YAZAN: Emine KAMÇI
Geçmiş yıllarda bu uygarlığa ilişkin çeşitli haberler duymuş, yazılar, kitaplar okumuştum. Bu bilgiler beni daha da kamçılamış, merak duygumu artırmıştı. O zamanlar, Mu Uygarlığından, Mayalardan, Azteklerden de söz ediliyordu. Ben de o günlerde bu bilgilerin peşine düşmüş, bu uygarlıklara doğru bir geziye, serüvene çıkmıştım.
Söz konusu bilgilerin arasında, mistik bakımdan görüşler de vardı. Örneğin, Mu ve Atlantis gibi uygarlıkların ellerindeki olanakları hiçe sayarak daha fazlasını istemeleri üzerine, başka deyişle doyumsuzluklarının sonucu Okyanus’a batırılarak cezalandırıldıkları söyleniyordu.
Kaynaklardan birinde, ‘İnanılmaz derecede varlıklı ve gelişmiş bir uygarlık olan Atlantis, denizin içine hapsolmuş ve okuyucunun ilgisini çeken bir hikâyede sonsuza dek kaybolmuştur.’ Diye belirtiliyordu. Kibirleri ve ahlaki bozulmaları sonucu tanrıların gazabına uğradıkları ve kıtanın sular altında kalarak yok olduğu rivayet de ediliyordu. Bu tür bilgilerse, Atlantis’in gerçekten var olup olmadığını da akla getiriyordu. Atlantis uygarlığı gerçek mi yoksa bir efsaneden mi ibaretti?
Paul ve Pauline Vayntsveyga Zalittski adlı Kanadalı bir çiftin öncülüğünde yapılan deniz dibi araştırmalarında, Bermuda Şeytan Üçgeni olarak adlandırılan bölgede batık bir şehir bulundu. Araştırmacılar, Küba kıyılarından 700 metre uzaklıkta ve 180 metre derinlikte, yolları, tünelleri, piramitleri ve başka yapıları olan büyük bir şehir keşfettiler. Elde edilen görüntülerde, batık şehirde sıradan piramitlerin yanı sıra camdan yapılmış piramitlerin, Sfenks şeklinde heykel, birçok monolitik yapılar ve bina duvarlarına oyulmuş yazıtların bulunduğu görüldü. Amerikalı araştırmacı Robert Sarmast Platon'un ünlü diyalogları Critias ve Timaeus'ta ifade ettiği yaklaşık 50 fiziksel işaretten yola çıkarak, çalışmalarını Kıbrıs yayı ve Levantine havzası olarak tarif edilen Doğu Akdeniz kıyılarına kaydırdı. Bölgeyle ilgili olarak Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresinin (NOAA) hazırlamış olduğu haritalardan ve veri tabanlarından faydalanan Sarmast, bu bilgilerin yeterli olmadığını görünce dünyaca ünlü Jeofizikçi Dr. John K. Hall ile işbirliğine gitti. Dr. Hall, Sarmast'a 1980'li yıllarda bir Rus petrol gemisi tarafından Doğu Akdeniz'de deniz tabanından toplanan dijital verileri iletti. NOAA ve Dr. Hall'dan gelen verileri birleştiren Sarmast, bölgenin 3 boyutlu ve bathymetric (derinlik ölçü birimi) haritalarını çıkarttı. Sarmast'a göre Atlantis Kıbrıs, Suriye arasında idi ve batan kıtanın en üst noktası ise bugünkü Kıbrıs'tı. Sarmast, Discovery Of Atlantis isimli ünlü eserinde Atlantis'in bu bölgede olmasını güçlendiren bulguları ve nedenlerini açıkladı.
Aşağıdaki Nuh Tufanıyla ilgili açıklama da Atlantis’in başına gelenleri gerçeklik açısından anlamamızı bir ölçüde sağlıyor.
Nuh'un yaşamının altı yüzüncü yılında, ikinci ayda, ayın on yedinci gününde, işte o gün derin suların tüm kaynakları yarıldı, patladı, fışkırdı ve göklerin bentleri açıldı. Şiddetli yağmur kırk gün kırk gece devam etti.
Tufan yeryüzünde kırk gün devam etti. Sular sürekli yükseldi ve gemiyi kaldırmaya başladı. Artık gemi yerden çok yüksekte, suların üzerinde yüzüyordu. Sular yeryüzünü kapladı ve çoğaldıkça çoğaldı; gemi ise suların üstünde yüzüyordu. Dağları on beş arşın kadar aştı, dağlar sular altında kaldı.
Dağların üst kısımlarında deniz canlılarına ilişkin bulunan fosiller, yüksek dağların bir zamanlar denizle kaplı olduklarını gösteren kanıtları sunarlar. Burada ortaya çıkan sorun, yüksek dağları örtecek kadar suyun nereden gelmiş olacağıyla ilgilidir. Bu suların bir kısmı kutuplarda buzullar olarak depolanmıştır; ancak bu buzullar tamamen eriyecek olsalar bile, içerdiği su miktarı karaların yüksek kısımlarını örtmeye yetmeyecektir. Yakın zamanlarda yapılan bir keşif, okyanusların tabanının daha da altında bulunan büyük bir su kaynağının olduğunu açığa çıkarmıştır. Bu yer altındaki su kaynağı, yeryüzündeki okyanuslardan üç kat daha fazla büyüklükteki bir suyu içinde barındırmaktadır. Bu suların yerin tam 700 km altında bulunan "Ringwoodite" olarak adlandırılan mavi taşların içinde bulundukları keşfedilmiştir.
Bu keşif, işte o gün derin suların tüm kaynakları yarıldı [patladı-fışkırdı] sözleriyle uyumludur. Bu durum, karaları tümüyle kaplamaya yetecek ölçüdeki su kaynağının, yer altındaki bu sular olabileceğini akla getirmektedir.
İşte söz konusu patlamalardan biri ya da birkaçı, Atlantis’in sonunu hazırlamış olabilir; en gerçeğe uygun mantıklı açıklama da budur. Nuh Tufanından sonra Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda (eski adıyla Cudi veya Ararat Dağı) karaya oturduğu kabul edilir. Kaynaklardan Tevrat ve İncil’e göre gemi, "Ararat Dağları" üzerine oturmuştur. (Yaratılış 8:4)
Kur’an-ı Kerimse, gemi "Cudi Dağı" üzerine oturmuştur diye yazmaktadır. (Hud Suresi, 44. ayet)
Ararat (Ağrı Dağı) Türkiye'nin doğusunda, Iğdır-Ağrı sınırında en yüksek dağdır.
Cudi Dağı ise, Şırnak ilindedir, Mezopotamya’ya daha yakındır.
Sonuç olarak, Batılı kaynaklar Ağrı Dağı der. İslami kaynaklar ise Cudi Dağı diye belirtir.
İki dağ da Türkiye sınırları içindedir. Arkeolojik kanıt kesin olmamakla birlikte bu iki yer tartışılır.
Çocukluğumda babamdan, masalsı bir söylence dinlemiştim. Tufandan sonra Nuh köyün birinde yaşlı bir kadınla karşılaşır ve onca felakette nerede olduğunu, bir zarar görüp görmediğini sorar. Kadınsa bu sorular üzerine, tufan falan görmediğini ama ahırdaki ineğinin belinin biraz ıslandığını söyler. Sizce bu yaşlı kadın Nuh Tufanında neredeydi ve neden zarar görmemişti? Bana sorarsanız, bu konuda fazla bir fikrim yok. Babam da daha fazlasını bilmiyordu. Dinsel bakımdan bazı nedenlere dayandırılabilirdi. O kadın için Allah’ın sevgili kulu ya da mübarek, korunmayı hak eden kişi denebilirdi. Diğer bakımlardansa, çeşitli varsayımlarda bulunulabilir. Örneğin, kadın suların ulaşamadığı bir yerdedir; ne bileyim, sözgelimi, kadın bir mağaraya çekilmiş olabilir ya da bu yaşlı kadın hiç yaşamamış ve Nuh’la yapılan konuşmalar da hiç gerçekleşmemiştir.
Umutla kalın. Sevgi tufanında boğulmanız dileklerimle.
Geçmiş yıllarda bu uygarlığa ilişkin çeşitli haberler duymuş, yazılar, kitaplar okumuştum. Bu bilgiler beni daha da kamçılamış, merak duygumu artırmıştı. O zamanlar, Mu Uygarlığından, Mayalardan, Azteklerden de söz ediliyordu. Ben de o günlerde bu bilgilerin peşine düşmüş, bu uygarlıklara doğru bir geziye, serüvene çıkmıştım.
Söz konusu bilgilerin arasında, mistik bakımdan görüşler de vardı. Örneğin, Mu ve Atlantis gibi uygarlıkların ellerindeki olanakları hiçe sayarak daha fazlasını istemeleri üzerine, başka deyişle doyumsuzluklarının sonucu Okyanus’a batırılarak cezalandırıldıkları söyleniyordu.
Kaynaklardan birinde, ‘İnanılmaz derecede varlıklı ve gelişmiş bir uygarlık olan Atlantis, denizin içine hapsolmuş ve okuyucunun ilgisini çeken bir hikâyede sonsuza dek kaybolmuştur.’ Diye belirtiliyordu. Kibirleri ve ahlaki bozulmaları sonucu tanrıların gazabına uğradıkları ve kıtanın sular altında kalarak yok olduğu rivayet de ediliyordu. Bu tür bilgilerse, Atlantis’in gerçekten var olup olmadığını da akla getiriyordu. Atlantis uygarlığı gerçek mi yoksa bir efsaneden mi ibaretti?
Paul ve Pauline Vayntsveyga Zalittski adlı Kanadalı bir çiftin öncülüğünde yapılan deniz dibi araştırmalarında, Bermuda Şeytan Üçgeni olarak adlandırılan bölgede batık bir şehir bulundu. Araştırmacılar, Küba kıyılarından 700 metre uzaklıkta ve 180 metre derinlikte, yolları, tünelleri, piramitleri ve başka yapıları olan büyük bir şehir keşfettiler. Elde edilen görüntülerde, batık şehirde sıradan piramitlerin yanı sıra camdan yapılmış piramitlerin, Sfenks şeklinde heykel, birçok monolitik yapılar ve bina duvarlarına oyulmuş yazıtların bulunduğu görüldü. Amerikalı araştırmacı Robert Sarmast Platon'un ünlü diyalogları Critias ve Timaeus'ta ifade ettiği yaklaşık 50 fiziksel işaretten yola çıkarak, çalışmalarını Kıbrıs yayı ve Levantine havzası olarak tarif edilen Doğu Akdeniz kıyılarına kaydırdı. Bölgeyle ilgili olarak Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresinin (NOAA) hazırlamış olduğu haritalardan ve veri tabanlarından faydalanan Sarmast, bu bilgilerin yeterli olmadığını görünce dünyaca ünlü Jeofizikçi Dr. John K. Hall ile işbirliğine gitti. Dr. Hall, Sarmast'a 1980'li yıllarda bir Rus petrol gemisi tarafından Doğu Akdeniz'de deniz tabanından toplanan dijital verileri iletti. NOAA ve Dr. Hall'dan gelen verileri birleştiren Sarmast, bölgenin 3 boyutlu ve bathymetric (derinlik ölçü birimi) haritalarını çıkarttı. Sarmast'a göre Atlantis Kıbrıs, Suriye arasında idi ve batan kıtanın en üst noktası ise bugünkü Kıbrıs'tı. Sarmast, Discovery Of Atlantis isimli ünlü eserinde Atlantis'in bu bölgede olmasını güçlendiren bulguları ve nedenlerini açıkladı.
Aşağıdaki Nuh Tufanıyla ilgili açıklama da Atlantis’in başına gelenleri gerçeklik açısından anlamamızı bir ölçüde sağlıyor.
Nuh'un yaşamının altı yüzüncü yılında, ikinci ayda, ayın on yedinci gününde, işte o gün derin suların tüm kaynakları yarıldı, patladı, fışkırdı ve göklerin bentleri açıldı. Şiddetli yağmur kırk gün kırk gece devam etti.
Tufan yeryüzünde kırk gün devam etti. Sular sürekli yükseldi ve gemiyi kaldırmaya başladı. Artık gemi yerden çok yüksekte, suların üzerinde yüzüyordu. Sular yeryüzünü kapladı ve çoğaldıkça çoğaldı; gemi ise suların üstünde yüzüyordu. Dağları on beş arşın kadar aştı, dağlar sular altında kaldı.
Dağların üst kısımlarında deniz canlılarına ilişkin bulunan fosiller, yüksek dağların bir zamanlar denizle kaplı olduklarını gösteren kanıtları sunarlar. Burada ortaya çıkan sorun, yüksek dağları örtecek kadar suyun nereden gelmiş olacağıyla ilgilidir. Bu suların bir kısmı kutuplarda buzullar olarak depolanmıştır; ancak bu buzullar tamamen eriyecek olsalar bile, içerdiği su miktarı karaların yüksek kısımlarını örtmeye yetmeyecektir. Yakın zamanlarda yapılan bir keşif, okyanusların tabanının daha da altında bulunan büyük bir su kaynağının olduğunu açığa çıkarmıştır. Bu yer altındaki su kaynağı, yeryüzündeki okyanuslardan üç kat daha fazla büyüklükteki bir suyu içinde barındırmaktadır. Bu suların yerin tam 700 km altında bulunan "Ringwoodite" olarak adlandırılan mavi taşların içinde bulundukları keşfedilmiştir.
Bu keşif, işte o gün derin suların tüm kaynakları yarıldı [patladı-fışkırdı] sözleriyle uyumludur. Bu durum, karaları tümüyle kaplamaya yetecek ölçüdeki su kaynağının, yer altındaki bu sular olabileceğini akla getirmektedir.
İşte söz konusu patlamalardan biri ya da birkaçı, Atlantis’in sonunu hazırlamış olabilir; en gerçeğe uygun mantıklı açıklama da budur. Nuh Tufanından sonra Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda (eski adıyla Cudi veya Ararat Dağı) karaya oturduğu kabul edilir. Kaynaklardan Tevrat ve İncil’e göre gemi, "Ararat Dağları" üzerine oturmuştur. (Yaratılış 8:4)
Kur’an-ı Kerimse, gemi "Cudi Dağı" üzerine oturmuştur diye yazmaktadır. (Hud Suresi, 44. ayet)
Ararat (Ağrı Dağı) Türkiye'nin doğusunda, Iğdır-Ağrı sınırında en yüksek dağdır.
Cudi Dağı ise, Şırnak ilindedir, Mezopotamya’ya daha yakındır.
Sonuç olarak, Batılı kaynaklar Ağrı Dağı der. İslami kaynaklar ise Cudi Dağı diye belirtir.
İki dağ da Türkiye sınırları içindedir. Arkeolojik kanıt kesin olmamakla birlikte bu iki yer tartışılır.
Çocukluğumda babamdan, masalsı bir söylence dinlemiştim. Tufandan sonra Nuh köyün birinde yaşlı bir kadınla karşılaşır ve onca felakette nerede olduğunu, bir zarar görüp görmediğini sorar. Kadınsa bu sorular üzerine, tufan falan görmediğini ama ahırdaki ineğinin belinin biraz ıslandığını söyler. Sizce bu yaşlı kadın Nuh Tufanında neredeydi ve neden zarar görmemişti? Bana sorarsanız, bu konuda fazla bir fikrim yok. Babam da daha fazlasını bilmiyordu. Dinsel bakımdan bazı nedenlere dayandırılabilirdi. O kadın için Allah’ın sevgili kulu ya da mübarek, korunmayı hak eden kişi denebilirdi. Diğer bakımlardansa, çeşitli varsayımlarda bulunulabilir. Örneğin, kadın suların ulaşamadığı bir yerdedir; ne bileyim, sözgelimi, kadın bir mağaraya çekilmiş olabilir ya da bu yaşlı kadın hiç yaşamamış ve Nuh’la yapılan konuşmalar da hiç gerçekleşmemiştir.
Umutla kalın. Sevgi tufanında boğulmanız dileklerimle.
Yorumlar
Emine Kamcı'ya teşekkürler
Atlantis'e ne oldu da ki bilgiler çok ilginç geldi. Türkiye sınırları içinde pek çok yer söylensede vermiş olduğunuz bilgiler araştırmanız sayesinde daha anlamlı geldi bana