Cam bir raf üzerinde duran küçük bir heykelcik, pembe bir pelerin giymiş ve yüzü maskeli bir figürü tasvir ediyor. Figürün yüzü oldukça detaylı ve maskesi dikkat çekici. Heykelciğin alt kısmı siyah ve beyaz renklerde, sarmal bir desenle süslenmiş. Arka planda, bulanık bir şekilde, bir kişinin siyah-beyaz fotoğrafı.

Yazma konusunda nedense konu fukarasıyım. Çoğu zaman ne yazacağımı bilemem bu yüzden. Resim yaparken arı gibi çalışan hayâl gücüm yazmaya kalkıştığımda miskin miskin bir köşede oturup tembellik etmeyi seçiyor. Ne kadar harekete geçirmeye çalışsam boş. Ancak canı istediği zaman ağır ağır oturduğu yerden kalkıp, esneye gerine bana yardım etmeye çalışıyor.



Bu kez yazın tembeli hayâl gücüm beni engeldaşım, sanat arkadaşım sevgili Özge'ye doğru itekledi. Özge'miz Eşref Armağan Hocam ve benim gibi görme engeline aldırmadan resim sanatına tutkun çok genç bir yürek. Heykel ve seramiğe de gönül verdi ve resimden de ağır basıyor şimdilerde bu iki muhteşem sanat güzel yüreğinde.



Özge facebookta bir haber paylaşmış. Ben de sayfasından kopyalamak suretiyle aşırdım ve yazımın orta yerine yapıştırıverdim.



"CHP'li Kuşadası Belediyesi'nden 'atık sakızlardan heykel' sergisi



CHP'li Kuşadası Belediyesi, çiğnenmiş atık sakızları kullanarak 6 ayda yaptırdığı 'Sakızdan heykellerle' sergi açtı.



CHP belediyeciliği heykel hizmetine yeni bir boyut kazandırdı.



Kuşadası Belediyesi, çevre duyarlılığı oluşturmak amacıyla 'sakızdan heykeller' yaptırdı.



YENİ BİR HEYKEL DAHA: BU SEFER MALZEMESİ ÇOK FARKLI



6 ayda tamamlanan çalışma sonrası sakızdan yapılan minyatür heykeller görücüye çıktı.



En büyüğü 13, en küçüğü ise 3 santimetre boyunda olan minyatür heykellerin yer aldığı sergi, 4 Kasım Perşembe gününe kadar ziyaret edilebilecek.



Dünyada ilk defa çiğnenmiş atık sakızlardan heykel yapıldığı öğrenilirken, sergiyi ziyaret edenler şaşkınlıklarını gizleyemedi."



Bu haber ikimizin de midesini kaldırdı ama bana da konu çıktı.



Artık hiç sakız çiğneyemiyorum. Çene kaslarım sorunlu, doktor yasakladı. Eskiden odamda yalnızken çiğnerdim. İnsanların yanında asla. Zira toplum içinde, çıtlata çıtlata, ağzını yaya yaya sakız çiğneyenlere hiç katlanamıyorum. Hele sokağa rastgele atılmışlardan biri ayakkabıma yapışırsa sinirden çatlıyorum. Çıkarması, temizlemesi büyük problem.



Bu konu gündeme gelince çocukluk ve ilk genç kızlık günlerim bana uzaktan gel gel diye el etmeye başladılar. Hatırları kalmasın diye bir ziyaret edeyim bari.



Her çocuk gibi ben de sakız çiğnemeye bayılırdım. Hele kocaman balonlar yapmaya. Bazen o kocaman balon patlar, sakız tüm yüzümüze yapışır, temizlemek için uğraşır dururduk. Sakızın yanı sıra; jiklet, ciklet, çiklet de derlerdi eskiden. Dili dönmeyenler arasında jitlet diyenler bile olurdu.



Kendimi bilmeye başladığım 60'lı yılların ortasında naneli Kent sakızları vardı.  Kare şeklindeydi ve inceydi. İçinden ünlü sanatçıların fotoğrafları çıkardı. Biz çocuklar onları biriktirmeye bayılırdık. Küçük yaşında Eskişehir'de Porsuk çayında boğulan çocukluk arkadaşım Suat'ın biriktirdiği fotoğrafların her birini pencere camıyla çerçeve arasına sıkıştırarak dizdiğini ve sokakta oynarken yerlerinde duruyorlar mı diye gelip gidip baktığını söylerdi annesi. (Çift cam, plastik ya da alüminyum doğramalar bilinmediğinden tek pencere camı ve ahşap doğrama çerçevelerin aralarına fotoğraf, kartpostal gibi nesneleri rahatlıkla sıkıştırabiliyorduk.) Onlar bizim vazgeçilmez oyun arkadaşlarımız, artist resimlerimizdi. Oğlanlar o resimlerle Fantin adını verdikleri bir oyun oynarlardı. Kız olduğum için beni aralarına almadıklarından oyunun mahiyetini bilemiyorum. 



Yaşıtlarım belki hatırlar, belki hatırlamaz filtreli sigara şeklinde sakızlar da çıkmıştı bir ara. Kutuya sıralanmış bir dolu sigara ama kâğıdını açınca naneli sakız. Günümüzde olsa pedagoglar, psikologlar saçlarını, başlarını yolarlar yeminle.



70'li yıllara geldiğimizde sakız çeşitleri de çoğalmaya başladı. İlkokul ve ortaokul dönemlerimi yaşadığım yıllar. İnci sakızını hatırlıyorum. Üzerinde zenci bir kız resmi vardı. Araplı sakız diyenler de olurdu. İçinden karikatürler çıkardı. Sınıf arkadaşlarımla onları da biriktirir, komiklik derdik.



Neredeyse unutuyordum. Mabel sakızları da vardı. O da naneligillerdendi. Kent ve İnci sakızları gibi ince, kare şeklindeydi. 2000'li yılların başlarında yeniden piyasaya çıkmış. Belki de hep piyasadaydı bilemiyorum ki. Kardeşimin çok sevdiğim arkadaşı Erkan eski günleri yad etmem için armağan olarak getirmişti. Beni ve ablasını çok mutlu etmişti. Bir müddet dokunmaya kıyamayıp saklamıştım. 



70'li yılların ortalarında En ünlü markalar, Dandy, Tipitip ve Mistip'ti.



Dandy'nin çok çeşidi vardı. Genelde paketler halinde alırdı babam her çarşıya gidişimizde kardeşim ve bana. Kimileri minik, renkli toplar olurdu. Kimilerinin içinden sevimli resimler parça parça çıkar, her yeni sakızda diğer parçayı bulmaya çalışırdık. Bu sakızların kendilerine has değişik şekil, koku renk ve tatları vardı.



Mistip hafızamda yer etmemiş. Demek fazla ilgimi çekmemiş. Ama Tipitip deyinceeee!...



Tipitip; küçük, dikdörtgen şeklinde bir sakızdı. Yanlış hatırlamıyorsam Mavi bir kâğıda sarılmıştı. Üzerinde minik, uzun burunlu, gözlüklü sakıza adını veren karikatürize bir tipleme vardı. İçinden Tipitip'in maceralarının resimlendiği kâğıtlar çıkardı. Onları da biriktirmeyi severdik. O yıllarda oldukça zayıf, çelimsiz bir kızdım ve gözlük de kullanıyordum. Beni Tipitip'le özdeşleştirip, kızdırırdı kimi arkadaşlarım Çok üzülür, kırılır, komplekse kapılırdım.



Bir de Cincin sakızları çıkmıştı sonraları. Heyecanla izlediğimiz Eurovizyon şarkı yarışması Türkiye elemelerine katılan, küçük çocuklardan oluşturulmuş Ayça ve elma şekerleri grubunun Ayça'sı oynardı Cincin reklamında.



Biz biz hepimiz cin gibiyiz. 



Ciklet nedir biliriz.



Cincin'imiz kocaman,



Balonu bu kadar. (Sanırım elleriyle de kocaman balon işareti yapıyordu. Hiçbir zaman tam olarak göremediğimden tahminde bulunuyorum.)



Tadı gitmez ağızdan,



Karikatürü de var diyerek reklâm cıngılını okurdu. Şekli ve tadı Tipitip'e benzerdi. 



Kardeşimin aldığı, markasını unuttuğum sakızların içinden çıkan minik oyuncaklardan bir timsah ve bir de keçi hâlâ durur.



80'li yıllardan itibaren sakıza ilgim azaldı ve yazımın başlarında belirttiğim gibi odamda yalnızken çiğnedim ara ara. Çeşitler de daha bir çoğaldı ve benim ilgimi çekmez oldu.



Naneli ve damla sakızlı olanları tercih ettim.



Günümüzde yine çeşit çeşit sakızlar vardır herhalde. Uzak mı uzağım zatıâlilerine.



Anlata anlata bitiremediğim bir zamanların vazgeçilmezlerimin sarılı olduğu kâğıtların üzerindeki yazı ve resimleri de betimlemeyi çok isterdim ama yarı görür yarı görmez dönemlerimi yaşıyordum o yıllarda. Tipitip hariç aklımdan uçup gitmiş diğerleriyle ilgili bölük pörçük görüntüler. Siz sevgili okuyanlarım yazımı okurken o günlere yolculuk ederseniz her birinin görüntüsü hafızanıza hücum edecektir sanırım.



Çiğnenmiş sakızlardan figürler yapmak benim de aklıma gelmedi değil. Renkli olanlarıyla yapılırsa hayli ilginç de olurdu hani. Heykelden ziyade rölyef düşündüm ama içimden gelmedi doğrusu. Yanlışlıkla dudağını yalasa kendi tükürüğünden tiksinip, hemen gidip ağzını sabunla yıkayan benim gibi gıcık bir uyuza göre değil bu çalışma şekli. Herkesin kendi görüşüdür. Yapanlara saygı duyuyorum. Oraya buraya rastgele atmaktan, çevreyi kirletmektense bu yöntem fena bir fikir de sayılmaz.



Ah sevimli, tatlı Özge’cik. Sâyende bir yazı çıktı ortaya. Hiç aklına gelmezdi değil mi?... Böyle ilginç bir paylaşımda bulunduğun, ilham verdiğin için binlerce teşekkürler sana.



8 Kasım 2021 Pazartesi

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.