Sabahın erken saatleri. Yeni bir gün başlıyor. Yaz günlerinin bu saatleri günün en güzel zamanıdır ki bize hediye edilmiş bu yeni günü yatakta karşılamak olmaz.
Yürüyüşe çıkıyorum. Rüzgâr zeytin ağaçlarının arasında dans ediyor.
Denizin mavisi “Her şey yoluna girer” dercesine selam veriyor sanki…
Biliyorum, onca dert varken, saf bir iyimserlikle her şey çok güzelmiş gibi yapmak anlamsız fakat ne olursa olsun her şeyin hakkını vererek yaşamak aslolan. Ne de olsa dipsiz kuyulara düşmekten evladır.
Bebekler savaş zamanında da doğmaya devam ediyorsa,çiçekler kara kışlardan sonra da açmaya niyetleniyorsa eğer,evrenin bir bildiği vardır diye düşünürüm hep..
Hayat geçip giderken her şey değiştiği gibi altını çizdiğimiz cümleler de değişiyor aslında. Artık daha basit,berrak ve daha hakiki şeylere odaklanıyoruz.
Sohbetlerin, tabaktaki salatanın, ömürdeki günün,masadaki dostların, kalpteki hissin daha hafif ve gerçek olanını istiyoruz.
Ve artık gerisini düşünmeden yaşamak istiyoruz ki bu hiç de kolay bir hal değildir esasında… İnsanı özgürlüğe, ferah denizlere çıkaran tılsımlı bir cümledir bu. Kalbiniz pirüpak oluverir fakat çoğu kez “Eksik bir şey var” hissi de yakamızı bırakmaz.
Hayal ettiğiniz yerde, evde ya da ilişkide değilsinizdir belki fakat eksik bir şey yoktur aslında. Her şey olması gerektiği gibidir.
Buna inanınca kalp sakin bir denize dönüşüyor ve usulca ona dalıveriyorsunuz.
Hayat dediğimiz başımıza gelenler, neler yaşadığımız,variyetimiz falan değil aslında. Hayat sadece bizim onda ne gördüğümüzden ibaret. Eksikler listesini çıkarmak çok kolay fakat belki de var olanları ıskaladığımızın farkına varmak gerek öncelikle.
Bütün mesele hikayeyi istediği zaman değiştirebileceğini bilsin şu kalp… Başka bir pencere muhakkak vardır.Değiştirin bakalım o pencereyi, yarın sabah güneş nasıl doğacak?...
Sürekli bir tamamlanmış hal mümkün olmuyor bu hayatta.Tıpkı Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Herkesin evinde bir oda eksik’… Varsın olmasın o oda. Hayatta beğenecek,tamamlanacak o kadar çok şey var ki…
Okuduğum bir makalede “En büyük şefkat insanın kendine duyduğu şefkat, hayata karşı duyduğu sevinç ve geleceğine karşı duyduğu güvendir. Bu hisler bedeni de sapasağlam tutar. Hiç bir vitamin, ilaç ve tedavi hastalıklara karşı bu iyimser tavır kadar etkili değildir.” diyor.
O zaman önce neden kendimize sımsıkı sarılmakla başlamıyoruz işe… Biz bir taneyiz ve bu güne hiç de öyle kolay gelmedik. Artık sıkboğaz etmesek mi ki bu bedeni, ne dersiniz?...
İnsanın en fena huylarından birisi de güzel şeylere hızlıca alışıp, onlardaki harikuladeliği artık göremez hale gelmesi…Bir nevi önce göze sonra da gönüle perde inmesi halidir bu.Kalbin mühürlenmesi gibi bir şeydir esasında.
Mesela Ege’deki bir köy kahvesinde otururken oranın yerlisini şıp diye tanırsınız. Nasıl mı? Çünkü denize arkasını dönmüştür.
Yıllarca İstanbul’da geçen hayatımdan sonra Akdeniz’de deniz kenarında bir evde yaşamaya başladığımda, sabah erkenden balkona çıkıp denizin üstünden gün doğumunu seyrederken aklıma şu soru gelmişti birden. “Acaba burada yaşayan insanlar ne muhteşem bir yerde yaşadıklarının farkındalar mı?” diye düşünmüştüm.
O an deniz kokusu, dalga sesleri ve gün doğumu resmen ruhumu kanatlandırmıştı. Hoş ben İstanbul’daki küçük evimde de benzer hisler içindeydim. Duvara vuran güneş, balkonuma gelen martı, karın yağışı mutu olmama ziyadesiyle yetiyordu.
Fakat anladım ki burada yaşayan insanlar bu durumu normalleştirmişti. Sitenin delisi gibi sabah erkenden uyanıp denize giren, yürüyüşler yapan, zeytin ağacıyla konuşan ve bütün gün balkonda yaşayan bendim.
Hayatım boyunca alelade gibi gelen şeylerin tılsımlı olduğuna inanmışımdır. Sokaktaki turunç ağaçlarının kokusuna, okaliptüs ağaçlarının görkemine, dallara düşmüş ham incirlere, zeytinin yeşiline her sabah şükürle selam veriyorum.
Kalbimi hafifleten tüm bu güzelliklere sıradanmış gibi alışmayı istemiyorum. Bilakis onları her gün çoğaltıp,köpürtüp, parlatıyorum ki bu bana çok iyi geliyor.
Hayat belki de her sabah yasemin koklamak gibi bir şey…Aynı çiçek, aynı koku fakat sen her sabah ondan başka bir ruhla koku alıyorsun. Çünkü SEN AYNI SEN DEĞİLSİN…
Kimi sabah o koku ağlatıyor, kimi sabah da yüzünde kocaman bir gülümseyişe vesile oluyor fakat o yasemini de görmezden gelmiyorsun. Sihir burada belki de…
Hayat alelade dediğimiz şeylerdedir. Basit gibi görünen şeyler güzelleştiriyor hayatı ki sıradan saydığımız şeylere durup bakınca ömrümüzün en kıymetlileri olduğunu onları göremeyince ya da yapamayınca anlıyoruz.
Mesela kısacık bir öğle uykusu, bir patates salatası,fırından yeni çıkmış ekmeğin ucu, köz kokusu, uzun uzadıya ağladıktan sonra gelen o rahatlama hissi ya da uzun uzun güldükten sonra gelen o hafifleme hissi, birilerinin seni anlaması, “Seni merak ettim” diye gelen o telefon, dallarda büyüyen mandalinalar, açık pencerede oynaşan tülün dansı,şeftalinin tadı, gözde korkmadan yaşama hissi, ellerinle yaptığın domatesli, fesleğenli makarna ki fesleğeni de saksıya sen dikmişsen tadından yenmez, gün batımında hafif bir kalple içilen kırmızı şaraplar, meltemler ve daha bir sürü şey…
Ve nihayetinde kalbinde genişleyen basitçe bir his. “Çok şükür iyiyim” diyen o incelikli hal…
Hepimiz biliyoruz ki hiç birimiz kalıcı değiliz bu devranda, geçip gidiyoruz… İşte bu yüzden bırakalım hayat bildiği gibi gelsin. Biz nasıl uyanıyoruz ona odaklanalım.
Mavileri mi yoksa grileri mi giyiyoruz üstümüze? Neyi seçiyoruz o sabah?
Nazım’ın dediği gibi yaşamak yanı mı ağır basıyor, yoksa kaybolup gitmek hali mi? Nihayetinde her şey geçmiyor mu?
Kimselerden beklemeden üstümüze simler, pırıltılar,ışıklar yağdırmak bizim elimizde.
Velhasıl kelam her zaman en güzel neyse, neyin zamanıysa o olsun. Bunu hem kendim hem de herkes için kalpten diliyorum…
Temmuz /2024
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.