berfingeldi74@gmail.com
Düz beyaz arka plan önünde duran Berfin Geldi, uzun, düz ve koyu renkli saçlı. Siyah tişört giymiş ve tişörtün sol göğüs kısmında küçük, kırmızı bir kiraz deseni bulunuyor. Doğrudan kameraya bakıyor, yüzünde hafif bir gülümseme var. Arka planda sol üst köşede çerçeveli bir tablo veya fotoğrafın köşesi görünüyor.
Bir adam ve küçük bir kız çocuğu el ele tutuşmuşlar. Adamın üzerinde "I ♥ YOU" yazılı siyah bir tişört, küçük kızın üzerinde büyük beyaz bir kalp bulunan siyah bir tişört var. Kız çocuğu kot pantolon ve beyaz spor ayakkabı giymiş. İkisi de mutlu görünüyor ve adam kıza sevgi dolu bir şekilde bakıyor. Arka planda ağaçlar ve bir bina var. Kız çocuğu elinde bir dondurma tutuyor.
YAZAN: Berfin GELDİ

Güvendiğin ilk omuz… İlk ‘prensesim’ diyen ses… Ya bir gün sadece bir anı olursa? İlk aşkın… Son vedan olursa?” Yüreğim, bana nefes almayı yasaklamışçasına yanıyor. Yok yok, doğru duydunuz. Acımıyor, yanıyor. Bedenimi yere bıraktım. Uzandım, o bahsedilen nefes egzersizlerini yapmaya çalıştım. Nafile. Akciğerlerim sanki burnuma, ağzıma ve diyaframıma “Dur.” emrini vermiş ve ben, nefes almak için yerde hayat mücadelesi vermeye devam etmeye çalıştım. Sertçe göğüs kafesime darbeler indirmeye başladım. Hayır. Akciğerim, nefesi bana vermemekte ısrarcı. Tam o esnada ağzıma tuzlu bir tat ulaştı. Sıcak ve tuzlu. Ne zaman gözyaşlarım bir yağmur misali akmaya başlamıştı acaba? Onu da bilmiyorum. Ben şu an neler yaşadığımı bilmiyorum. İdrak edemiyorum. Yok yok, gözyaşlarıma engel olamıyorum. Gözyaşlarımın beni dinlemeden akmasına engel olamıyorum. Gözyaşlarımı silmeye kalksam, hemen ardından yenileri ekleniyor. Ağzımdaki o sıcak ve tuzlu tada engel olamıyorum. Yerde ne zamandır hem havayı ciğerlerime doldurmak için hem de şu lanet gözyaşlarını ufacık da olsa azaltmak için çırpındığımı hatırlayamıyorum.

Neden böyleydin peki? Delirdin mi yoksa? Ne böyle etkiledi ki beni? Bilmiyorum. Tek bildiğim şey, ölüyorum. Kulaklarıma siren sesleri dolmaya başladı.

Annem, “Buğra! Buğra!” diye haykırıp ağıtlar yakmaya başladı.

Buğra mı? Buğra mı?

Doğru mu duydum? Yoksa bir hayal ürünü mü? Delirmişçesine koşmaya başladım. Sanki demin olduğu yerde çırpınan ben değilmişim gibi.

Babam. Dağ gibi babam. Yerde. Benim aslan gibi güçlü olan babam yerde diyorum size! Duyuyor musunuz beni?

Gözleri kapalı. Gülümseyerek bakmıyor bana. “Busem, güzel kızım, prensesim,” demiyor. Buse ismini duymuyorum o dağ gibi olan adamın dudaklarından. Sadece rengi sararmış. Gözlerini kapamış ve yatıyor.

Son zamanlarda ağrısı çoktu. Kanser teşhisinin üstünden üç ay geçmiş. Hep, “Ben ölürsem Buseme, prensesime, güzel kızıma iyi bakın,” derdi.

Ben de kızardım ona: “Senden başkası bakamaz, iyi falan gelemez bana. Bir daha böyle konuşursan küserim. Asla konuşmam seninle. Asla babacığım diye atlamam kucağına. Gelmem bir daha işte. Küserim. Duyuyor musun?” derdim.

O bana hep bir prenses gözüyle bakardı. Aslan kızım diye hiç sevmedi ki beni. Ben o yüzden küçüğüm. Bir prensesim işte. Güçlü bir kız değilim. Sadece babasına muhtaç olan küçücük bir kızım.

Beni sensiz bırakma ne olur babacığım. Duramam sensiz.

Hepimiz hastaneye koştuk. Babalar kızlarının ilk sevgilileridir. Benim ilk sevgilim sensin babacığım. Sen olmazsan kim korur beni? Ben aslan gibi güçlü bir kız değilim. Senin gözlerine sevgi açlığıyla bakan, küçük bir prensesim sadece.

Nihayet o suratsız doktorlardan biri geldi. Baktım gözlerinin içine yalvarırcasına: “İlk sevgilimi, dağ gibi babamı benden almayın.” diye. Doktorun tek sözü neydi biliyor musunuz? “Hasta eks oldu.” Ne demek hasta eks oldu? Benim kahramanım için bu sözleri söylüyor işte. Benim güçlü, dimdik duran babam için diyorum size!

Doktoru sert bir şekilde ittim. Koştum babama: “Baba, bak senin Buse’n geldi. Minik prensesin geldi.” diye hıçkırmaya başladım. Baktım babama. Baktım tek kahramanıma. Elleri buz, yanakları zaten ellerinden kötü. Yüzünün rengi zaten ifade edilmeyecek gibi.

“Baba!” diye nasıl haykırdım bilmiyorum. Tek bildiğim şey, sesim tek haykırışta kısılmış. Ses tellerim bile dayanamadı bu müthiş acıya. Minik Buse ne yapsın? Söyleyin lütfen!

Babama daha çok sarılıp hıçkırmaya devam ettim. Ağzımdan tek dökülen şey: “Babam, babam!” diye haykırışlarım. “Bırakma yavrunu. Bırakma minik prensesini. Sen benim ilk sevgilim, tek kahramanımsın. Senin gibi kahraman, senin gibi sevgili gelmez bir daha. Beni sevgilimden, tek kahramanımdan ayırma, hakkın yok buna.

O aptal doktor zaten senin gibi bir adam için ‘eks oldu’ dedi. Hadi kalk da eks olmak mıymış göster onlara ne olur. Yalvarırım sana babacığım, yalvarırım sana babaaaaaaaaammmmmmmm!” 15 sene öncesiydi işte. Dağ gibi babam, kahramanım, sevgilim bırakmıştı beni. 15 yaşında, henüz sadece babasına âşık bir kızken bırakmıştı işte.

O nedensizce hıçkırdığım, nefes alamadığım o gün… İçimdeki bir şey, “Bugün senin kahramanın senden gidiyor,” dedi sanırım.

Ben hep hissederdim aslan babamı. İşte yine öyle oldu. Yine hissettim o aslan gibi, kelimelere bile sığdırılamayacak güçlü adamı. Bu teşhisi almadan önceki hali gelir gözümün önüne. Nasıl beni de küçük kardeşim Efe’yi de alırdı kollarına ama…

Asla yorulmazdı. Saatlerce bizi gezdirirdi öyle.

Neredesin be babam? Kimse yokluğunda okşamadı saçlarımı. Kimse “Prensesim.” diye sevmedi beni. Ben kimseye şımarıklık yapamadım. Kimse çekmedi senin gibi nazımı. Neredesin babam, neredesin!

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.