aysegulcinilhan@gmail.com
Ankara şehir manzarası, gün batımı sırasında çekilmiş. Fotoğrafın ortasında, sarı ışıklarla aydınlatılmış büyük dikdörtgen bir yapı olan Anıtkabir, Anıtkabir’in hemen arkasında, dört minaresiyle Kocatepe Camii silueti görünüyor. Sağ tarafta aydınlatılmış, büyük ve modern bir bina olan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi. Arka planda dağlar ve pembe-mor tonlarında bir gökyüzü var. Ön planda şehrin daha karanlık kalan binaları ve ağaçlar bulunuyor.
YAZAN: Ayşe Gülçin İLHAN

ANKARA SEN ANKARA BEN
Yağmurlar gecikti yağmaya bu yıl Ankara sokaklarına. Yağar gibi oluyor bazen ama vazgeçiyor sebepsiz. Sanki gelmeyi çok isteyen fakat cesareti bir adım atmaya bile yetmeyen unutulmaz eski bir sevdicek gibi. “Gelsem gidemem, kalsam yapamam!” Der gibi.
Sen gibi…
Bir ara camlara hafiften çisiledi, sonra tekrar güneş açtı. Eylül de bitti biter, gün dediğin ömürden gider. Ara sıra albümü açıp senin o eski siyah beyaz fotoğrafına bakıyorum. Nasıl tesir etmiş o duruşun ruhuma; yıllar geçti o his geçmedi. Gizli saklı kapalı bir yara değil bu. Öyle açık seçik çekinmeden durur yerinde. Kapanmasını isteyen kim der gülerim aklıma geldikçe. Seni görmedikçe ve görmediğim her gün yeniden tâ en baştan sevdikçe. Ankara bir mahsun kent şimdi. İçli bir uğultuyla, geçmişte kalamamış kalp yarası, bağrına basılı bir kırık sevdayla sonbaharı yaşıyor. Hayli kalabalık artık her sokak. Tenha yerleri; ruhu yalnız, gönlü kırık olanlar buluyor. Ağaçların ne yeşil kaldığı ne tam sarardığı sancılı günlerden geçiyoruz. Burada olsan şimdi. Ya tesadüfen karşılaşsak yahut sözleşip buluşsak güneşli bir öğleden sonra. Saatlerimizi ikiye ayarlasak ve o zamana dek sabrımız taşsa, kulaklarımız hafiften çınlasa da üç dakikada bir saate yeniden baksak. Kuğulu’da salkım söğütün altındaki herhangi bir bankta otursak yan yana. O kocaman ve gece karanlığı gözlerini kısarak gülümsesen bana. O ilk ve son buluşmamızdaki gibi rengin atmasa bu kez. Adımı söylesen ben o an ölsem. Adın benim kıblem olmuş zaten Ankara’m desem, yakışıklı şehrim. İlk kez yan yana oturmuş oluruz o buluşmada çünkü biz hiç buluşamadık ne Ankara’da ne de başka yerde. Böyle imkânsız böyle acımasız böyle ketum bir dünya! Neylersin kader böyle Ankara! Çıkmaz sokak olur bazısına her yanın. Çıkılır mı ferah ve aydınlık günlere? Biz de güler miyiz kaygısızca? Hayat bize de sunulur mu altın tabaklarda? Hani olur da bizim de kolaylaşır mı işimiz? Murada erilir mi ki bunca zaman sonra? Bunlar soru değil. Soru olsaydı yanıtı olurdu bunca yıl. Ömür geçiyor Ankara’m. Ne soru bitiyor ne yanıt geliyor…
Ben seni izlerken bir yandan dimağıma arşivliyorum yüzünü. Seni ezberime alıyorum, seni kırk yıllık yarama basıyorum, yar mısın yara mısın halâ bilmeye uğraşıyorum.
“Peki sen nasılsın?” diye sorduğumda; kaşlarının ortasındaki iki çizgi derinleşiyor, iklim sessizleşiyor. Sözcüklerdeki E’ler yine kapalı, üşümüş bir sesle:” Seni özledim!” Demene kalmadan bulutlar gözyaşlarına boğuluyor. Biz susuyoruz. Şemsiyesiz, acelesiz, telaşsız ve hareketsiz oturduğumuz banktan kalkmaya yeltenmiyoruz bile. Yağmur saklar biliyoruz aktı akacak gözyaşlarını. Onca zamandır ciğerimize akıttığımız gizli yaşlar Ankara’nın en eski sokaklarına yağmurla beraber akıp karışıyor. Hâlimiz hâl değil! Ahvâlimiz belirsiz! Hayal kurmayı bırakalı çok oldu. Ortalıkta kimse kalmadı. Yağmurdan kaçan kaçana. Bir havuzdaki kuğular bir de biz varız yağmura tutulmuş Ankara’da. Keşke yağmur dinmese hiç! ve biz bu bankta öylece otursak. Sen sigara içemeden ben sana doyamadan öylece dinse yağmur. Sen yine sessizce ben ise sensizce günü bitiriyoruz. Biliyor musun ben bir seni bir de bu şehri çok sevdim.
Serin; ellerimin üşüdüğü, saçlarımın biraz daha beyazladığı, aşkımın olduğu yerde saydığı bir eylül gecesi yazdığım bu mektubu da zarfına koyup hoşça kal ülkeme dönüyorum. Hoşça kal Ankara’m…
28/09/2022
Ankara

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.