h.gezginboztepe@gmail.com
Sarı, uzun, düz saçlarını toplamış, sarı ceketi içinde parlak yeşil bluzu, küpeleri ve makyajıyla yan duruyor.
Bir sınıf ortamı. Sınıfın önünde, beyaz tahtanın önünde bir kadın öğretmen ayakta duruyor. Karşısında sıralarda oturan öğrenciler var. Birkaç öğrenci elini kaldırmış, muhtemelen öğretmenden söz hakkı almak istiyorlar ya da soruya cevap vermek istiyorlar. Sıralarda açık kitaplar ve defterler var. Pencere kenarında Türk bayrakları dikkat çekiyor. Sınıfın üst köşesinde Atatürk’ün resmi ve bir yazı asılı. Öğrencilerin çoğu öğretmene odaklanmış durumda.
YAZAN: Hasibe BOZTEPE

Ne çok çocuk sesi taşırız biz öğretmenler içimizde. Ne çok anne kokar ellerimiz, ne çok baba… Heybemize ne çok yaşanmışlık sızar. Ne çok anı biriktiririz takvimleri eskittikçe; sayısız an… Hikâyesine dokunduğumuz kaç güze bahar taşırız ustaca; kaç bozkıra can suyu, kaç onulmaz yaraya merhem oluruz kim bilir?
Daha dün gibi tadı damağımda mesleğe ilk başladığım masalsı Çarşamba. Ah, Mustafa Onbaşı İlköğretim Okulu, ah Konya-Çumra! Sınıfın kapısından adım attığımda nasıl da geride kalmıştı içime yuvalanan kronik korkularım! Oysa günlerce, gecelerce kafamda bir yığın soru işaretiyle boğuşmamış mıydım? İç sesim, kötümser yanım, sağır bir duvar örüp içime, nasıl da ikircikli bir ruha bürümüştü beni! “Ya beni kabullenmezlerse, görmemem ya problem olursa, ya çocuklar beni sevmezse…”
Sınıfa o gün, hiç unutmam 31.10.2007 Çarşamba günüydü, birkaç yıldır o okulda görev yapan sonradan hayatımda dostluğuyla iz bırakacak olan İngilizce öğretmenimiz Cem hocayla girdik. Beni çocuklara taktim ederken öyle sıcak bir dil kullandı ki… Sanki yıllardır tanışıyormuşuz, ahbaplık ediyormuşuz gibi. Ben sınıfa girmeden usulca kaygılarımı fısıldadığımda bana söylediklerini ölsem unutamam: “Korkmayın hocam, çocuklar sevgiyi anlar ve sevildiklerinde mutlaka karşılık verir.” Ne doğru bir saptama! On Sekiz yılda, her yol ayrımımda onların katıksız sevgisi bana rehber oldu; en büyük reçetenin bir öğretmene, öğrencilerinin sevgisi olduğu gerçeğiyle yüzleştim ben.
Çocuklara en yalın halimle anlattım kendimi o gün. Görme engelli olduğumu, dereceyle biten zorlu öğrenim hayatımı, yaptıklarımı, yapamadıklarımı… Rol yapmadan, kendim olarak, kendimi oynayarak…
Gün geçtikçe öyle biz olduk ki… Ben Konya’da yalnız yaşıyordum; okulla evimin arasından demiryolu geçiyordu. Bir öğrencim vardı, Ayşe. Her sabah beni evimden alırdı; birlikte okula giderdik. Bir keresinde, sabah beni almaya geldiğinde, kapımı çalıp da sesini bana duyuramayınca: “Hasibe Öğretmen’e bir şey oldu galiba kapıyı açmıyor.” Diye tüm öğrenci ve öğretmenleri seferber edip kapıma dizmişti. İliklerime dek sevilmenin hazzını duyumsamıştım. Şimdi düşünüyorum da bu yaşı küçük, kalbi büyük kızı, içime kuşlar konuyor, adını andıkça masmavi bir gökyüzü oluyorum. Ya tayinim çıkınca ardımdan ağlayan, “Gitmeyin, ne olur!” Diye yalvaran Hüseyin… Nasıl unuturum onu? Her öğretmenler gününde arar, hatırlatır varlığını o da hayatıma dokunan diğer çocuklarım gibi. Kim demiş öğretmen değiştirir, dönüştürür öğrenciyi diye? Asıl bize kabuk değiştirten, bizi koşulsuz seven, varlıklarıyla içimize lavanta zamanlar damıtan o minicik yürekler…
O kadar aşığım ki mesleğime ben, eşime ilk “Evet”imi bile öğretmenler odasında dedim; nikâh şahidimiz de milli eğitim müdürüydü; nikâhımızda ailemizden hiç kimse yokken, mutlu günümüze sadece öğretmen arkadaşlarımız tanıklık etmişti.
Ben çok zor anne oldum; yavrumu kucağıma aldığımda evliliğimin 8. yılıydı. Öğrencilerimi çok sevdim; öyle çok sevdim ki, hepsini çocuğum gibi gördüm. Eşim hep takılır bu yüzden bana: “Senin öğrencin olmak isterdim.” Diye. İşte çocuk özlemiyle yandığım bir Anneler Günü’nde kapıma gelen öğrencilerim bana tarifsiz duygular yaşatmıştı. Bir çiçeğe alel acele iliştirilen şu not kalp ritmimi değiştirmiş, içime umut tohumları ekmişti: “Anneler gününüz kutlu olsun, iyi ki varsınız öğretmen annem!..” Notu okuyunca sarsıla sarsıla ağlamış, Allah’a şükretmiştim defalarca İyi ki öğretmenim, diye. Öğrenmenin yaşı yokmuş meğer o gün anladım; öğretti ışığa kesmiş bir yürek bana sadece doğurmakla anne olunmadığını; her öğretmenin bir anne, her öğrencinin de bir evlat olduğunu. Kalbi öğrencileri için atan, ruhunu, bilgeliğini, anaçlığını onlara eşit biçimde pay edip, öğrencilerine kol kanat gererek onlara yuva olan adsız kahramanlara, hakkı ödenmez öğretmenlere, öğretmen anne ve babalara ne mutlu!

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.