorum,” derdin ya. İlk kez CD’den şarkı dinleyecektin. Yeni bir şey öğrenmenin sevinciyle beni izleyişin hiç gözümün önünden gitmedi. CD nereye konacak, hangi düğmeye basılacak. Müzik setinin üstündeki düğmeye bastım, kapak açıldı. CD’yi yerleştirdim. Kapağı kapatarak ‘play’ yazan düğmeye bastım. Güzel bir şarkı odanın içini dolduruvermişti. “Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini.”
Tekrar tekrar CD’yi müzik setine yerleştirip şarkıları dinlemiş, bir çocuk gibi sevinmiştin. Yıllardır, bukle bukle, kıvırcık saçlarını yastıklara dağıtarak yatan o sevgili küçük kadınının ellerini tutarak, sevincini onunla paylaşmak isteyişin siyah beyaz bir fotoğraf gibi belleğimde. Kulaklarımda sevecen ve bir o kadar hüzünlü sesin.
“Bak, kızımız bize ne getirmiş. En güzel şarkılar, gönül şarkıları. Sen de ne çok söylerdin iyi günlerinde. Ah, şimdi de söyleyebilsen ne güzel bir tansık olurdu. Bütün gün dinlerdim seni.”
O küçük, hayat dolu kadın renk renk elbiseleri ve şapkalarıyla dolaşırdı anılarında. Şapkasının esmer tülü sol yanağındaki siyah benini sarmalayıvermiş, daha bir çekici kılmıştı onu. Genç yıllarınızda, Çengelköy’deki evinizde, müzikli ve sohbetli çok güzel anları bu küçük kadının ailesiyle yaşamıştınız. Kayınvaliden kanun çalardı. O da ne zarif bir kadınmış. “İlerleyen yaşına rağmen çok güzel bir kadındı,” derdin onun için. Kızı da ona benzemişti besbelli. O da ut çalar, şarkı söylermiş. Ağabeyi de kemanıyla katılırmış onlara. Sevgili Beybabası, nargilesini fokurdatırken: “Haydi kıvırcık paşa, şöyle güzel bir hüzzam şarkı söyle de keyfimiz tamam olsun.” dermiş. O günleri anlatırken gözleri parlardı. Sonra, yitirilen bir sevgiliyi hatırlamış gibi hüzün dolardı gözlerine. O hüzünde bir daha yaşanması mümkün olmayan gençliğe yazıklanma vardı. Hüzün, onun yüzüne soylu bir anlam katardı, ama neşe daha çok yakışırdı. Ne hayat dolu bir insandı. Kahkahaları hâlâ kulaklarımda. Oysa ömrünün son dört yılını yatarak geçirdiği yatakta kımıldayamıyordu bile. Sadece, ağzından anlamsız sözler dökülüyordu. Sen son iki yılını ömrünün biriciğine adamıştın. “Annenizi bırakıp bir yere gidemem.” derdin. Gerçekten de onu bırakıp hiçbir yere gitmedin. Biraz senin için değişiklik olsun diye küçük bir sahil kasabasına gitmen istenmişti de kabul etmemiştin.
Bugün yine o şarkı aklımda, nasıl ederim de şarkını senin için çalarım ya da çaldırabilirim radyoda, diye yıllarca düşündüm. Sevdiceğini bırakıp gittin sonunda babacığım. Soğuk, karlı Ankara kışında veda ettin yaşama, dünyaya. Sevdiğin çiçeklerine, kuşlara, dağlara, her şeye…
Seni, senden sonra annemi yitireli yıllar olmuştu. Bir gün TRT’den bir program için aradılar beni söyleşi için. Radyonun hayatımızdaki yeriydi söyleşinin konusu. Mutlu etmişti beni bu nostaljik yolculuk, radyolu çocukluk ve gençlik yıllarıma.
Söyleşinin sonunda bir şarkı istemem söylendi. İşte o anda aklıma gelen ilk şarkı senin şarkın oldu baba. Yıllar sonra sana dinletebilecektim bu şarkıyı, hem de Mediha Şen’in sesinden:
“O muydu yanımdan geçen, / O muydu beni fark etmeyen. / Endamından eser kalmamış, / Saçlar ağarmış, omuzlar çökmüş. / O muydu yanımdan geçen, / O muydu beni fark etmeyen... / O muydu bir zamanlar / Beni bestekâr eyleyen / Şair edip maniler söyleten / Gönlümde kurulup saltanat süren / O muydu yanımdan geçen, / O muydu beni fark etmeyen.
Şarkıyı gözyaşlarıyla dinledim babacığım, sana ulaştığına inanarak. Hüzün ve buruk da olsa bir hafifleme doldurdu içimi. Ancak kafamın içinde en baştan beri duran soruyu yanıtlayamamıştım. Şarkıdaki kimdi? Dünyalar güzeli sevdiceğin miydi güzelliğinden, neşesinden eser kalmamıştı, yoksa başka bir güzel miydi?
Vitrinde görüp beğendiğim kazağı almak için birkaç kez mağazaya girmiş, almaya karar veremeyerek mağazadan çıkmıştım. Bu kararsızlıkla kaç kez mağazaya gittim, bilemiyorum. Bir gün, artık bu son olsun, diyerek daldım içeriye. Cüzdanı çıkarırken, çantamdan bir kâğıt mendil düştü. Eğilip aldım. Mendilin kat yerleri kirlenmiş, mendil iyice eprimişti. Çantamı sık sık boşaltır, temizlerim, ama bu eski ve kirli mendil gözümden kaçmış olmalıydı. Onu atmak üzere mağazada çöp kutusu ararken, mendildeki yazılar gözüme ilişti. Kâğıdın hemen her yanı kargacık burgacık yazılarla doluydu. İlgimi çekmişti doğrusu, okumadan atamazdım. Yakın gözlüğümü takınca tanıdık biri gibi gülümseyiverdi yazılar.
“22 Ekim 2000, Bursa “
İlk anda, bu tarihle bağlantı kurabilecek bir şey gelmedi aklıma. Tarihin altındaki, pek de okunaklı olmayan yazıyı okumaya çalıştım:
“O muydu yanımdan geçen, o muydu beni fark etmeyen... O muydu beni bestekâr eyleyen... Endamından eser kalmamış, saçlar ağarmış, omuzlar çökmüş. O muydu yanımdan geçen, o muydu beni fark etmeyen...”
Nasıl da çıkmıştı aklımdan. Oysa bu şarkıyı ne çok severdin. Ankara’ya her gelişimde aratırdın bana. Neredeyse gitmediğim müzik evi kalmamıştı, çoğunu tek tek dolaşmıştım. İyi hatırlıyorum, Mediha Şen’indi bu şarkı. Radyodan bir iki kez birlikte dinlemiştik de “Bu şarkıyı çok severim, bana bir iyilik et de bu şarkının bulunduğu kaseti alıver.” demiştin. CD’ler yeni yeni çıkmıştı o yıllarda. Çok yaygın değildi daha. “ Olur, CD’sini bulursam, onu alırım.” diyerek nasıl bir heyecanla aramıştım. Mediha Şen’e ait kasetler vardı ama içlerinde o şarkı yoktu. Her sefer eli boş dönüyordum. Eve geldiğim zaman gözlerinde bir umut ışığı yanardı. “Buldun mu?” Bulamadım, demek öylesine zordu ki, seni avutmak için sevdiğin başka şarkıların kasetlerini alırdım. Bir de CD almıştım.
Gönül Şarkılarımızdan yedinci albümdü. Gazeteden kupon biriktirerek aldığın müzik setinin yalnızca radyosunu dinleyebiliyordun. “Elektronik cihazlara aklım yetmiyor, nasıl kullanıldığını bilemiyorum,” derdin ya. İlk kez CD’den şarkı dinleyecektin. Yeni bir şey öğrenmenin sevinciyle beni izleyişin hiç gözümün önünden gitmedi. CD nereye konacak, hangi düğmeye basılacak. Müzik setinin üstündeki düğmeye bastım, kapak açıldı. CD’yi yerleştirdim. Kapağı kapatarak ‘play’ yazan düğmeye bastım. Güzel bir şarkı odanın içini dolduruvermişti. “Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini.”
Tekrar tekrar CD’yi müzik setine yerleştirip şarkıları dinlemiş, bir çocuk gibi sevinmiştin. Yıllardır, bukle bukle, kıvırcık saçlarını yastıklara dağıtarak yatan o sevgili küçük kadınının ellerini tutarak, sevincini onunla paylaşmak isteyişin siyah beyaz bir fotoğraf gibi belleğimde. Kulaklarımda sevecen ve bir o kadar hüzünlü sesin.
“Bak, kızımız bize ne getirmiş. En güzel şarkılar, gönül şarkıları. Sen de ne çok söylerdin iyi günlerinde. Ah, şimdi de söyleyebilsen ne güzel bir tansık olurdu. Bütün gün dinlerdim seni.”
O küçük, hayat dolu kadın renk renk elbiseleri ve şapkalarıyla dolaşırdı anılarında. Şapkasının esmer tülü sol yanağındaki siyah benini sarmalayıvermiş, daha bir çekici kılmıştı onu. Genç yıllarınızda, Çengelköy’deki evinizde, müzikli ve sohbetli çok güzel anları bu küçük kadının ailesiyle yaşamıştınız. Kayınvaliden kanun çalardı. O da ne zarif bir kadınmış. “İlerleyen yaşına rağmen çok güzel bir kadındı,” derdin onun için. Kızı da ona benzemişti besbelli. O da ut çalar, şarkı söylermiş. Ağabeyi de kemanıyla katılırmış onlara. Sevgili Beybabası, nargilesini fokurdatırken: “Haydi kıvırcık paşa, şöyle güzel bir hüzzam şarkı söyle de keyfimiz tamam olsun.” dermiş. O günleri anlatırken gözleri parlardı. Sonra, yitirilen bir sevgiliyi hatırlamış gibi hüzün dolardı gözlerine. O hüzünde bir daha yaşanması mümkün olmayan gençliğe yazıklanma vardı. Hüzün, onun yüzüne soylu bir anlam katardı, ama neşe daha çok yakışırdı. Ne hayat dolu bir insandı. Kahkahaları hâlâ kulaklarımda. Oysa ömrünün son dört yılını yatarak geçirdiği yatakta kımıldayamıyordu bile. Sadece, ağzından anlamsız sözler dökülüyordu. Sen son iki yılını ömrünün biriciğine adamıştın. “Annenizi bırakıp bir yere gidemem.” derdin. Gerçekten de onu bırakıp hiçbir yere gitmedin. Biraz senin için değişiklik olsun diye küçük bir sahil kasabasına gitmen istenmişti de kabul etmemiştin.
Bugün yine o şarkı aklımda, nasıl ederim de şarkını senin için çalarım ya da çaldırabilirim radyoda, diye yıllarca düşündüm. Sevdiceğini bırakıp gittin sonunda babacığım. Soğuk, karlı Ankara kışında veda ettin yaşama, dünyaya. Sevdiğin çiçeklerine, kuşlara, dağlara, her şeye…
Seni, senden sonra annemi yitireli yıllar olmuştu. Bir gün TRT’den bir program için aradılar beni söyleşi için. Radyonun hayatımızdaki yeriydi söyleşinin konusu. Mutlu etmişti beni bu nostaljik yolculuk, radyolu çocukluk ve gençlik yıllarıma.
Söyleşinin sonunda bir şarkı istemem söylendi. İşte o anda aklıma gelen ilk şarkı senin şarkın oldu baba. Yıllar sonra sana dinletebilecektim bu şarkıyı, hem de Mediha Şen’in sesinden:
“O muydu yanımdan geçen, / O muydu beni fark etmeyen. / Endamından eser kalmamış, / Saçlar ağarmış, omuzlar çökmüş. / O muydu yanımdan geçen, / O muydu beni fark etmeyen... / O muydu bir zamanlar / Beni bestekâr eyleyen / Şair edip maniler söyleten / Gönlümde kurulup saltanat süren / O muydu yanımdan geçen, / O muydu beni fark etmeyen.
Şarkıyı gözyaşlarıyla dinledim babacığım, sana ulaştığına inanarak. Hüzün ve buruk da olsa bir hafifleme doldurdu içimi. Ancak kafamın içinde en baştan beri duran soruyu yanıtlayamamıştım. Şarkıdaki kimdi? Dünyalar güzeli sevdiceğin miydi güzelliğinden, neşesinden eser kalmamıştı, yoksa başka bir güzel miydi?
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.