YAZAN: Şule SEPİN İÇLİ
Anne-çocuk, öz anne-öz çocuk, üvey anne-üvey evlat. Bu sözlerin toplumumuzun değerleri tarafından verilen anlamları vardır. Özlük ve üveylik konularında sayısız kitap yazılmıştır. Hepimizi hüngür hüngür ağlatan filmler izlemişizdir.
Son yıllarda bu olumsuz değerlerin olumluya dönüşen anlamlarına tanık oldukça içine umut doluyor insanın. Evlatlık yerine evlat edinmek ya da çocuğun yüreğinde büyütülmesi, bir çocuğu doğurmak değil, önemli olan ona ilgi ve sevgi göstermek gibi edilen laflar.
Annemi üniversitedeyken kaybetmiştim. Aramızda sıcak bir ilişki olmamasına karşın, o kadar çok üzülmüştüm ki, yaşamım boyunca hiç gülemeyeceğimi bile düşünmüştüm. Düşünmekle yaşamak birbirinden çok farklı. Bir süre dayanılmaz bir acı duysa da daha sonra yerine başka yaşantılar koymayı başarabiliyor insan.
Annem öldükten 6 ay sonra babam evlenmişti. Biz yedi kardeş bu durumu bir türlü kabullenememiştik. Babam bizi ikna etmek için anneye ihtiyacımızın olduğunu söylüyordu. Ben buna daha çok kızıyordum ve ölen annemize ihtiyaç duyduğumuzu, yetişkin olduğumuz için küçük çocuğun duyduğu ihtiyaç gibi gösterdiğini ve asıl kendisinin ihtiyaçlarının ön planda olduğunu söyleyerek babama isyan ediyordum. Henüz yasımızı tam yaşamamışken, babamın evlenmesini kabullenmek hiç de kolay değildi. Kayıp acımızın yaşanması için zamana ve babamın bizimle uygun bir dille konuşmasına ihtiyaç vardı.
Babamın eşiyle, annemin çok sevdiği bir arkadaşının ve aynı zamanda komşumuzun evinde tanışmıştım. Annemin arkadaşı; benim çok soğuk davrandığımı ve dahası elini öpseydim iyi olacağını söylemişti. Duyduklarıma inanamıyordum bir türlü. Arkadaşının annemi hiç sevmediğini zannettim.
Bir gün annemin mezarını ziyaret etmeye gitmiştik. Baktım ki, o zaman babamın eşi biz ağlarken bir köşeye çekilmiş sessizce ölen annem için dua ediyordu. Çok şaşırmıştım. Çünkü küçükken kadınların tanık olduğum konuşmalarında, insanların eski eşlerini çok kıskandıklarını, hatta adının anılmasına bile dayanamadıklarını öğrenmiştim. Oysa şimdi bir kadın hiç tanımadığı bir kadın için ve en önemlisi benim annem için dua ediyor, ağladığımızı görüyor ve buna çok üzülüyordu. Fakat bizi teselli etmeye cesaret edemiyordu. O gün ettiği duaları dikkatle dinleyerek çok rahatladığımı ve ilk kez onunla konuşmaya başladığımı anımsıyorum. Duyduğum saygı ile ona “Anne” demeye karar verdim. Ama bu sözcük ağzımdan çok zor çıkıyordu çünkü ölen anneme ne zaman “Anne” diye seslensem, bana hep bağırarak yanıt verirdi ve ben de çok çok korkardım. Biraz da babamın eşine alışmam zaman almıştı.
Onunla dost olmuştuk. Bana içini döküyor, geçmiş yaşantı deneyimlerini benimle paylaşıyordu. Kendisine karşı beslediğimiz olumsuz duyguları anlayabildiğini söylüyordu. Yaşam öyküsü gerçekten bir dramdı. Annesi ona hamileyken babası ölmüş. Doğunca babasız çocuğun büyümesinin zor olacağını düşündükleri için üç gün hiçbir şey yedirmemişler. Tam ölmek üzereyken merhamete gelip onu beslemeye başlamışlar. Sonra annesi başkasıyla evlenmiş. Arada büyümüş. Hiç sevgi görmemiş. Evlenince de çocuğu olmamış. Sonra bizleri çocuğu gibi görüp onun deyimiyle bağrına basmak istemiş. Ama bizim tutumlarımızdan dolayı cesaret edememiş. Ben de ona yakınlık gösterirsem, anneme haksızlık edeceğimi zannettiğimi anlattım. Ona yakınlık gösterirken kardeşlerimin beni dışlamalarından da çok korkuyordum. Ama o kısa sürede hepimizle yakınlaşmayı başarmıştı. Okuma-yazma bilmiyordu. Fakat o kadar mantıklı konuşuyor ve o kadar asil davranıyordu ki, ona hepimiz çok saygı duyuyorduk.
İki bekâr erkek kardeşim kendisiyle birlikte yaşıyordu. O da sağdan soldan benim gibi abartılı öyküler duymuş ve korkmuştu. Kardeşlerimin kendisini kabullenmedikleri için ona zarar verebileceklerinden endişelendiğini paylaşmıştı benimle. Gerçekten böyle bir durum olsaydı, buna engel olurdum. O da bana çok güvendiğini dile getiriyordu. Zamanla bu kaygı ve korkularının yersiz olduğunu anladı. Kardeşlerime de çok içten davranıyordu.
Daha sonra kansere yakalandı. Tedavi olmak için sık sık Ankara’ya geliyordu. Onunla sürekli ilgileniyor, onu teselli ediyor ve hastanede yattığı sürede yanından hiç ayrılmıyordum. Sevdiği yemekleri yapıyordum. Bir gün babama: “Gerçekten 7 çocuğunu da çok seviyorum. Ama bu kızının yeri apayrı.” dediğini anlattı. Öldüğünde mutlaka cenazesine gelmemi istedi benden.
Çok zor kabullendiğim, ama çok sevdiğim yüreğimin annesini son yolcuğuna uğurladım. Ondan bana geriye paylaşacak şu satırlar kaldı:
Seni tanıdığım için çok şanslıyım. Annemin ölümü benim için bir şanssızlıktı. Çünkü kendi ayaklarım üzerimde durduğumu göremedi. Ona kazandığım paramla hediye alamadım. Ondan hiç sevgi görmedim. Çocuklarını kendince severdi ama göstermesini bilmezdi. Bana hiç sarılmadı. Sıcak bir söz söylemedi. Adımı bile öfkeli söylerdi. Yaşasaydı ona ben sarılacak ve hoş sözleri söyleyecektim. O da sevgi göstermeyi öğrenebilecek miydi acaba? Hiç zannetmiyorum. Olsa olsa kendimi ifade etmeme yarardı. İşte sen bu şansızlıklarımın şansı oldun. Psikoloji okurken, sevginin önemini öğrettiler. Öğrenmekle sevgiyi göstermek bambaşka bir şey. Sen karşıma çıkmasaydın, bunu yaşayamazdım. Seninle geç tanıştığım için, içimde yoğun bir coşkuyla hissettiğim güzel duygularımı paylaşmayı oldukça zor öğrendim. Artık sevgimi daha çok gösterebiliyorum. Çocuklarıma bağırdığım zaman sen yüreğimin annesi geliyor aklıma. Ve senin gösterdiğin doğal sevgin kazanıyor. Fakat itiraf etmeliyim ki sana sarıldığımda, annemin o özel kokusunu hissedemedim. Sanki teyzemmişsin gibi geldin bana. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar daha uzun olsaydı, küçük bir çocukken tanısaydım seni, içimdeki bu boşluk daha çok dolardı. Annem beni doğurdu, sen de beni yüreğine koydun. İçimdeki kirli, paslı yaşantılarımı erittin. İçimdeki duygulu ve masum çocuğa can oldun.
Kendime teşekkür ediyorum, sana çocuk sevmeyi tattırdığım için. Sana sonsuz teşekkür ediyorum, bana yüreğini açtığın için. Rahat uyu, sıcaklığımla hiç üşüme olur mu yüreğimin annesi.
14 Mayıs 2023 tarihinde güncellendi.
Anne-çocuk, öz anne-öz çocuk, üvey anne-üvey evlat. Bu sözlerin toplumumuzun değerleri tarafından verilen anlamları vardır. Özlük ve üveylik konularında sayısız kitap yazılmıştır. Hepimizi hüngür hüngür ağlatan filmler izlemişizdir.
Son yıllarda bu olumsuz değerlerin olumluya dönüşen anlamlarına tanık oldukça içine umut doluyor insanın. Evlatlık yerine evlat edinmek ya da çocuğun yüreğinde büyütülmesi, bir çocuğu doğurmak değil, önemli olan ona ilgi ve sevgi göstermek gibi edilen laflar.
Annemi üniversitedeyken kaybetmiştim. Aramızda sıcak bir ilişki olmamasına karşın, o kadar çok üzülmüştüm ki, yaşamım boyunca hiç gülemeyeceğimi bile düşünmüştüm. Düşünmekle yaşamak birbirinden çok farklı. Bir süre dayanılmaz bir acı duysa da daha sonra yerine başka yaşantılar koymayı başarabiliyor insan.
Annem öldükten 6 ay sonra babam evlenmişti. Biz yedi kardeş bu durumu bir türlü kabullenememiştik. Babam bizi ikna etmek için anneye ihtiyacımızın olduğunu söylüyordu. Ben buna daha çok kızıyordum ve ölen annemize ihtiyaç duyduğumuzu, yetişkin olduğumuz için küçük çocuğun duyduğu ihtiyaç gibi gösterdiğini ve asıl kendisinin ihtiyaçlarının ön planda olduğunu söyleyerek babama isyan ediyordum. Henüz yasımızı tam yaşamamışken, babamın evlenmesini kabullenmek hiç de kolay değildi. Kayıp acımızın yaşanması için zamana ve babamın bizimle uygun bir dille konuşmasına ihtiyaç vardı.
Babamın eşiyle, annemin çok sevdiği bir arkadaşının ve aynı zamanda komşumuzun evinde tanışmıştım. Annemin arkadaşı; benim çok soğuk davrandığımı ve dahası elini öpseydim iyi olacağını söylemişti. Duyduklarıma inanamıyordum bir türlü. Arkadaşının annemi hiç sevmediğini zannettim.
Bir gün annemin mezarını ziyaret etmeye gitmiştik. Baktım ki, o zaman babamın eşi biz ağlarken bir köşeye çekilmiş sessizce ölen annem için dua ediyordu. Çok şaşırmıştım. Çünkü küçükken kadınların tanık olduğum konuşmalarında, insanların eski eşlerini çok kıskandıklarını, hatta adının anılmasına bile dayanamadıklarını öğrenmiştim. Oysa şimdi bir kadın hiç tanımadığı bir kadın için ve en önemlisi benim annem için dua ediyor, ağladığımızı görüyor ve buna çok üzülüyordu. Fakat bizi teselli etmeye cesaret edemiyordu. O gün ettiği duaları dikkatle dinleyerek çok rahatladığımı ve ilk kez onunla konuşmaya başladığımı anımsıyorum. Duyduğum saygı ile ona “Anne” demeye karar verdim. Ama bu sözcük ağzımdan çok zor çıkıyordu çünkü ölen anneme ne zaman “Anne” diye seslensem, bana hep bağırarak yanıt verirdi ve ben de çok çok korkardım. Biraz da babamın eşine alışmam zaman almıştı.
Onunla dost olmuştuk. Bana içini döküyor, geçmiş yaşantı deneyimlerini benimle paylaşıyordu. Kendisine karşı beslediğimiz olumsuz duyguları anlayabildiğini söylüyordu. Yaşam öyküsü gerçekten bir dramdı. Annesi ona hamileyken babası ölmüş. Doğunca babasız çocuğun büyümesinin zor olacağını düşündükleri için üç gün hiçbir şey yedirmemişler. Tam ölmek üzereyken merhamete gelip onu beslemeye başlamışlar. Sonra annesi başkasıyla evlenmiş. Arada büyümüş. Hiç sevgi görmemiş. Evlenince de çocuğu olmamış. Sonra bizleri çocuğu gibi görüp onun deyimiyle bağrına basmak istemiş. Ama bizim tutumlarımızdan dolayı cesaret edememiş. Ben de ona yakınlık gösterirsem, anneme haksızlık edeceğimi zannettiğimi anlattım. Ona yakınlık gösterirken kardeşlerimin beni dışlamalarından da çok korkuyordum. Ama o kısa sürede hepimizle yakınlaşmayı başarmıştı. Okuma-yazma bilmiyordu. Fakat o kadar mantıklı konuşuyor ve o kadar asil davranıyordu ki, ona hepimiz çok saygı duyuyorduk.
İki bekâr erkek kardeşim kendisiyle birlikte yaşıyordu. O da sağdan soldan benim gibi abartılı öyküler duymuş ve korkmuştu. Kardeşlerimin kendisini kabullenmedikleri için ona zarar verebileceklerinden endişelendiğini paylaşmıştı benimle. Gerçekten böyle bir durum olsaydı, buna engel olurdum. O da bana çok güvendiğini dile getiriyordu. Zamanla bu kaygı ve korkularının yersiz olduğunu anladı. Kardeşlerime de çok içten davranıyordu.
Daha sonra kansere yakalandı. Tedavi olmak için sık sık Ankara’ya geliyordu. Onunla sürekli ilgileniyor, onu teselli ediyor ve hastanede yattığı sürede yanından hiç ayrılmıyordum. Sevdiği yemekleri yapıyordum. Bir gün babama: “Gerçekten 7 çocuğunu da çok seviyorum. Ama bu kızının yeri apayrı.” dediğini anlattı. Öldüğünde mutlaka cenazesine gelmemi istedi benden.
Çok zor kabullendiğim, ama çok sevdiğim yüreğimin annesini son yolcuğuna uğurladım. Ondan bana geriye paylaşacak şu satırlar kaldı:
Seni tanıdığım için çok şanslıyım. Annemin ölümü benim için bir şanssızlıktı. Çünkü kendi ayaklarım üzerimde durduğumu göremedi. Ona kazandığım paramla hediye alamadım. Ondan hiç sevgi görmedim. Çocuklarını kendince severdi ama göstermesini bilmezdi. Bana hiç sarılmadı. Sıcak bir söz söylemedi. Adımı bile öfkeli söylerdi. Yaşasaydı ona ben sarılacak ve hoş sözleri söyleyecektim. O da sevgi göstermeyi öğrenebilecek miydi acaba? Hiç zannetmiyorum. Olsa olsa kendimi ifade etmeme yarardı. İşte sen bu şansızlıklarımın şansı oldun. Psikoloji okurken, sevginin önemini öğrettiler. Öğrenmekle sevgiyi göstermek bambaşka bir şey. Sen karşıma çıkmasaydın, bunu yaşayamazdım. Seninle geç tanıştığım için, içimde yoğun bir coşkuyla hissettiğim güzel duygularımı paylaşmayı oldukça zor öğrendim. Artık sevgimi daha çok gösterebiliyorum. Çocuklarıma bağırdığım zaman sen yüreğimin annesi geliyor aklıma. Ve senin gösterdiğin doğal sevgin kazanıyor. Fakat itiraf etmeliyim ki sana sarıldığımda, annemin o özel kokusunu hissedemedim. Sanki teyzemmişsin gibi geldin bana. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar daha uzun olsaydı, küçük bir çocukken tanısaydım seni, içimdeki bu boşluk daha çok dolardı. Annem beni doğurdu, sen de beni yüreğine koydun. İçimdeki kirli, paslı yaşantılarımı erittin. İçimdeki duygulu ve masum çocuğa can oldun.
Kendime teşekkür ediyorum, sana çocuk sevmeyi tattırdığım için. Sana sonsuz teşekkür ediyorum, bana yüreğini açtığın için. Rahat uyu, sıcaklığımla hiç üşüme olur mu yüreğimin annesi.
14 Mayıs 2023 tarihinde güncellendi.
Yorumlar
Bu yazı için yorum mevcut değil.
Dilerseniz Buradan yeni yorum gönderebilirsiniz.