Bayılıyorum yalnız yaşamaya.
Çoğunluk başlayacak şimdi: "Aman ne diyorsun?... Aile çok önemli. Yalnız yaşanır mı?... Ben yalnızlığı hiç sevmem." Vs. Vs. diye vızıl vızıl vızıldamaya.
Elbette insanın ailesi olacak. Arkadaşları, dostları olacak. Ama ben kapısını kendim açıp, kendim kapatacağım, ailemle, dost ve arkadaşlarımla özlem giderdikten sonra kaçabileceğim, oyuncaklarım, müzik âletlerim, resim ve elişi malzemelerimle özgürce yaşayıp, sanatla iç içe günlerimi geçireceğim bir mekâna sahip olmanın hayâlini kuruyorum yıllardır.
Bu hayâlimi kısmen de olsa 2002 yılında gerçekleştirdim. Hukuk fakültesi mezunu ve benim gibi görme engelli olan kardeşim, bir süre bağımsız, bir süre de yerel gazetelerden birinde çalıştıktan sonra, engellilere yönelik devlet memurluğu sınavını kazanarak Aydın'a tayin oldu. Ev tutuldu. Babam, kardeşim ve rahmetli annem gittiler. Önceleri beni de götürmek istediler ama baktılar evin işleri tıkır tıkır gidiyor. Kendi başımın çaresine de bakabiliyorum. "Bu kadar istiyorsun. Kal bakalım yalnız" dediler, İzmir'de bıraktılar. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. 15 günde bir gelirler, birkaç gün kalıp, dönerlerdi.
Gel keyfim gel diye diye hayatımın em mutlu iki yılını geçirdim.
Yine o keyifli günlerimden birinin gecesinde, uykumun en tatlı yerinde, gümbür gümbür bir davul sesiyle uyandım. Batıl inancım yoktur ama o gece fena hâlde korkuya kapıldım. Çocukluğumda rahmetli dedem kıyamet gününün geldiğini davul çalarak Deccalın haber vereceğini söylerdi. Hâttâ o sevimli şivesiyle "Ceccal" derdi. Davul sesini duyup, merak ederek pencereden bakanların birden boynuzlarının çıkacağını ve bir daha başlarını içeri sokamayacaklarını da eklerdi. Aldı mı beni bir korku!... Yorganımı başımdan aşağı çektim, tir tir titriyorum. Ne yapacağım ben şimdi?... Deccal Efendi'den kurtulmak mümkün değil. Adam gelmiş, davulu gümbürdetiyor. İşin şakası yok. Kaçacak hiçbir yerim de. Vay beeee. Demek buraya kadarmış. Beklenen kıyamet koptu kopacak. Başladım bildiğim duaları okumaya.
Öyle ne kadar kaldım bilmiyorum. Sonra birden aklım başıma geldi. Ramazan başlıyordu ve insanları sahura kaldırmak için gelmişti davulcu. Uyku sersemi amma hayâl kurmuştum haaa.
Aslında buna benzer bir olayı uyanıkken de yaşamıştım.
Bir şey almak için odamdan çıkmış, biraz da oyalanmıştım. Hava iyice kararmıştı. Odama girdim. İçeride kısık ama garip bir ses. Korkudan üç buçuk attım!... Ne oluyor yaaa?... Odamı cinler mi bastı acep?... Bu garip ses neyin nesi ola?... Diyerek, tabanları yağlayıp, tam dışarı kaçacakken, jetonum düştü. TRT radyo3'te o kalın, tok sesiyle çok sevdiğim Luis Armstrong söylüyordu. Radyomun sesi kısık ve içerisi karanlık olduğundan, sonsuz hayâl gücümle yine zırvalamıştım.
Eh, meşhur sözü bana uyarlarsak; Fadime'dir. Ne yapsa ne düşünse, neyin hayâlini kursa yeridir değil mi ya?...
15-Mayıs-2020-Cuma
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.