ebrubozcuk@hotmail.com
Açık sarı, yarı toplanmış dalgalı fönlü saçları ve makyajıyla, siyah kıyafeti ve yine siyah kolyesi ile gülümsüyor.
Dağlar, ağaçlar ve göl kenarında bol miktarda ağaç ve çalı var, arka planda yüksek, kayalık dağlar yükseliyor. Dağların ve ağaçların yansımaları suyun üzerinde net bir şekilde görünüyor. Gölün yüzeyinde birkaç taş dikkat çekiyor, su berrak ve altındaki taşlar görünüyor. Gökyüzü açık ve hafif mavi tonlarda.
YAZAN: Ebru BOZCUK

Siz horoz sesleriyle uyandınız mı hiç?... Bu bence hiç de öyle azımsanacak hatta sıradanmış gibi görülecek bir şey değil. Çok değerli hatta yeteri kadar parlatılıp çoğaltılması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum. Her sabah saati kurmadan kalkmama vesile oluyorlar ki bu şahane bir şey.
Sabahları ilk işim balkona çıkıp denizi selamlamak.” Bugün deniz çok güzel” demek, hayata küçük bir selam çakmak gibidir adeta ki o deniz dalgalı ve bulanık olsa dahi güzel denilecek ve mutlaka girilecektir nihayetinde. Tıpkı “Hayat çok güzel” deyip aslında hiç de öyle olmadığını içten içe sorguladığımız gibi…
Bundan yıllar önce hayalini kurduğum yerdeyim esasında. Aslında hayalim zeytin ağaçları ile çevrili bir taş ev, hatta bir köy eviydi fakat olsun yarı yarıya yaklaştım sanırım. Bu hayalin en büyük motivasyonu herkesten, her şeyden azade kendi cumhuriyetimi kurmak esasında.
Son zamanlarda nedense kimselere katlanamama hali hâsıl oldu bende. Mesela hevesle balkon masasına yazı yazmak üzere yerleşirken, alt komşunun bağıra çağıra arkadaşına fasulye tarifi vermesini dinlemek istemiyorum ben. Takdir edersiniz ki bu çok insani bir istek fakat site, apartman denilen çoklu yaşamlara hapsolmanın bonusu da bu galiba.
Her neyse, yine de denize bakarak uyanmak ve şehrin gürültüsünden uzakta bir yerde yaşamak şahane bir şey. Mesela öğleye doğru “Balıkçı geldi, balıkçııı” anonsuyla yüzümde birdenbire bir gülümseyiş beliriveriyor. Balıkçı Halil küçük kamyonetiyle her sabah tuttuğu balıkları satıyor. Velhasıl her gün taze balık bulmak mümkün burada.
Akşamüstü “Ali baba geldi, Ali babaaa” anonsu da pek keyif veriyor bana. Köydeki mandırasında kendi üretimini yapan Ali baba, süt ve yumurta satıyor. Hele bir karadutlu dondurması var ki dillere destan.
Pazar sabahları köy pazarı kuruluyor. İşte o gün benim için tam bir şenlik. Mevsimin selamıdır köy pazarları bence.
Mesela şimdi ballı incirler, mor üzümler zamanı. Her birinin zamanı var buralarda, ne yetişiyorsa onu satıyor üretici. Zamanın aktığını, her döngüye saygı duyulması gerektiğini ne güzel anlatır onların geliş sırası. İlk yeşil mandalina kış mevsiminin selamıyken, yeşil erik tezgâhta yerini alınca da yazı selamlamak gerektiğini anlarız ve bence bu döngü muhteşemdir.
Tabii pazarcılarla sohbet etmek de ayrı bir keyiftir benim için. Yaptıkları işten çok kazanamasalar da yüzlerindeki o iyimser gülümseyiş takdir edilmeye değer ki bu yüzden onlarla pazarlık edenlere çok kızıyorum desem yeridir.
Bir de sahilin meşhur mısırcısı var. Tüm gün sıcağın alnında, bir kucak begonville süslediği bisikletinde mısır satıyor ve gür bir sesle “Taze mısıııır, kaynıyoooor” diye bağırarak günde kaç kez o sahili turluyor bilmiyorum.
Güneşten kararmış teniyle siyahi şarkıcı Bob Marley'i andırmıyor değil ve hep gülen yüzüyle mısır satmaya devam ediyor.
Veee mevsimin bu zamanının efsane bas baritonu çilekçimiz de arzı endam ediyor sokağa.
Küçük kamyonetine reçellik çilek kasalarını itina ile diziyor ve sonra bir bağırıyor ki megafon falan hak getire.” Reçellik çileeeek” sesi en ücra yerlerden duyuluyor vesselam…Gel de çilek reçeli yapma şimdi.
Üç kg daha alsam mı ki diye içimden geçirmeden duramıyorum nedense…
Tüm bu sesler o eski mahalle kültürünü, çocukluğumu hatırlatıyor bana. Bu insanlar gerçek hayatın gizli aktörleri esasında.
Hala kirlenmemiş, bir yerlerde masumluğunu koruyan o iyi yanlarımızın tezahürü belki de ve bu yüzden de iz bırakıyorlar bizde. Ruh veriyorlar o yollara, soluk veriyorlar ve en mühimi yaşanılan anlara yıldız tozu serpiyorlar…
Tüm bunlar alalade ve sıradan şeylermiş gibi görünebilir fakat hiç öyle değildir. İnsan bir yaştan sonra bu sadeliği, gerçekliği, yalınlığı arıyor.
Küçük şeyler çok değerlidir. Basit olan hep daha güzeldir.
Tereyağında yumurta gibi, domates peynir ikilisi gibi, seni çok özledim der gibi, fırından yeni çıkmış ekmek gibi, balıkçı geldi anonsu gibi, keçi sürüsünün sesleriyle, horoz sesleriyle uyanmak gibi…
Defne sabunu kokulu yastıklar, lavanta kokulu odalar gibi… Sadeliğin, doğallığın dayanılmaz hafifliği gibi…
Bir gün zeytin ağaçlarının içinde yaşayacağım o tek katlı taş evi hayal etmeye elbette devam edeceğim. Neticede hayal kurmak da parayla değil ya… Bahçedeki zeytin ağacına asacağım hasır feneri bile aldım desem bana gülmezsiniz sanırım.
İşte o zaman yazacağım ilk yazı da şöyle başlayacak.
“Siz, keçi sürülerinin sesleriyle uyandınız mı hiç?...”
Ne diyelim o zaman, hepimize şahane bir gün olsun. İncelikleri unutmadan, küçük şeyleri parlatarak, bugün neyi övelim diye güne başlayarak ve en önemlisi hayal kurmaktan vazgeçmeyerek yaşamaya devam edelim…
Kalın sağlıcakla.

Yorumlar

Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.