Bir sağa, bir sola sıçrayıp duruyordu. Bir şeyleri görmeye, anlamaya çalışıyordu ama bir türlü beceremiyordu işte. Bir gözüyle gördüğünü, diğeriyle göremediğinden, başını bir o yana bir bu yana çevirip duruyor, görüntüleri tamamlamaya uğraşıyordu.
Kadın, delikanlının minik kahkahasıyla yazmakta olduğu yazıyı bırakarak: “Ne oluyorsun oğlum, neden kendi kendine gülüyorsun;” dedi o da hafifçe gülerek.
“Ah anne, olanların farkına varmış olsaydın, eminim sen benden de fazla gülerdin.” dedi ve muhabbet kuşunun annesi yazı yazarken bir yandan monitörü incelediğini diğer yandan da klavyenin üzerinde düştüğü gülünç hali anlatmaya çalıştı.Oysa kadın yazmaya öylesine kendini kaptırmıştı ki gerçekten de olanlardan habersizdi. Bu kez ikisi de kahkahalarını mutfağın o sıcak havasına salıvermişlerdi.
Onu eve getirdiklerinde daha uçmayı bile beceremiyordu. Oysa şimdi evin her yerinde türlü şaklabanlıklar yaparak yükseliyor, alçalıyor, konuyor ve sonra da yuvasına uçuyordu.En sevdiği oyuncakları, Cırcır daha çok küçükken kadının kafesine bırakmış olduğu iki fındık tanesiydi. Ortalık sessizleşince, o da kafesine girer, bir futbolcu edasıyla fındıkların peşine düşer, ışıklar sönünceye dek de bu oyun sürüp giderdi. Kadınsa klavyesinin başına geçer, bu tıkırtıların eşliğinde o da kendi âlemine dalardı.
Mayıs’ın ikinci pazarıydı onları terk ettiğinde. Aynı zamanda anneler günüydü o gün. Ancak anneler günüyle onun gidişinin bir ilgisi yoktu kuşkusuz. Olamazdı çünkü kadın ona annelik etmişti; Bir evlat da tam da anneler günü bırakıp gitmezdi.
Her nasıl olmuşsa olmuş, mutfak penceresinin tülü açık kalmış, minik Cırcır da oradan dışarıya fırlamıştı. Kadın ardından pencereye çıkmış, defalarca adını seslenmiş fakat bu çağrılar, yakarışlar hiçbir sonuç vermemişti. O gün aynı zamanda Cumhuriyet mitingi de vardı. Acaba o da mitinge mi gitmişti? Besbelli öyle olmuştu. Çünkü miting alanından gelen sesler ta eve dek işitiliyor, bu davetkâr tören insanda gitme isteği uyandırıyordu. Anlaşılan bu istek küçük Cırcır’da da uyanmış olmalıydı ki “dönerim” umuduyla çıkıp gitmiş, bir daha da geri gelememişti. Yolunu kaybetmiş olmalıydı büyük olasılıkla.
İleriki günlerde, ev halkı bunu, gülmece konusu yapmış ve aralarında gülüşmüşlerdi.
Kadın, sırtı dönük, tezgâhta bir şeylerle meşgul olurken, birden o kanat çırpınışını işitmişti. Evet, onun kanat sesiydi ve bu ona dair son işitilen ses olmuştu.
Diğerleri gibi o da gitmişti işte. Nereye gittiğini bilmeden, neden gittiğini. Acaba bilmiyor muydu gerçekten; yoksa fırsat mı kolluyordu onca zaman.
Artık bütün cadde ve sokaklardaki ses onun sesi gibiydi. Kadına öyle geliyordu çünkü. Ne zaman dışarı çıksa, onun tarafından takip edildiği sanısına kapılıyor ve bir kuş sesi duysa, Cırcır’ın öttüğünü düşünüyor ve içinden, “bu ses beni eve kadar izlese, sonra da benimle birlikte içeri girse!” diyegeçiriyordu aklından.
Fakat Cırcır ne kadının peşine düştü ne de bir daha eve döndü…
Tuşlardaki ayak izleri ise zamanla silinip gitti.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.